Metinde Geçen Önemli terimler: Suriye İç Savaşı, Rusya, Düşen Rus Uçağı, Maruniler, Nusayriler, Suriye Türkmenleri, Suriye Kürtleri, Şam, Halep, Hama, Humus, Lübnan, HİZBULLAH, Suriye'nin Jeopolitik Yapısı, 3. Dünya Savaşı.
Suriye, tarih
boyunca, Kuzeyde Toros Dağları, batıda Akdeniz, Güneyde Sina Yarımadası ve
doğuda çöl ile kaplı araziler arasında uzanan bir coğrafi bölge Suriye olarak
tanımlanmıştır. Bu bölge 18'inci Yüzyılda Avrupalı Tüccarla tarafından Levant,
Araplar tarafından ise çok eskiden beri Bilad al Şam olarak tanımlanmaktaydı.
Suriye, tıpkı Kafkasya gibi klasik ara
bölge özelliğinden dolayı kendisini her zaman güçlü devletlerle kuşatılmış olarak
bulmuştur. Anadolu ve Mısır ile Dicle ve
Fırat Nehirleri arasındaki topraklar daha fazla nüfusun yaşamasına imkân verdiği
için bu bölgelerde her zaman Suriye’ye göre daha güçlü devletler kurulmuştur.
Bu bölgelerde bulunan herhangi bir devlet güçlenerek genişlemeye başlayınca
doğal olarak yönünü hemen Suriye'ye dönmüştür.
Bu sebeple Suriye
genellikle; bölünmüş veya komşularınca işgal edilmiş, çok zayıf, içyapı olarak
parçalanmış ve coğrafi olarak kırılgan olduğundan hiç bir zaman kendi ayakları
üzerinde duramamıştır. Bu durum aslında güçlü devletler arasındaki sınır
bölgelerinin genel kaderidir.
Etrafındaki üç bölgenin aksine Suriye
coğrafyası, iç parçalanmaları önleyecek güçlü ve doğal bir yapıdan yoksundur.
Bir Suriye devleti, yaşayabilmek için sadece deniz ticareti yapabileceği bir
sahile ve deniz güçlerine karşı korunmaya değil aynı zamanda gıda ve güvenlik
sağlayacak verimli bir araziye de ihtiyaç duymaktadır. Ancak Suriye'nin zorlu
coğrafyası buna uygun değildir.
Suriye'nin uzun ve çok dar bir sahili
vardır. Dağlar denize çok yakın yerlerden başlamakta ve dik bir şekilde hemen
yükselmektedir. İçeriye gittikçe dağlar ve platolarda oluşan bir arazi ortaya
çıkmaktadır. Bu parçalı yapı tarih boyunca çeşitli azınlıklar, özellikle de
diğer bölgelere göre farklı din, inanç ve kültüre sahip küçük gruplar için
sığınak olmuştur. Bunun sonucunda buraya sığınan küçük gruplar; doğulu diğer
bölgelerdeki güçlü dini ve kültürel gruplar ile batıdan gelen istilacılara
karşı kendilerini tecrit etmişler fakat varlıklarını sürdürebilmek için, fırsat
bulduklarında kim olurlarsa olsun herkesle işbirliği yapmışlardır.
Akdeniz’le iç
bölgeleri ayıran uzun dağ bariyeri, Asi Irmağı boyunca kendini düzlüklere
bırakır ve Bekaa Vadisi, Anti Lübnan Dağları bölgesi, Havran Platosu ve Dürzi
Dağları boyunca tekrar keskin bir şekilde yükselmeden önce, buradaki küçük
gruplara, korunmak ve savunmaya hazırlanmak için büyük bir engebeli arazi sağlar.
Anti Lübnan
Dağlarının hemen doğusundaki, Barada Nehri, doğuya doğru akar ve çölde bir vaha
oluşturur. Bu vahada tarihin en eski dönemlerinden beri varlığını sürdüren Şam şehri
vardır. Sahile karşı iki dağ silsilesi ile korunan ve doğuda çöllerle çevrilmiş
olan Şam doğal bir kale gibidir. Bu sebeple merkezi Suriye’de olan devletler
Şam’ı daima başkent yapmışlardır. Fakat bu kalenin bir başkent olarak bölgesel
bir değeri olabilmesi için, dağlar arasından batıya, Lübnan sahillerindeki
Akdeniz limanlarına giden bir koridora ve aynı zamanda kuzeye doğru; Humus,
Hama, İdlip ve Halep'e giden yollara ihtiyacı vardır.
