28 Kasım 2015 Cumartesi

EVET, DAHA FAZLASI

EVET, DAHA FAZLASI

Önceki yazıda düşürülen uçağa anlam yükleyerek “bir uçak mı yoksa daha fazlası mı” diye sormuştum.
Her aklı başında olan ve kendini “yurttaş/birey” olarak değerlendiren herkesin gördüğü gibi daha fazlası olduğu ortaya çıktı. Nedir bu daha fazlası?
-Rusya Federasyonu kendini bu olayda derin bir şekilde mağdur olarak gördü. İster SSCB döneminde ister sonraki dönemde olsun, 1945 Mayısından beri birbirinin ezeli düşmanı olan ABD ve Rusya karşılıklı olarak hava sahalarını birçok kez ihlal ettiler. Hem de kasıtlı olarak yapıldı bunlar. Sadece havada mı oldu bu ihlaller? Hayır, hem üstünden hem de altından olmak üzere denizde de kara sularına girmek ve seyretmek sayısız defa oldu. Benim bildiğim, sadece, bir kez o da ABD’nin casus uçağı olan ve ihlal süresi çok daha fazla olan U-2, SSCB üzerinde düşürüldü. Pilotu “sağ” yakalandı ve yargılandı. Sınırımızda yaşanan olayda pilot canlı olarak koltuğu ile fırlıyor ve paraşütü açılıyor. Ancak indiği yerde öldürülüyor. Kimileri diyor ki, yerden açılan ateşle öldürüldü, olabilir. Dahası işkence ediliyor. Bir uçağın düşürülmesinden çok, pilotun işkence edilmesi ve öldürülmesi bağlı olduğu ülkeyi derinden yaralar. Hatırlatırım; Cengiz Topel.
Bu bağlamda, unutmamak gerekir ki, Sina Yarımadası üzerinde IŞİD’ in sabotajı üzerine düşürülen yolcu uçağı, gösterilen sert tepkiye ortam hazırlayan en önemli etkenlerden biridir. Nedir bu sert tepkiler veya diğer deyişle “daha fazlası?”
-Rusya önümüzdeki haftadan itibaren geçerli olmak üzere, ülkemizden beyaz et alımını iptal etti. Bir yıllık dışsatım hacmi 20 milyon doların üstünde olan bir ekonomik girdi, “girdi.”
-Tüm Rus tur firmaları Türkiye operasyonlarını iptal etti. 4 milyon civarındaki turist artık yok. Büyük ihtimalle, önümüzdeki dönemlerde Suriye bu turistleri havada kapacak. Öncesinde ise diğer Akdeniz ülkelerinin pastadan alacağı pay artacak.
-Meridyen Fuarcılığın organizasyonu ile yapı fuarına giden Türk işadamları, fuar alanından dışarı çıkarıldı. Polis karakolunda eksik/usulsüz evraktan ceza kesildi ve Soçi’ye götürüldüler. Oradan da ülkemize gönderilmeyi bekliyorlar. Kısacası artık sizi ülkemizde istemiyoruz diyorlar.
-Israrla ve üzerine basa basa, tüm askeri faaliyetleri askıya aldıklarını birçok kez en yetkili makamlar ağzıyla beyan ettiler.
-Boş uçak göndererek ülkemizde bulunan vatandaşlarını geri çağırdılar. Kullandıkları gerekçe ise ülkemizde terör tehdidinin varlığıydı. Bu gerekçe, zamanla, terörist ülke tanımlamasına evrilmeye uygundur. 
-Ülkelerinde iş yapan inşaat firmalarının boykot edileceğini, kısa zaman sonra üzerlerine mafyanın salınacağını, adam kaçırılacağını ve tehdit ile para elde edileceğini değerlendiriyorum.
-kaba inşaatı sürmekte olan nükleer santralin durumunu da değerlendirmeye alacaklarını beyan ettiler.
-Suriye’ye, hiç zaman kaybetmeksizin, S-400 füzelerini yerleştirdiler. Zaman alacağını değerlendirdiğim bu yerleştirme işi, söylendikten hemen sonraki 48 saat içinde gerçekleşti. Artık ülkemizin her yeri emniyette değil. Tüm havaalanlarının izlendiğini değerlendiriyorum.
-Ruslar tarafından, Ocak 2016 dan itibaren vize muafiyeti askıya alındı. Gerekçe olarak Türkiye'nin terör tehlikesi yaratması gösterildi.

Türkiye cumhurbaşkanı uçak düşürüldükten hemen sonra, ilk açıklamayı yapmak istercesine, hava sahası ihlalini ve sıcak teması bildirdi. Belli ki, sevinçliydi. Dün, basına yansıyan sözlerinde ise “biz o uçağın Rus uçağı olduğunu bilmiyorduk. Bilseydik daha değişik davranırdık” dedi. Bu beyanatı daha önce yaptığı beyanatları ile çelişiyordu. Daha önce yine ihlal edilsin yine düşürürüz diyen bir cumhurbaşkanı, daha sonra niye böyle bir tavır içine girer, anlaşılır değil. Biz anlaşılmaz olduğunu söylerken, bazıları ise cumhurbaşkanını İslam peygamberi ile kıyaslayarak “on üç yıl geride kaldı. Mekke dönemi de on üç yıldı. Şimdi Medine dönemi için ‘bismillah’ deme zamanı…” diyerek gaz veriyor. Yani anlayanlar var ve savaş istiyor. Herkes dindar olduğuna göre Mekkî ayetler ile Medenî ayetler arasındaki farkı anlatmama gerek yok diye düşünüyorum. Umarım yanılmıyorumdur.
Son 10-15 günlük zaman zarfında, Rus uçakları diğer hedefleri de bombalamaya devam ederken, IŞİD’ in elinde bulunan petrol depolama tesisleri, akaryakıt tankerleri ve petrol üretim alanlarını bombalamayı öne çekti. Birçok depolama tesisi yanında 500 den fazla tankeri de tahrip ettiler. Bu IŞİD için ciddi bir kayıptır. Bu kayıp sadece IŞİD için midir? Öyle olmadığını Putin’in sözlerinden anlıyoruz: “Gece gündüz akaryakıt pompalanıyor ve naklediliyor. Türkiye’de birileri bundan kazanç sağlıyor. O birileri hükümete yakın kişilerdir.” Dünyanın en önemli devlet başkanlarından biri, bu sözleri diplomatik sınırları da aşarak, söylüyorsa kesin olarak tespit ettiği ve bildiği, hatta elinde belgeleri olan, bazı gerçeklere vakıftır diye değerlendiriyorum. IŞİD ve benzerlerine tırlar dolusu silah ve mühimmat gönderdiğimiz artık ulusal yargı kayıtlarına geçti. Hatta uluslararası yargı kayıtlarına da geçti. Ayrıca IŞİD ve benzerlerinin ülkemizi yönetenlerin tarafından “öz evlatlar” olarak nitelendirildiği ve ülkemiz hastanelerinde tedavi edildikleri, otellerinde konakladıkları da yerel ve ulusal basın-yayın kayıtlarına geçti.
Cumhurbaşkanı, Putin’i bu sözlerini ispata çağırdı. İspat edemez ise müfteri olarak nitelendireceğini beyan etti. Evet, dedikleri doğru değilse o kişi iftiracıdır. Hem de en adisinden. Ancak biz Türk vatandaşları olarak zamanın başbakanı tarafından “pekaka terör örgütü ile görüşülüyor deniyor, görüşen şerefsizdir. İddia eden ise ispat edemezse müfteridir” gibi birçok lafın dendiğini ve bir zaman sonra tüm bunların gerçek olduğunu bizzat o kişinin ağzından duyduğumuzu da biliyoruz. Her ne kadar balık hafızalı seçmen kitlesi bu ülkede hayli yekûn tutuyorsa da gerçekleri unutmayan ve asla unutmayacak olan bir kitlenin varlığı da yadsınamaz.

Derken, sanki birkaç haftadır oradaymışlar gibi birden Bayır-Bucak Türkmenleri hatırlanır oldu. Tam bu noktada herkesçe bilindiğine inandığım bir gerçeği hatırlamak durumundayız: bu iktidar en başından beri (2002) hiçbir Türkmen ile ilgili iyi şeyler düşünmemiştir. Türkmenler alevi olarak değerlendirilmiş olup mezhepçilik kırımına uğramıştır. Dahası bir zamanlar ana muhalefet partisi başkanı olan Deniz Baykal bile Alevilikle suçlanmış olup aşağılanmaya çalışılmıştır. Bir insanın alevi olması asla ve asla bir suç veya ayıp değildir. Türkmenlerin Sünni olması bile bu durumu değiştirmeye yetmemiştir. Telafer’ deki Türkmenler katledilirken, onları katleden ABD askerlerine, o zamanın başbakanı “hayır dua” ettiğini beyan ediyordu, tıpkı bağımsız ve suçsuz Irak milleti ve askerlerine yapılanlara dua ettikleri gibi… İktidarın, Suriye’deki Türkmenler konusunda ciddi ve samimi olduğuna inanmak için daha fazla delil gerektiğini beyan etmekte fayda görüyorum.
Selçuklu-Osmanlı karışımı bir yapılanmanın peşine düşenler bilmez ama o Türkmenler yüzlerce yıldır oradalar. Ve inanın hiç korkup kaçmadılar. Süleyman Şah Türbesinin bir gecede kaçırılması operasyonunu hatırlatmak istiyorum. O Türkmenlerin içinde IŞİD ve benzerlerine müzahir olanların olduğu bir gerçek. O yüzden Suriye ordusu oraya operasyon yaparken Rus hava kuvvetleri de bölgeyi bombalıyordu. Ayrıca bölgedeki petrol üretimi ile ilgili alanları da bombalıyordu. Tüm davanın, esasında, parasal olduğuna olan inancım hiç sarsılmış değildir. Yeryüzündeki tüm iktidar kavgaları ve çatışmalar tamamen para yüzündendir. Cumhurbaşkanının, başbakan olduğu dönemdeki dört bakanın ve kendisinin oğlu ile yaptığı konuşmaları basın yayın organlarında çıkmıştı. Her ne kadar kendileri buna montaj dedilerse de bağımsız ve tarafsız kuruluşlar montaj olmadığını ispat ve beyan ettiler. Bunların da unutulmadığı bir toplum kesiminin varlığını yinelemek durumundayım.
Tam bu noktada Putin’in söylediklerini bir kez daha düşünmenizi öneriyorum. Bu önerimi de internet fenomeni (fena meni veya fenameni değil) Fuat Avni’nin ekim ayında attığı “Y…d, bir Rus uçağı düşürmek istiyor…” tiviti ile desteklemek istiyorum. Bu tivit Putin ve hükümet sözcüsü tarafından da dile getirildi. Bu desteğe bir de takviye atarak devam etmekte fayda var: CNN muhabiri Fareed Zakaria “eğer Rus pilotlar küçük bir hata yaptıysa bile, Türkiye’ nin buna tepkisi orantısızdı. Sanki böyle bir olay için bahane arıyorlardı.” Evet, katılıyorum. Başkalarına zarar vermek için bahane arayanlar, zaman içinde kendilerine yardım gerektiğinde “bana ne” dendiğine tanık olurlar.
Uluslararası toplumda “bir tek Ruslar IŞİD ile mücadele ediyor” algısı oldukça yüksek düzeyde kabul görüyor ve bu düşünceler eylemlere ve basın-yayın organlarına da yansıyor. Yine uluslararası toplumda, Türkiye’nin IŞİD ve diğerlerine silah, mühimmat, insan kaynağı, tıbbi destek gibi birçok konuda yardım sağladığı da biliniyor. Sadece bilinmekle kalmıyor uluslararası yargı ve ulusal basın yayın organlarına yansıyor.
Bu yüzden Putin’in dediği “terör işbirlikçileri tarafından sırtımızdan bıçaklandık” lafı boşa söylenmiş bir laf değildir. Batının da hislerine tercüman olan bir laftır. Ayrıca güncel gerçekliği de üzerinde taşıyor görüntüsü hayli tok. La Figaro gazetesinde bir yazar “Türkiye artık müttefikimiz değildir”  diyerek ülkemize eleştiri getirdi. Sadece Fransa’da değil, birçok Avrupa ülkesinde de benzer tepkiler var.
IŞİD belasından canı yanan Fransa dâhil olduğu batı bloğunu bloke ederek, Ruslar ile eşgüdümlü operasyonlar yapmaya başladı.
Tüm bunları birleştirerek uluslararası kamuoyunda ve hukukta yerimiz nerededir düşününüz.

Diğer yandan; Türkiye gerçekte haklı olduğu bir konuda acemice davranarak kendini Suriye ile ilgili konuda açığa düşürdü. Başlangıçta zafer kazanılmış, karşı tarafa gözdağı verilmiş gibi bir hava yaratılmışsa da bu hemen söndü. Ülke olarak Suriye ile ilgili konularda görüşüne başvurulmayacağı, sözünü dinletemeyeceği sürece doğru hızla ilerliyoruz. Dahası, zaman içinde bölgede daha başka oyuncuların yer almasına olanak sağlayacak bölgesel boşluğu itina ile hazırladık.
Bu süreç sadece Suriye ile ilgili konularla sınırlı kalmayacak. Her ne kadar diğer ülkeler, özellikle de Yunanistan ile olan sorunlar gündeme getirilmeme sebebi, bu sorunların giderilmiş olması değildir, yokmuş gibi davranmanın iktidarın geleceği için daha iyi olmasıdır. Daha önceleri Yunanistan ile yaşanan ihlaller, Genelkurmay Başkanlığının sitesinde anında yayımlanırdı. İktidar bunu kaldırttı ve dışişleri bakanlığına verdi. O da yayımlamıyor. Yayımlanmayınca, halkımız böyle bir sorun yok diye algılıyor. Hava sahası ihlali, karasuları ihlali gibi konular diğer konuların yanında çok anlamsız kalan sorunlardır. 12 mi sorunu, kıta sahanlığı, FIR hattı, Kıbrıs, petrol arama gibi sorunlar daha büyüktür ve bu iktidarın çözme becerisi gösteremeyeceği kadar da bilgi ve birikim gerektirir.
Kısacası giderek yalnızlaşacağız.
Bir uçağı düşürerek zafer çığlıkları atanlar, zaman içinde yalnızlıktan delirmenin göstergesi olan çığlıkları atmaya hazır olmalılar...

Güven KAYA
28.11.2011/ANAKARA


27 Kasım 2015 Cuma

Suriye İç Savaşı’nın Yapısal Sebepleri ve Ortaya Çıkan Gelişmeler.

Metinde Geçen Önemli terimler: Suriye İç Savaşı, Rusya, Düşen Rus Uçağı, Maruniler, Nusayriler, Suriye Türkmenleri, Suriye Kürtleri, Şam, Halep, Hama, Humus, Lübnan, HİZBULLAH, Suriye'nin Jeopolitik Yapısı, 3. Dünya Savaşı.