Şam'dan kuzeye giden arazi şeridi, sahil
şeridine göre, homojen bir nüfus için daha müsait bir yapıdadır. Kuzeyde Halep;
Bereketli Hilal'in ağzı boyunca konuşlanmış, Anadolu ve kuzey arasında Humus
kapısı yoluyla batıya, Akdeniz’e ve güneye doğru Şam'a açılan bir doğal ticaret
koridorudur. Bu sebeple her zaman Şam yönetimi için hayati bir ekonomik merkez
olmuştur. Fakat Halep, güçlü Anadolu devletleri için de bir hedef olmuş ve daima
saldırılara maruz kalmıştır. Öte yandan
Halep bazen de, Şam'a uzak mesafede oluşunu Şam'a karşı isyan etmek için
kullanmıştır.
Şam'dan doğuya gidince; Mezepotamya ve
Suriye arasında bağlantıyı sağlayan çorak bir bölge olan geniş bir çöl
bulunmaktadır. Bu bölgede yaşamaya uygun çok az yer olduğundan burada nüfus
yoğunluğu daima az olmuştur. Bu sebeple, bu bölge tarih boyunca, daha çok
kervan tüccarları ve Bedevi aşiretleri, günümüzde de Radikal İslamcı gruplar gibi
küçük gruplar tarafından kullanılmıştır.
Suriye'nin demografisi zamana göre büyük
değişiklikler göstermiş, Bizans döneminde çoğunluğu Ortodoks Hristiyanlar
oluştururken Müslümanların fethi ile daha büyük bir dini çeşitlilik ortaya
çıkmıştır. İslami mezhep çatışmalarının başlamasından sonra bir miktar Şii
nüfus ta bölgeye yerleşmiştir. Fakat zamanla, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu'dan
gelen birçok Sünni hanedanlıklar sayesinde nüfusun çoğunluğu Sünni Müslümanlara
geçmiştir. Sünniler ağırlıklı nüfus haline gelirken; Arap Çölü ve Şam ile Halep
arasında kalan bölgedeki daha muhafazalı sahile yakın dağlık bölge bir
azınlıklar mozaiği haline gelmiştir. Bundan sonra bu azınlıklar, birbirleri ile
ittifaklar kurarak ve deniz aşırı uzak bir deniz gücü ile işbirliği yaparak iç
bölgelerdeki dominant Sünni çoğunluğa karşı bir denge kurmaya çalışmışlardır.
Suriye bu dini gruplaşmanın yanında
milliyet esasına göre de çok sayıda ayrı unsuru barındırmaktadır. Bu
milliyetlerden en büyük unsur (Sünni ve Nusayri mezheplerinden ve bir miktar Hristiyan’dan
oluşan) Araplardır. Bunun dışında, Batı kaynaklarında ısrarla yok sayılarak
gösterilmemesine rağmen Suriye’de oldukça büyük bir Türkmen nüfusu da
bulunmaktadır. Daha Selçuklular döneminde bölgeye gelen Türkmenler, bu dönemde
ve sonrasında devleti yöneten hâkim bir unsura mensup oldukları için genellikle
şehirlerde ve stratejik arazi kesimlerindeki köy ve kasabalarda yerleşmişlerdir.
Suriye’deki toplam Türkmen sayısının 300
binden 3,5 milyona kadar değişik miktarlarda olduğu iddia edilmektedir.
Türkmenlerin büyük çoğunluğu Sünni olmakla birlikte önemli miktarda Alevi
Türkmenler de bulunmaktadır. Türkmenler, yoğunluk olarak Halep, Humus, Hama,
Lazkiye, Golan Tepeleri, Şam, Dara ve İdlib gibi önemli şehirlerde ve bu
şehirlere bağlı köylerde yaşamaktadırlar. Türkmenler, sadece köy ve kasabalarda
Türkçe konuşabildikleri için köylerde dillerini koruyabilmiştir. Şehirlerde
yaşayan çoğu Türkmen ise, dillerini unutmuş olsalar da Türkmen kökenli
olduklarını bilmektedirler.