     Suriye, tarih boyunca, Kuzeyde Toros Dağları, batıda Akdeniz, Güneyde Sina Yarımadası ve doğuda çöl ile kaplı araziler arasında uzanan bir coğrafi bölge Suriye olarak tanımlanmıştır. Bu bölge 18'inci Yüzyılda Avrupalı Tüccarla tarafından Levant, Araplar tarafından ise çok eskiden beri Bilad al Şam olarak tanımlanmaktaydı.
     Suriye, tıpkı Kafkasya gibi klasik ara bölge özelliğinden dolayı kendisini her zaman güçlü devletlerle kuşatılmış olarak bulmuştur.  Anadolu ve Mısır ile Dicle ve Fırat Nehirleri arasındaki topraklar daha fazla nüfusun yaşamasına imkân verdiği için bu bölgelerde her zaman Suriye’ye göre daha güçlü devletler kurulmuştur. Bu bölgelerde bulunan herhangi bir devlet güçlenerek genişlemeye başlayınca doğal olarak yönünü hemen Suriye'ye dönmüştür.
     Bu sebeple Suriye genellikle; bölünmüş veya komşularınca işgal edilmiş, çok zayıf, içyapı olarak parçalanmış ve coğrafi olarak kırılgan olduğundan hiç bir zaman kendi ayakları üzerinde duramamıştır. Bu durum aslında güçlü devletler arasındaki sınır bölgelerinin genel kaderidir.
     Etrafındaki üç bölgenin aksine Suriye coğrafyası, iç parçalanmaları önleyecek güçlü ve doğal bir yapıdan yoksundur. Bir Suriye devleti, yaşayabilmek için sadece deniz ticareti yapabileceği bir sahile ve deniz güçlerine karşı korunmaya değil aynı zamanda gıda ve güvenlik sağlayacak verimli bir araziye de ihtiyaç duymaktadır. Ancak Suriye'nin zorlu coğrafyası buna uygun değildir.
     Suriye'nin uzun ve çok dar bir sahili vardır. Dağlar denize çok yakın yerlerden başlamakta ve dik bir şekilde hemen yükselmektedir. İçeriye gittikçe dağlar ve platolarda oluşan bir arazi ortaya çıkmaktadır. Bu parçalı yapı tarih boyunca çeşitli azınlıklar, özellikle de diğer bölgelere göre farklı din, inanç ve kültüre sahip küçük gruplar için sığınak olmuştur. Bunun sonucunda buraya sığınan küçük gruplar; doğulu diğer bölgelerdeki güçlü dini ve kültürel gruplar ile batıdan gelen istilacılara karşı kendilerini tecrit etmişler fakat varlıklarını sürdürebilmek için, fırsat bulduklarında kim olurlarsa olsun herkesle işbirliği yapmışlardır.
     Akdeniz’le iç bölgeleri ayıran uzun dağ bariyeri, Asi Irmağı boyunca kendini düzlüklere bırakır ve Bekaa Vadisi, Anti Lübnan Dağları bölgesi, Havran Platosu ve Dürzi Dağları boyunca tekrar keskin bir şekilde yükselmeden önce, buradaki küçük gruplara, korunmak ve savunmaya hazırlanmak için büyük bir engebeli arazi sağlar.
     Anti Lübnan Dağlarının hemen doğusundaki, Barada Nehri, doğuya doğru akar ve çölde bir vaha oluşturur. Bu vahada tarihin en eski dönemlerinden beri varlığını sürdüren Şam şehri vardır. Sahile karşı iki dağ silsilesi ile korunan ve doğuda çöllerle çevrilmiş olan Şam doğal bir kale gibidir. Bu sebeple merkezi Suriye’de olan devletler Şam’ı daima başkent yapmışlardır. Fakat bu kalenin bir başkent olarak bölgesel bir değeri olabilmesi için, dağlar arasından batıya, Lübnan sahillerindeki Akdeniz limanlarına giden bir koridora ve aynı zamanda kuzeye doğru; Humus, Hama, İdlip ve Halep'e giden yollara ihtiyacı vardır.
     Şam'dan kuzeye giden arazi şeridi, sahil şeridine göre, homojen bir nüfus için daha müsait bir yapıdadır. Kuzeyde Halep; Bereketli Hilal'in ağzı boyunca konuşlanmış, Anadolu ve kuzey arasında Humus kapısı yoluyla batıya, Akdeniz’e ve güneye doğru Şam'a açılan bir doğal ticaret koridorudur. Bu sebeple her zaman Şam yönetimi için hayati bir ekonomik merkez olmuştur. Fakat Halep, güçlü Anadolu devletleri için de bir hedef olmuş ve daima saldırılara maruz kalmıştır.  Öte yandan Halep bazen de, Şam'a uzak mesafede oluşunu Şam'a karşı isyan etmek için kullanmıştır.
     Şam'dan doğuya gidince; Mezepotamya ve Suriye arasında bağlantıyı sağlayan çorak bir bölge olan geniş bir çöl bulunmaktadır. Bu bölgede yaşamaya uygun çok az yer olduğundan burada nüfus yoğunluğu daima az olmuştur. Bu sebeple, bu bölge tarih boyunca, daha çok kervan tüccarları ve Bedevi aşiretleri, günümüzde de Radikal İslamcı gruplar gibi küçük gruplar tarafından kullanılmıştır.
     Suriye'nin demografisi zamana göre büyük değişiklikler göstermiş, Bizans döneminde çoğunluğu Ortodoks Hristiyanlar oluştururken Müslümanların fethi ile daha büyük bir dini çeşitlilik ortaya çıkmıştır. İslami mezhep çatışmalarının başlamasından sonra bir miktar Şii nüfus ta bölgeye yerleşmiştir. Fakat zamanla, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu'dan gelen birçok Sünni hanedanlıklar sayesinde nüfusun çoğunluğu Sünni Müslümanlara geçmiştir. Sünniler ağırlıklı nüfus haline gelirken; Arap Çölü ve Şam ile Halep arasında kalan bölgedeki daha muhafazalı sahile yakın dağlık bölge bir azınlıklar mozaiği haline gelmiştir. Bundan sonra bu azınlıklar, birbirleri ile ittifaklar kurarak ve deniz aşırı uzak bir deniz gücü ile işbirliği yaparak iç bölgelerdeki dominant Sünni çoğunluğa karşı bir denge kurmaya çalışmışlardır.
     Suriye bu dini gruplaşmanın yanında milliyet esasına göre de çok sayıda ayrı unsuru barındırmaktadır. Bu milliyetlerden en büyük unsur (Sünni ve Nusayri mezheplerinden ve bir miktar Hristiyan’dan oluşan) Araplardır. Bunun dışında, Batı kaynaklarında ısrarla yok sayılarak gösterilmemesine rağmen Suriye’de oldukça büyük bir Türkmen nüfusu da bulunmaktadır. Daha Selçuklular döneminde bölgeye gelen Türkmenler, bu dönemde ve sonrasında devleti yöneten hâkim bir unsura mensup oldukları için genellikle şehirlerde ve stratejik arazi kesimlerindeki köy ve kasabalarda yerleşmişlerdir.
     Suriye’deki toplam Türkmen sayısının 300 binden 3,5 milyona kadar değişik miktarlarda olduğu iddia edilmektedir. Türkmenlerin büyük çoğunluğu Sünni olmakla birlikte önemli miktarda Alevi Türkmenler de bulunmaktadır. Türkmenler, yoğunluk olarak Halep, Humus, Hama, Lazkiye, Golan Tepeleri, Şam, Dara ve İdlib gibi önemli şehirlerde ve bu şehirlere bağlı köylerde yaşamaktadırlar. Türkmenler, sadece köy ve kasabalarda Türkçe konuşabildikleri için köylerde dillerini koruyabilmiştir. Şehirlerde yaşayan çoğu Türkmen ise, dillerini unutmuş olsalar da Türkmen kökenli olduklarını bilmektedirler.
     Suriye’de varlıkları son yıllarda konuşulmaya başlanılan diğer bir etnik grup ta Kürtlerdir.  Kürt nüfusu birbirleriyle irtibatı olmayan üç bölgede yaşamaktadır. Bu nüfusun yüzde 30’u Afrin ve civarındaki Kürt Dağı bölgesinde, yüzde 10’u Ayn el Arab (Kobani) bölgesinde, yüzde 40’ı Cezire (Kamışlı) bölgesinde, kalan kısmı ise değişik bölgelerde yaşamaktadırlar. Bu Kürtlerin çoğu bölgeye sonradan gelmiş olup diğer etnik gruplara göre daha az Suriyeli olarak kabul edilmektedir.
     Suriye’nin, kısa sürede çok sayıda gruba ayrılarak yoğun bir iç savaşa girmesinin temelinde bu etnik ve dini yapı ile geçmişte bu yapıyı kullanarak egemenliğini sağlamaya çalışan Fransız sömürgeciliğinin yarattığı gruplar arsındaki yoğun nefret duygusu vardır. Suriye ve çevresi ile çok erken dönemlerden beri güçlü ticari bağlantıları olan Fransızlar, bölgede etkin olabilmek için daima azınlıkları maniple etme stratejisi uygulamışlardır.
     Fransızlar daha çok; Lübnan'da Marunî Hristiyanları ve Suriye’de sahil kesiminde yaşayan Nusayrileri ön plana çıkarmışlardır. Nusayrilere dini bir statü ve kabul edilebilirlik kazandırmak için onları Arap Alevisi olarak isimlendirmiş ve Fransız mandası süresince Suriye ordusunu bunlarla doldurmuşlardır. 1943 yılında Fransız mandası sona erince, Nusayriler orduya ve özellikle de subay kadrolarına hâkim durumdaydılar. Nitekim bunlardan biri olan Hafız Esat'ın 1970 yılındaki darbesi ile Suriye'de tam olarak Nusayri egemenliği başlamıştır. Bundan sonra ülke nüfusunun çok küçük bir bölümünü oluşturan Nusayriler çoğunluğu oluşturan diğer unsurları yönetmişlerdir.
     Bunun için de, devlet yapısını halkın her hareketini kontrol altına alabilecek ve her türlü başkaldırıyı anında ortadan kaldıracak şekilde örgütlemişlerdir. Bu sistemin temelini Muhaberat ismindeki istihbarat teşkilatı oluşturmuştur. Muhaberat ülkeyi kısa sürede tamamen eline almış, 2-3 ev olan mezralarda bile mutlaka bir eleman bulundurarak, büyük şehirlerden kırsalın en ücra köşesine kadar acımasız bir kontrol sistemi kurmuştur.
     Muhaberat sadece bir istihbarat örgütü değildir. Çünkü muhaberat devlet memurlarını da kontrol altında bulunduracak şekilde devlet kurumlarının tamamına personel görevlendirmiştir. Bunların bir kısmı da kimliği açıkça bilinen personeldir. Suriye sınırında görev yaptığım yıllarda huduttan sorumlu Suriyeli albayla yaptığımız her görüşmeye bir Muhaberat binbaşısı da katılıyor ve karşılıklı görüşülen konuları ancak o onaylarsa Albay imzalayabiliyor veya kabul edebiliyordu. Yani denilebilir ki Suriye’nin bir istihbarat örgütü değil de Muhaberat’ın bir Suriye Devleti vardı. Devlet adeta istihbarat devleti olmuştu.
     Bunun yanında diğer unsurların isyanını bastıracak şekilde ordu haricinde Cumhuriyet Muhafızları diye ayrı bir askeri birim kurulmuştu. Genellikle Suriye’nin en iyi araç, silah ve teçhizatına sahip olan bu birimin birliklerine Esat ailesi veya yakınları komuta ediyor ve 1980’li yıllarda Müslüman Kardeşler ’in Halep ve civarında başlattığı isyanda olduğu gibi, isyancıları yaş ve cinsiyetlerine bakmaksızın acımasızca yok ediyordu.
     Bu durum da, kendisinin sistemden dışlandığını düşünen Sünni kesimde, devlete ve devleti idare ettiğini düşündüğü kesimlere karşı çok katı bir düşmanlık ortaya çıkarmıştı. 2000’li yıllarda hudutta çalışırken benim konuştuğum her Sünni Arap ve Türkmen devletten ve Nusayrilerden nefret ediyor ve bir gün fırsat çıkarsa onların kendilerine yaptığı zulmün hesabını mutlaka soracaklarını söylüyordu. Zaten alt yapısı olan bu ayrışma ve düşmanlığın da etkisiyle 2010 olayları hemen büyüyerek bir iç savaşa dönüşmüştür.
     Çatışmalar, bu gün iddia edildiği gibi sadece basit bir mezhep ayrımcılığından çok, devlet yönetimine katılanlar ile onların baskısına uğradığını düşünenler arasındaki biriken nefret ve düşmanlık sebebiyle birden bire her yere yayılmıştır. Çatışmalarda tarafların birbirlerine çok acımasız davranmalarının temelinde de uzun süredir biriken nefret duygusunun etkili olduğunu düşünüyorum. Bu nefret, özellikle Suriye’nin kuzeyi bölgesinde, 1980’lerdeki isyan hareketlerinin suçlu-suçsuz ayırmadan çok sert bir şekilde bastırılması ve ardından yoğun muhaberat baskısından kaynaklanmaktadır. Zaten taraflara bakarsanız, eski hükümetle işbirliği içindeki Bazı Sünni Arap kabileleri hala merkezi hükümeti desteklemeye devam ederken muhalefet grupları ise bu Sünnilerle de çatışmaktadırlar.
     Netice olarak bu iç savaş, uzun süreli bir birikimin patlamasından başka bir şey değildir. Ancak patlama o kadar şiddetli olmuştur ki bundan sonra, parçalanan yapının gelecekte yeniden bir araya gelmesi mümkün görünmemektedir. Bu patlama sadece Suriye’de değil, neredeyse tüm dünyada bazı şeylerin dağılmasına da sebep olmuştur. Zamanla, birçok devletin çatışan tarafların birinin yanında yer almaya başlaması ve çatışmalara fiilen destek vermesiyle, bu bölgesel çatışma artık bir dünya sorunu olmaya ve ‘’Dünya güç mücadelesinde ben de varım.’’ diyen devletlerin model bir arazide yaptığı üçüncü dünya savaşı niteliğine bürünmeye başlamıştır. Bu minyatür dünya savaşının ilk sürtüşmesi de Rusya ile Türkiye arasında yaşanmış, bunun sonucunda zayiat veren ilk ülke Ruslar olmuştur. Suriye sorunu uzamaya devam ederse, tüm bu gelişmelerden sonra, bu tür sürtüşmelerin artması ve model arazi savaşının genişleyerek en azından bölgesel bir savaşa dönüşmesi riski, artık o kadar uzak bir ihtimal olarak görünmemektedir.
     M.Ç. 25.11.2015