Suriye’de
varlıkları son yıllarda konuşulmaya başlanılan diğer bir etnik grup ta
Kürtlerdir. Kürt nüfusu birbirleriyle
irtibatı olmayan üç bölgede yaşamaktadır. Bu nüfusun yüzde 30’u Afrin ve
civarındaki Kürt Dağı bölgesinde, yüzde 10’u Ayn el Arab (Kobani) bölgesinde,
yüzde 40’ı Cezire (Kamışlı) bölgesinde, kalan kısmı ise değişik bölgelerde
yaşamaktadırlar. Bu Kürtlerin çoğu bölgeye sonradan gelmiş olup diğer etnik
gruplara göre daha az Suriyeli olarak kabul edilmektedir.
Suriye’nin, kısa
sürede çok sayıda gruba ayrılarak yoğun bir iç savaşa girmesinin temelinde bu
etnik ve dini yapı ile geçmişte bu yapıyı kullanarak egemenliğini sağlamaya
çalışan Fransız sömürgeciliğinin yarattığı gruplar arsındaki yoğun nefret
duygusu vardır. Suriye ve çevresi ile çok erken dönemlerden beri güçlü ticari
bağlantıları olan Fransızlar, bölgede etkin olabilmek için daima azınlıkları
maniple etme stratejisi uygulamışlardır.
Fransızlar daha
çok; Lübnan'da Marunî Hristiyanları ve Suriye’de sahil kesiminde yaşayan
Nusayrileri ön plana çıkarmışlardır. Nusayrilere dini bir statü ve kabul
edilebilirlik kazandırmak için onları Arap Alevisi olarak isimlendirmiş ve
Fransız mandası süresince Suriye ordusunu bunlarla doldurmuşlardır. 1943
yılında Fransız mandası sona erince, Nusayriler orduya ve özellikle de subay
kadrolarına hâkim durumdaydılar. Nitekim bunlardan biri olan Hafız Esat'ın 1970
yılındaki darbesi ile Suriye'de tam olarak Nusayri egemenliği başlamıştır. Bundan
sonra ülke nüfusunun çok küçük bir bölümünü oluşturan Nusayriler çoğunluğu
oluşturan diğer unsurları yönetmişlerdir.
Bunun için de, devlet
yapısını halkın her hareketini kontrol altına alabilecek ve her türlü
başkaldırıyı anında ortadan kaldıracak şekilde örgütlemişlerdir. Bu sistemin
temelini Muhaberat ismindeki istihbarat teşkilatı oluşturmuştur. Muhaberat
ülkeyi kısa sürede tamamen eline almış, 2-3 ev olan mezralarda bile mutlaka bir
eleman bulundurarak, büyük şehirlerden kırsalın en ücra köşesine kadar acımasız
bir kontrol sistemi kurmuştur.
Muhaberat sadece
bir istihbarat örgütü değildir. Çünkü muhaberat devlet memurlarını da kontrol
altında bulunduracak şekilde devlet kurumlarının tamamına personel
görevlendirmiştir. Bunların bir kısmı da kimliği açıkça bilinen personeldir.
Suriye sınırında görev yaptığım yıllarda huduttan sorumlu Suriyeli albayla
yaptığımız her görüşmeye bir Muhaberat binbaşısı da katılıyor ve karşılıklı görüşülen
konuları ancak o onaylarsa Albay imzalayabiliyor veya kabul edebiliyordu. Yani
denilebilir ki Suriye’nin bir istihbarat örgütü değil de Muhaberat’ın bir
Suriye Devleti vardı. Devlet adeta istihbarat devleti olmuştu.
Bunun yanında
diğer unsurların isyanını bastıracak şekilde ordu haricinde Cumhuriyet
Muhafızları diye ayrı bir askeri birim kurulmuştu. Genellikle Suriye’nin en iyi
araç, silah ve teçhizatına sahip olan bu birimin birliklerine Esat ailesi veya
yakınları komuta ediyor ve 1980’li yıllarda Müslüman Kardeşler ’in Halep ve
civarında başlattığı isyanda olduğu gibi, isyancıları yaş ve cinsiyetlerine
bakmaksızın acımasızca yok ediyordu.