Suriye ile bağlantılı diğer bir yazımı okumak isterseniz: 
Putin’in Yönetimindeki Rusya’nın Uyguladığı Emperyal Strateji ve Suriye Gerçeği.

     Kaynakça:
     Stratfor Düşünce Kuruluşu'nun internet sitesi.
     http://www.turkomania.org/tr/wp-content/uploads/1-syria-ethnic-map-turkmen-ethnicity-population-and-density22.jpg
            http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2015/01/05/7393/suriye-kurtleri-suriyenin-kuzeyinde-etnik-yapi-ve-kurt-nufusu

25 Kasım 2015 Çarşamba

BU BİR UÇAK MI YOKSA DAHA FAZLASI MI?

BU BİR UÇAK MI YAKSA DAHA FAZLASI MI?

Soğuk savaş bitti derken, çevremizde, sıcağının hayalini kuranların olduğunu görmek gerekir. Savaşlarda bulunmayacak ve haliyle ölmeyecek kişiler için savaşlar çekici ve heyecan verici olabilir. Ancak, uzun yıllar savaşan ve savaşın izlerini bedeninde taşıyan biri olarak söylemek zorundayım, savaşlarda ilk önce masumiyet ölür. Kimse kendini aldatmasın, savaşlar ekran karşısında, klavye arkasından, avuçtaki fareyi tıklayarak oynadığınız gibi değildir. Sanal âlemde savaşmak –her iki manada sanal âlemi kast ediyorum- eğlenceli gelebilir ama savaşın gerçeği şiddeti ölümle perçinler.
24.11.2015 günü sabah saatlerinde iki F-16 uçağından oluşan bir Türk hava kolu, sınır ihlali yaptığı tespit edilen Rus SU-24 avcı bombardıman uçağını, Suriye hava sahası üzerindeyken vurarak düşürdü.
Her iki taraf da uçağın radar izini yayımladı. Türk tarafının yayımladığına göre vurulun uçağın, sınırı, topraklarımızın Suriye topraklarına ince bir hat halinde girdiği yerden birkaç saniyeliğine ihlal edip çıktığı ve çıktıktan sonra vurulduğu anlaşılıyor.
Rus tarafının açıkladığında ise böyle bir giriş yok. Onların haritaları daha değişik olabilir diyerek bunu geçiyorum.
Bunun yanında bağımsız olduğunu düşündüğüm ama ille de yandaş olacaksa bizim tarafımızda olduğu değerlendirilebilecek birkaç kişi ise, uçağın sınır ihlali yaptıktan sonra Suriye topraklarında düşürüldüğünü beyan ediyor. Dayanak noktaları ise uçağın ısı taramasıdır. Sınır ihlali yaptığı iddia edilen hava aracını, hiçbir şüpheye neden olmamak için ihlali yaptığı yerde ve anda vurmak gerekir. Buna karşı kimse bir şey iddia edemeyeceği gibi haklıyken haksız duruma düşmek gibi bir rizikosu da yoktur. 
Bahsettiğimiz kişilerden biri ABD Hava Kuvvetleri Komutanı eski yardımcısı General Thomas Mclnerney olup diğeri ise halen görevde olan bir yetkilidir. Emekli General Mcelnerney esasında uçak düşürmenin bir kasıt unsuru taşıdığını da beyan ederek, bunu, bizzat cumhurbaşkanının provokasyonu olarak niteledi ve gizli bir ajandası olduğundan şüphelendiğini de beyan etti.   
Bunlara koşut olarak, Rus dış işleri bakanı da olaya kasıt unsuru taşıdığı gözü ile bakıyor. Olayları değerlendirdiğimizde bunu görmek mümkündür. Çünkü normal şartlarda 10-15 mil kala ikaz edilmesi gereken uçaklar, yaşanan olayda, hava üssünden kalkar kalkmaz takibe alınıyor ve 30 mil kala ikaz ediliyor. Söylendiğine göre toplamda 10 kez ikaz ediliyor. Bu rakam da çok büyüktür. Bunun makul ve mantıklı olanı üç kezdir. Bu da sınıra daha yakın mesafede uyarının yapılması anlamını üzerinde taşır. Bir diğer uygulama olan paralel uçup kendini göstermek ve dikkatini çektikten sonra gerekli uyarıyı yapmaktır. Düşen uçağın ikinci pilotu ve aynı zamanda silah operatörü olan kişi de bilinenlere hiçbir sesli veya görsel uyarı gelmedi diyerek katkıda bulunuyor.
Bir ülkenin silahlı kuvvetleri, kendine, uluslararası hukukla tanınmış haklarını kullanarak kendi kara, hava, uzay ve deniz sınırlarını korumak yükümlülüğündedir. Adı anılan görev mevcut çağdaş silah sistemleri ile yapılır. Eğer çağa uygun silah sistemleriniz yok ise bunu yapmanız mümkün değildir.
Yukarıda kısaca değindiğimiz konuyu, her iki tarafın uzmanları ile bağımsız uzmanların bilgisine bırakıp, diyeceklerine saygı duyacağımızı beyan ederek yaşanan sıcak gerilimin olası sonuçlarına bakmak isterim.
Glasnost ve Perestroyka sonrası eski SSCB yeni Rusya ile aramızda kara sınırı kalmamıştır. İncelendiğinde hem iyi yanları hem de kötü yanları olan bir durumdur bu. Konumuz bu da olmadığı için geçiyorum.
Ülkemin yöneticileri, kişisel kaprislerini de öne çıkararak, muhtemelen gizli ajandalarının bir gereği olarak, Suriye ile gereksiz bir gerginlik çıkmasına neden oldular. Bilinen süreçlerden geçildi ve Rusya Eylül 2015’den beri güney komşumuz oluverdi. Rusya’ nın Suriye’deki sıcak savaşa fiilen girmesi batı ülkelerinde olduğundan daha fazla ülkemizin yöneticilerini gerdi. Gerilme sebeplerinin “Emevî Camiinde Cuma namazı kılamayacak olmaları” olduğunu değerlendirmiyorum. Daha derin ve henüz su yüzüne çıkmamış gizli ajandada kayıtlı olduğunu değerlendiriyorum. Basitçe, tamamen parasal bir sebep de olabilir, mesela yasa dışı petrol ticareti gibi...
Yaşanan olayın zaman içinde uluslararası arenada hukuki, ticari, askeri, ekonomik, adli, yalnızlaşma gibi boyutlarının olabileceğini değerlendiriyorum. İlk anda akla gelen teröristlere yardım ve yataklık ile suçlanarak uluslararası adalet divanında devlet veya yöneticiler bazında birey olarak yargılanmak olabilir. Yıllarca terörle mücadele eden bir devletin terörist ülke ve teröre yardım yataklık eden ülke şeklinde yaftalanması hiç hoş olmasa gerek. Uzun zamandır birçok ülke ve birey ülkemiz aleyhine çeşitli şikayetlerde bulunuyor. Bunun yanında yurt içinde de bu şikayetlerin hem ulusal yargıya hem de uluslararası yargıya yapıldığı da bir gerçektir.
Asıl üzerinde durmak istediğim nokta ise her iki devletin birbirlerine yaşatacakları sorunlardır. Gücünü milli iradeden aldığını iddia ve beyan edenlerin kurdukları cümleleri bir kenara bırakarak, diğer devletler ile yaptıkları gizli anlaşmalarda nelerin olduğunu merak ediyor ve aklıma gelen sıkıntı noktalarını aşağıya sıralıyorum:
1.Rusya ile doğal kara sınırımız kalmamışken, 2015 sonbaharından itibaren güney komşumuz olduğunu bir sabah uyandığımızda görüverdik. Artık Ruslar sıcak denizlere inmişlerdi ve bunu da konuşlanacakları yer olan bugünkü Suriye topraklarındaki çıbanbaşlarını patlatarak perçinlemekteydiler. Eminim, yöneticileri sadece kendilerinin olduğu samimi ortamlarda, sıcak denizlere inmelerine olanak sağlayan bizim yöneticilerimize votka kadehleri eşliğinde teşekkür ediyorlardır.
2.Eskiden tüm dünyayı ayağa kaldıran S-300 füzelerinin daha gelişmiş ve batıda emsali olmayan S-400 füzelerini sıcak denizlere yerleştirme kararı aldılar ve hiçbir ülkeden ses çıkmadı. Normal zamanlarda olsaydı yer yerinden oynardı. Hatırlatırım; Yunanistan S-300 füzelerini Kıbrıs adasına yerleştirmek istemiş ve Türk devleti bunu savaş sebebi sayacağını beyan ederek ciddiyetini belirtmişti. Sonuçta Kıbrıs’a yerleştirilmedi, Girit adasına yerleştirildi.
3.Doğalgaz hem ısınmamızda hem de elektrik üretiminde ilk sırada olan yakıttır. İşlevi bu olan gazı en çok, uçağını düşürdüğümüz ülkeden alıyoruz. Vanaların Rusya topraklarında olduğunu ve başında bir Rus’un durduğunu hatırlatmakla yetineceğim şimdilik.
4.Tüm çevrecilerin karşı çıktığı ve neredeyse tüm aklı başında ülkelerin uzun zamandır vazgeçtiği nükleer santrallerden ilkini Mersin-Akkuyu’da Ruslar yapmakta. Zaman içinde geciktirileceğini veya sürekli maliyet artışı teklif edeceklerini veya en önemli kısmına gelindiğinde işi bırakacakları gibi birçok pasif direniş bağlamında burun sürtme eylemine girişeceklerini değerlendiriyorum.
5.Ülkemizin bacasız sanayi diye adlandırılan sektörü olan turizmi, genelde, Rus turistler canlandırıyordu. Dile kolay 4 milyon civarında turist geliyordu. İlk tepkilerden en önce gösterileni Türkiye’ye gitmeyin oldu. Turizmin gelecek sezondan itibaren bu sezonu ışıldakla arayacağına eminim.
6.Ülkemizin yaş meyve ve sebzesini en çok satın alan ülke Rusya idi.
7.Günümüz silah sanayiinde en özgün silahları üretenler Ruslardı. Bunlarla olan ilişkimiz de tüm askeri ilişkiler askıya alındı açıklaması ile düşük profilli hale gelecektir. Muhtemeldir ki, askeri ateşe bavulunu bulunduğu yerden indirmiş ve tozunu almakla meşguldür.
8.Şangay işbirliği örgütü ve BRICS ülkelerine dâhil olma ile Karadeniz Gücünü geliştirme hayalinin de hayal olduğunu söylemek kehanet olmasa gerek.
9.Bir dönemler 40 milyar dolarlar seviyesine kadar çıkan ticaret hacminin hızlı bir düşüş yaşayacağına ve esasında bu düşüşün tamamen ülkemiz aleyhine olacağını değerlendiriyorum.
Bu maddelemelerden şu sonuç çıkmamalıdır: keşke vurmasaydık. Hayır, bunu demek istemiyorum. Egemen bir devlet isen senin egemenlik haklarına zarar veren her olaya karşı bir tedbir getirirsin. Bu zaten devlet olmanın getirdiği bir görev olmakla birlikte haktır da. Ancak özellikle bağımsız çevrelerden tepki gelmeyecek profesyonellikte yapılması gereklidir.
Güven KAYA
25.11.2015/ANAKARA



İSTİHBARAT NEDİR, NE DEĞİLDİR?

      İSTİHBARAT NEDİR? NE DEĞİLDİR?
İstihbarat kelimesi herkeste kendi bilgi ve anlayış kabiliyetine göre farklı anlamlar çağrıştırmaktadır. Günlük yaşamda karşılaştığınız herhangi bir kişiye bu kelimeyi sorsanız, herkesin istihbarat konusundan haberdar olduğu ancak istihbarattan anladıklarının ise birbirinden çok farklı olduğunu görürsünüz.
      İstihbarat, bu konuda araştırma yapan ve hatta kitap yazan kişiler arasında bile farklı anlaşılmakta ve tanımlanmaktadır. Tanımlar genellikle kişilerin mesleklerine, ilgilendikleri istihbarat dalına vb. göre değişmektedir. Dolayısıyla herkesin üzerinde uzlaştığı bir istihbarat tanımı bulunmamaktadır. Bu sebeple, öncelikle değişik kaynakları inceleyerek bunları yazanların istihbarattan ne anladıklarını tespit etmeye, bundan sonra da adım adım ilerleyerek bir sonuca varmaya ve genel bir istihbarat tanımı yapmaya çalışacağız.
      İstihbarat; Arapça, ‘’istihbar etme’’, ‘’haber ve bilgi alma’’ kelimesinin çoğuludur.[1] Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğüne göre istihbarat; ‘’Yeni öğrenilen bilgiler, haberler, duyumlar, bilgi toplama, haber alma.’’[2] olarak ifade edilmektedir.  Eş ve Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğüne bakıldığında ise istihbarat için; ‘’duyum / haberler’’ [3]karşılığı bulunmaktadır.
Bu tanımlar; kelimenin halk arasında güncel kullanımına ve sıradan insanların bu kelimeden anladıklarına da oldukça benzemektedir. Henüz kimsenin bilmediği bir hususu bilen bir kişi; ‘’Bir istihbarat aldım.’’ derken ‘’bir haber aldığını’’ kastetmektedir. Bir yerde, belirli konularla ilgili olarak, olup biten çoğu şeyi bilen kişilere de; ‘’İstihbaratı kuvvetli.’’ denmesinin sebebi, onun her türlü haberi duyduğunu veya geniş tanıdık çevresi sayesinde her konuda haber ve bilgilere kolayca ulaştığına inanılmasıdır. Yine, bir konuyu merak eden bir kişi; ‘’Gidip bu konuda biraz istihbarat toplayayım.’’ derken bilgi toplamayı kast etmektedir. Yani halk dilinde de istihbarat; ‘’haber ve bilgi alma’’ anlamına gelmektedir.
      Türkçe’de kullanılan istihbarat için Arapçada; ‘’Haberleşmeler, haberleşme dolayısıyla yapılan yazışmalar.’’ anlamına gelen ‘’Muhaberat’’ kelimesi kullanılmaktadır. Arap ülkelerinin çoğunda istihbarat teşkilatları da ‘’El Muhaberat’’ ismiyle görev yapmaktadır. İstihbarat kelimesi için Fransızca ve İngilizce’de kullanılan İntelligence kelimesi ise; ‘’akıl, zekâ, akıllılık, kafa, istihbarat’’[4] anlamlarına gelmektedir. Yine istihbarat kurum ve teşkilatları da aynı kelime kullanılarak ifade edilmektedir.
İstihbarat için bizim kullandığımız kelime ve Arapların kullandığı kelime daha çok haber elde etme, gizlice bir şey öğrenme, haberleşme, rapor etme vb. anlamlar çağrıştırırken Fransızca ve İngilizce’de akıl, zekâ vb. olumlu bir anlam taşıması toplumların kültürel farklılıklarından kaynaklanan bir durumdur.
      Bu kelime farklılığı değişik toplumlarda yaşayan insanların üzerinde de sözlük anlamlarına paralel bir şekilde değişik etkiler yaratmaktadır. Bizde ve Araplarda istihbarat/muhaberat; genelde endişe ve korku hisleri uyandıran, daha çok içe dönük kelimelerdir. Bu sebeple de bizde ve Araplarda istihbarata dar ve kısır bir anlam yüklenmektedir. Ancak olumlu anlam ifade eden Fransızca ve İngilizce İntelligence kelimesi, insanlar üzerinde aynı olumsuz etkiyi yaratmadığı gibi istihbarat konusunun daha geniş bir şekilde anlamlandırılmasına da imkan sağlamaktadır.
      Özetleyecek olursak, istihbarat; bir toplumda yaşayan kişilere göre farklı anlamlara geldiği gibi, değişik ülkelerde; ülkeler arasındaki kültürel farklılıklara ve hatta yönetim biçimi farklılıklarına göre de değişik anlamlara gelebilmektedir. Hal böyle olunca herkesin kabul edebileceği bir istihbarat tanımı yapmak daha da zor görünmektedir. Ancak yine de mevcut tanımları inceleyerek bir sonuca varmaya çalışacağız.
      Türkiye’de istihbarat konusunda yayımlanan kitaplar incelendiğinde; bu kitapların bazılarının konuya ilgi duyan ve daha çok uluslararası ilişkiler konusunda eğitim almış akademisyenler tarafından yazıldığı görülmektedir. Bu yazarlar, istihbaratı genel bir teoriye oturtmak çabası içinde olmuşlar, oldukça yararlı bilgiler vermişler fakat uygulama sahasında hiç görev yapmadıklarından anlatımları hem çok karmaşık, hem de biraz boşlukta kalmış gibi görünmektedir.
      Diğer bir grup yazar ise asker kökenli yazarlardır. Bu yazarlar; askerlik hayatları boyunca istihbarat faaliyetleri içinde ya bir istihbaratçı veya istihbaratı kullanan kişi olarak bulunduklarından oldukça pratik bilgiler vermişlerdir. Bu yazarların kitaplarında ise; teorik bir altyapı eksikliği hemen göze çarpmakta, ayrıca istihbaratın, bir istihbarat türü olan askeri istihbarat anlayışıyla anlatıldığı görülmektedir. Oldukça yararlı bilgiler verilmelerine rağmen bunlar da bizi aradığımız istihbarat tanımına tam olarak götürememektedir.
      Üçüncü bir yazar grubu vardır ki bunların ne akademik anlamda ne de pratik anlamda istihbarat konusu ile bir ilişkileri olmamıştır. Ancak, kişisel ilgileri sebebiyle istihbarat konularında araştırmalar yaparak elde ettikleri bilgileri yayımlamışlardır. Bu gruptaki yazarların bazıları oldukça faydalı bilgiler vermekle beraber, bunların büyük bir kısmının anlattıkları oldukça sınırlı ve derinliği olmayan bilgilerden ibarettir.
      Diğer bir yazar grubu ise, daha çok MOSSAD ve CIA gibi yabancı istihbarat servislerinde çalışmış olan kişilerden oluşmaktadır. Piyasada en çok bulunan ve ilgi çeken kitaplar da bu tür kitaplardır. Ancak bu kitaplarda, sadece anılar ve olaylar anlatılmakta, istihbarat kavramıyla ilgili teorik bilgi ya hiç verilmemekte veya konu içerisinde ve ancak istihbarata vakıf kişilerin anlayabilecekleri şeklinde anlatılmaktadır.
      Görüldüğü gibi mevcut yayınlarda her yazar grubu olayın belirli bir yönünden bahsetmiş, konu hakkında bütüncül eserler sunulmamıştır. Biz burada, bu yayınlardan da yararlanarak istihbaratın bütüncül ve kapsamlı bir tanımını yapmaya çalışacağız. Bu kitapların yanında, internet ortamında başta ABD askeri istihbarat talimnameleri olmak üzere NATO ülkelerine ait (Bizim talimnamelerimiz de bunlarla hemen hemen aynı içeriğe sahiptir.) birçok resmi talimname ve yardımcı yayın bulunmaktadır. Bu yayınlardan da faydalanmaya çalışacağız. Öte yandan benim meslek hayatım boyunca; İstihbarat Okulu'nda ve değişik askeri eğitim kurumlarında aldığım istihbarat eğitimlerden ve görevim esnasındaki uygulamalarıdan zihnimde kalan bilgilerden de yararlanacağız.
      Bizim ve NATO ülkelerinin çoğunun askeri talimnamelerinde verilen tanıma göre İstihbarat: ‘’Durum muhakemelerin yapılmasında, hareket tarzlarının, plânların ve harekâtın geliştirilmesi ve uygulanmasında yakın veya muhtemel önemi bulunan ve yabancı ulusların veya bölgelerin bir veya birden fazla yönü ile ilgili bütün mevcut bilgilerin toplanması, değerlendirilmesi, yorumlanması ve birleştirilmesinden çıkan sonuçlardır. Kısaca İstihbarat = Bilgi + Analizdir.’’[5]
      Görüldüğü gibi bu tanım tamamen askeri istihbarat ile ilgili olarak yapılmıştır. Ancak askeri talimnamelerde bu tanım istihbarat tanımı olarak verilirken ‘’askeri istihbarat’’ diye ayrı bir tanım da yapılmaktadır. Bu tanıma göre askeri istihbarat; ‘’Düşman ve düşman olması muhtemel taraf ile harekât bölgesine ait (hava ve arazi dâhil) haber ve bilgilerin toplanması, değerlendirilmesi ve yorumlanmasından elde edilen sonuçtur.’’[6] Bu tanımlara baktığımızda, aslında aralarında çok fazla bir fark olmadığı görülmektedir. Bu iki tanım birleştirilerek bunlardan bazı önemli sonuçlar çıkarılabilir.
      Tanımlara göre istihbarat bir amaca hizmet etmek için yapılmaktadır. Burada bu amaç; planların yapılması ve uygulanmasına yardım etmek olarak belirtilmiştir. İkinci belirtilen husus; istihbaratın sadece düşman hakkında değil hava ve arazi hakkında da yapıldığıdır. Üçüncü husus ise istihbaratın, bir dizi işlemden sonra elde edilen sonuçlar olarak belirtilmiş olmasıdır. Bu tanımlara göre istihbarat, bilgi veya haber değildir. Haber ve bilgiler; toplama, değerlendirme, yorumlama ve birleştirme diye dört bölüme ayrılan bir süreçten geçtikten sonra ortaya çıkan ürün istihbarat olmaktadır. Yani istihbarat; bilgi ve haberlerin analize tabi tutulması sonucu kendisine sunulacak makamın karar vermesine yardımcı olacak bir son üründür. Burada dikkati çeken diğer bir husus ta toplanacak bilgilerin niteliğidir. İnsanlar istihbaratı genellikle;  gizli yollarla, kendisi de gizli olan bilgilerin toplanması yani casusluk olarak anlamaktadırlar. Ancak burada gizli veya açık olmasına bakılmadan amacımıza hizmet etmesi mümkün her türlü bilginin toplanmasından bahsedilmektedir.  Yani istihbarat bir casusluk faaliyeti içine sıkıştırılmamakta, kapsamı genişletilmektedir.
      Ümit Özdağ istihbaratı; ’’Örtülü operasyon diye tanımlanan operatif faaliyetlerden ziyade bilginin toplanması ve analizidir.’’[7] diye tarif etmektedir.  Görüldüğü gibi burada da bilgi artı analizden bahsedilmekte ancak istihbarat bir sonuç değil bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Özdağ, aynı kitabında daha sonra şöyle demektedir; ‘’İstihbarat; her türlü politik, ekonomik, sosyal ve askeri olayı anlamayı ve geliştirmeleri öngörmeyi amaçlayan evrensel bir sosyal bilimdir.’’ Bu ifade, belki de istihbaratın yapılmış en iyi tanımlarından birisidir.[8] Çünkü bu ifade incelendiğinde; daha önce yapılan tanımdan farklı olarak istihbarat bir sosyal bilim olarak belirtilmiştir. Ayrıca burada istihbaratın mevcut durumu anlaması ve geleceğe ait öngörülerde bulunması gerektiği de söylenmektedir. Yani istihbarat; kuru bir ham bilgi değildir, olayları anlamayı ve gelecekte olacakları da öngörmeyi gerektirir.
      Sıddık YARMAN istihbarat için biraz daha farklı bir tanım yapmaktadır. ‘’İstihbarat; seçilen bir hedefe dönük toplanan düzenli bilgilerin, hedefin muhtemel davranış biçimini ortaya koyacak bir şekilde değerlendirilmesi sonucu elde edilen işlenmiş bilgi yumağı, üründür.’’[9] Bu tanım, diğer tanımlara göre daha özelleştirilmiş hususlar ihtiva etmektedir. Askeri talimnamelerdeki tanımda düşman veya düşman olması muhtemel hedeflerden bahsetmekle birlikte bu tanımda;  seçilen bir hedefe dönük bilgi toplamaktan bahsederek istihbaratın bir hedefe yönelik olarak yapılması gerektiği daha net bir şekilde ortaya konulmuştur. Tanımda bu hedefe ait düzenli olarak bilgi toplanmasından bahsedilerek istihbaratın sürekli ve planlı bir faaliyet olduğu da vurgulanmıştır. Bu tanımda ayrıca; hedefin muhtemel davranış biçiminin ortaya çıkarılmasından bahsederek istihbaratın elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi sonucu ortaya konacak daha rafine bir bilgiyi değil, düşman hareket tarzlarının tahminini gerektirdiği anlatılmaya çalışılmaktadır. Fakat bu tanımda da daha önceki bazı tanımlar gibi istihbarat bir süreç değil bir sonuç olarak tanımlanmaktadır.
      Ertuğrul GÜVEN istihbaratı; ‘’Bilgilerin toplanması, mevcut bilgilerle karşılaştırılması, bu bilgilerin analizi, değerlendirilmesi, birleştirilmesi ve yorumlanması sonucunda ortaya çıkan bir hasıladır.’’[10] diye tanımlarken şimdiye kadar bahsedilenlerden farklı olarak; istihbaratın bir bilgi havuzu, bir arşivi olması gerektiğinden ve yeni elde edilen bilgilerin bu mevcut bilgilerle karşılaştırılması gereğinden bahsetmektedir.
      Kendisi bir emniyetçi olan Ünal Acar ise istihbaratı; ‘’Genel anlamda, gelecekte gerçekleşebilecek olaylarla ilgili en doğru tahmini yapabilmek için gizlilik, tarafsızlık, doğruluk ve süreklilik ilkelerine göre toplanan bilgilerin değerlendirilmesi ile ilgili çalışmalardır.’’[11] şeklinde tanımlamaktadır. Burada ilk dikkati çeken husus bu tanımın; sürekli bir bilinmezle, her gün değişen suç çeşitleri ve her gün ortaya çıkan yeni suç örgütleri ile mücadele eden polisimizin de bakış açısını yansıtmasıdır. Polis, istihbaratın hem üreticisi ve hem kullanıcısıdır. Bu sebeple önünü görmek ve geleceği tahmin etmek isteği tanıma da yansımıştır. Burada dikkati çeken diğer bir husus; istihbaratın ilkeler bazında tanımlanması ve bir süreç olarak algılanıyor olmasıdır.
      Askerler, akademisyenler, araştırmacılar ve polislerin bakış açısına göre istihbarat tanımlarını inceledikten sonra son olarak MİT’in istihbaratı nasıl tanımladığını inceleyerek araştırmamıza son vermenin uygun olduğunu değerlendiriyorum. Elbette yerli ve yabancı daha birçok kaynakta yapılmış değişik istihbarat tanımları da mevcuttur. Ancak bunlara bakıldığında bazı küçük farklılıklar haricinde bizim şimdiye kadar incelediğimiz tanımlardan çok ta farklı olmadıkları görülmektedir.
      MİT, istihbaratı; ‘’Devlet tarafından belirlenen ihtiyaçlara karşılık olarak çeşitli kaynaklardan derlenen haber, bilgi ve dokümanların işlenmesi sonucu elde edilen üründür.’’[12] Olarak tanımlamaktadır. Burada ilk dikkat çeken husus MİT’in istihbaratı devlet için yaptığını tanımda da vurgulamış olmasıdır. MİT Stratejik seviyede istihbarat ihtiyaçlarını karşılayan ve doğrudan başbakana bağlı bir kurum olduğundan kendisinin doğrudan devleti ilgilendiren bir kurum olduğunu düşündüğü anlaşılmaktadır. Peki devlet derken ne kastedilmektedir? MİT; hükumet başta olmak üzere devletin tüm ana kurumları, TSK ve Emniyete istihbarat sağladığı gibi stratejik seviyede İKK (İstihbarata Karşı Koyma)’dan da sorumlu olan kurumdur. MİT aynı zamanda Türkiye’de diğer istihbarat teşkilatları ile istihbaratın koordinesinden sorumlu üst kurum durumundadır. Bu sebeple olsa gerek, MİT bu tanımla kendisinin devletin ihtiyaçlarını temin ettiğini belirtmektedir. MİT’in tanımında da istihbarat bir sonuç ve bir ürün olarak değerlendirilmekte, diğer tanımlarda bahsedilen haber ve bilgiden başka işleme tabi tutulacaklar arasında dokümanları da saymaktadır.
      Şimdi tüm bu tanımlamaları inceleyerek istihbaratın ne olduğuna adım adım ulaşmaya çalışalım.
      1. Tanımlardan çoğundan da anlaşılacağı üzere istihbarat sözlük anlamında ifade edildiği gibi haber veya bilgi demek değildir. Bunlar istihbaratın sadece birer girdileridir.
      2. Hangi kurum tarafından yapılırsa yapılsın istihbaratın bir hedefi vardır. Bu hedef bir devlet, bir suç örgütü veya bir terör örgütü olabilir.
     3. İstihbarat sadece hedefi değil o hedefin içinde bulunduğu; hava, arazi vb. diğer koşulları da inceler.
      4. İstihbarat rastgele yapılan bir faaliyet değildir. Bir amacı ve ulaşmak istediği bazı sonuçlar vardır.
      5. İstihbarat; haber, bilgi, belge, doküman vb. girdilerin belirli bir işleme tabi tutularak bazı değerlendirilmiş sonuçların/ürünlerin elde edildiği bir süreç içinde gerçekleşen bir faaliyettir.
      6. İstihbarat sadece gizli bilgilerin elde edilmesi ile ilgilenmez, açık kapalı her türlü kaynaktan elde edilen ve amaca hizmet edecek tüm bilgilerle ilgilenir.
      7. İstihbarat; örtülü operasyonlar, psikolojik harp, bilgi harbi, propaganda gibi hususları kapsamaz. Olsa olsa bunları yapacak birimler için gerekli bilgileri sağlar.
      8. İstihbarat sistemi; sadece askeri harekâtlar, polis operasyonları ve hükumet organları için faaliyette bulunmaz. Devletin tüm kurumlarının ihtiyaçlarına göre hareket eder.
      9. İstihbarat sürekli bir faaliyettir. Askeri istihbarat; barış zamanında da, emniyet istihbaratı; emniyeti ihlal eden bir durum henüz ortada yokken de, diğer istihbarat organları da herhangi bir kritik durum ortaya çıkmamışken de, yani tüm yıl boyunca, tam zamanlı olarak faaliyet gösterirler.
      10. Bu faaliyetler esnasında sürekliliği olan bilgiler bir arşiv veya bilgi havuzunda toplanır. Yeni bilgiler bu bilgilerle karşılaştırılarak elde edilen sonuçlar kullanılır ve bunlardan gerekli görülenler bu havuza ilave edilir.
      11. İstihbarat geçmişle de ilgilenir, ancak geçmişe ait bilgiler genel bir bilgi altyapısı oluşturmak için kullanılır. İstihbaratın asıl ilgilendiği; mevcut durumu anlamak ve gelecekte neler olabileceğine dair öngörülerde bulunmaktır.
      12. İstihbaratta kaynakların çeşitliliği önemlidir.
      13. İstihbarat önceden tespit edilen ihtiyaçlara göre yürütülür. Yani planlı bir faaliyettir.
      14. İstihbarat; devletin değişik kademelerinde görev yapan planlayıcılara, karar vericilere ve uygulayıcılara, bu faaliyetleri daha doğru ve uygun bir şekilde yapmalarına yardımcı olacak şekilde faaliyet gösterir.
      Bu tespit ettiğimiz temel hususlara başka bazı konular da ilave edilebilir. Ancak tespit ettiğimiz bu hususları göz önüne alarak bütüncül bir istihbarat tanımı yapmanın mümkün olduğunu düşündüğümüzden değerlendirmelerimize burada son veriyoruz.
      Konuyu tüm yönleriyle ele alarak değerlendirdikten sonra şöyle bir istihbarat tanımı yapmanın uygun olduğunu düşünüyorum: İstihbarat; ‘’Devletin her kademesindeki planlayıcıların; doğru planlama yapmaları, karar vericilerin; doğru karar vermeleri ve uygulayıcıların; uygun hareket tarzlarını doğru bir şekilde uygulamaları için, faaliyet gösterdikleri alanlarla ilgili olarak önceden belirlenen hedefler hakkında, her türlü kaynaktan elde edilen haber ve bilgilerin; (toplanması, değerlendirilmesi, yorumlanması ve birleştirilmesi suretiyle) analiz edilmesi sonucunda hedefin mevcut durumunun ortaya konulması ve gelecekte neler yapabileceğine dair öngörülerde bulunulması sürecidir.’’

Mehmet ÇANLI 25.11.2015

KAYNAKÇA:
[1] Ahmet YÜKSEL,2’nci Mahmut Devrinde Osmanlı İstihbaratı, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2013, s. 23.
[2] http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.52dddbf01a99e6.
52dddec69504e 9.76269754 (Erişim: 21.01.2014)
[4] http://www.seslisozluk.net/?word=%C4%B0ntelligence&lang=tr-en. (Erişim:21.01.2014)
[5] KKT 30-5, Muharebe Sahası İstihbarat Faaliyetleri, K.K. Basımevi, Ankara, 2002, s. 3-1.
[6] TSK İstihbarat Okulu, İstihbarat Subay Temel Ders Notları.
[7] Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, İstihbarat Teorisi, Kripto Yayınevi, 4. Baskı, Ankara, 2010,  s. 27.
[8] ÖZDAĞ, a.g.e.,s. 30.
[9] Sait YILMAZ, Dünyayı Yöneten Güç, İstihbarat Bilimi, Kripto Yayınevi, Ankara, 2013, s.99.
[10] Sait YILMAZ, a.g.e., s.119.
[11] Sait YILMAZ, a.g.e., s.155.

[12] http://www.mit.gov.tr/isth-olusum.html (Erişim:22.01.2014)