Bu durum da, kendisinin
sistemden dışlandığını düşünen Sünni kesimde, devlete ve devleti idare ettiğini
düşündüğü kesimlere karşı çok katı bir düşmanlık ortaya çıkarmıştı. 2000’li
yıllarda hudutta çalışırken benim konuştuğum her Sünni Arap ve Türkmen
devletten ve Nusayrilerden nefret ediyor ve bir gün fırsat çıkarsa onların
kendilerine yaptığı zulmün hesabını mutlaka soracaklarını söylüyordu. Zaten alt
yapısı olan bu ayrışma ve düşmanlığın da etkisiyle 2010 olayları hemen
büyüyerek bir iç savaşa dönüşmüştür.
Çatışmalar, bu
gün iddia edildiği gibi sadece basit bir mezhep ayrımcılığından çok, devlet
yönetimine katılanlar ile onların baskısına uğradığını düşünenler arasındaki
biriken nefret ve düşmanlık sebebiyle birden bire her yere yayılmıştır. Çatışmalarda
tarafların birbirlerine çok acımasız davranmalarının temelinde de uzun süredir
biriken nefret duygusunun etkili olduğunu düşünüyorum. Bu nefret, özellikle
Suriye’nin kuzeyi bölgesinde, 1980’lerdeki isyan hareketlerinin suçlu-suçsuz
ayırmadan çok sert bir şekilde bastırılması ve ardından yoğun muhaberat baskısından
kaynaklanmaktadır. Zaten taraflara bakarsanız, eski hükümetle işbirliği
içindeki Bazı Sünni Arap kabileleri hala merkezi hükümeti desteklemeye devam
ederken muhalefet grupları ise bu Sünnilerle de çatışmaktadırlar.
Netice olarak bu
iç savaş, uzun süreli bir birikimin patlamasından başka bir şey değildir. Ancak
patlama o kadar şiddetli olmuştur ki bundan sonra, parçalanan yapının gelecekte
yeniden bir araya gelmesi mümkün görünmemektedir. Bu patlama sadece Suriye’de
değil, neredeyse tüm dünyada bazı şeylerin dağılmasına da sebep olmuştur. Zamanla,
birçok devletin çatışan tarafların birinin yanında yer almaya başlaması ve
çatışmalara fiilen destek vermesiyle, bu bölgesel çatışma artık bir dünya
sorunu olmaya ve ‘’Dünya güç mücadelesinde ben de varım.’’ diyen devletlerin
model bir arazide yaptığı üçüncü dünya savaşı niteliğine bürünmeye başlamıştır.
Bu minyatür dünya savaşının ilk sürtüşmesi de Rusya ile Türkiye arasında
yaşanmış, bunun sonucunda zayiat veren ilk ülke Ruslar olmuştur. Suriye sorunu
uzamaya devam ederse, tüm bu gelişmelerden sonra, bu tür sürtüşmelerin artması
ve model arazi savaşının genişleyerek en azından bölgesel bir savaşa dönüşmesi
riski, artık o kadar uzak bir ihtimal olarak görünmemektedir.
M.Ç. 25.11.2015
Suriye ile bağlantılı diğer bir yazımı okumak isterseniz:
Putin’in Yönetimindeki Rusya’nın Uyguladığı Emperyal Strateji ve Suriye Gerçeği.
Suriye ile bağlantılı diğer bir yazımı okumak isterseniz:
Putin’in Yönetimindeki Rusya’nın Uyguladığı Emperyal Strateji ve Suriye Gerçeği.
Kaynakça:
Stratfor Düşünce Kuruluşu'nun internet sitesi.
http://www.turkomania.org/tr/wp-content/uploads/1-syria-ethnic-map-turkmen-ethnicity-population-and-density22.jpg
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2015/01/05/7393/suriye-kurtleri-suriyenin-kuzeyinde-etnik-yapi-ve-kurt-nufusu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder