30 Aralık 2015 Çarşamba

Savaşların ortaya çıkışı ve orduların gelişimi ile ilgili sonuçlar. The results.

14. Sonuçlar.
The results.

      (Önemli kelimeler: Savaş, Strateji, Tarih, İnsanlık Tarihi, Sıcak Savaş, Siber Savaş, Konvansiyonel Savaş, Nükleer Savaş, Biyolojik Savaş, Soğuk Savaş, Asimetrik Savaş, Psikolojik Savaş, Ekonomik Savaş, Demografik Savaş, Teknolojik Savaş, Edirne, TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri, Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti, Kafkasya, Doğu Anadolu, Edirne)

     Yukarıda, savaş ve orduların ortaya çıkışı ve gelişimini, insanoğlunun gelişim sürecini tahayyül etmeye çalışarak, tarihi süreç içerisinde inceledik. Gerçi, 1970’lerde bazı maymun türlerinin gözlemlenmesi sonucu, maymun türlerinin de askeri gruplar halinde teşkilatlanabildikleri, grup içinde bireysel mücadelelerin yanında gruplar arasında kitlesel savaşlar yaptıkları, bu savaşlarda grup lideri kontrolünde belli bir planlamaya göre bazı askeri taktik ve stratejiler uyguladıkları gözlemlenmiştir. Buradan hareketle, evrime inananlar tarafından; askerlik ve savaşın insanın insan olmadan önceki dönemlerinde de var olduğu iddia edilmektedir. Ancak biz, bu tür konulara girmek istemediğimizden ordular ve savaşları insanların, insan olarak bu dünya üzerinde dolaşmaya başladıkları zamandan başlattık. Bunun sonucunda da şu sonuçlara ulaştık.
    -Savaş, insanlık tarihi kadar eskidir. Çünkü insan, var oluşunun başlangıcından beri varlığını sürdürebilmek için savaşmak zorunda kalmıştır. Bu sebeple savaş insanoğlu için ahlaki, felsefi veya dini bir seçenek değil bir zorunluluktan ibaret olmuştur. İnsanlar; değişik dini, felsefi, ahlaki vb. sebeplerle savaşa karşı olduğunu söyleyebilir fakat bir toplum veya devlet varlığını sürdürmek istiyorsa mutlaka savaşmak zorundadır. Bu durum geçmişte olduğu gibi bu gün de değişmemiştir. Bunun en basit kanıtı, günümüzde herkes barışın erdeminden bahsetmesine rağmen, dünyanın değişik bölgelerinde her yıl birçok savaşın ortaya çıkmasıdır.
    -Eskiden ‘’savaş’’ terimi sadece sıcak savaş anlamında kullanılırken günümüzde savaş teriminin kapsadığı anlam oldukça genişlemiştir. Şimdi, konvansiyonel savaşın yanında; nükleer savaş, biyolojik savaş, soğuk savaş, asimetrik savaş, psikolojik savaş, ekonomik savaş, demografik savaş, teknolojik savaş ve siber savaş gibi onlarca savaş türünden bahsedilmektedir. Bu sebeple savaş günümüzde, eski zamanlardan daha fazla kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur. Çünkü savaş konuları neredeyse yaşamın tüm alanlarını kapsar hale gelmiştir. Bunun sonucunda da; eskiden silahlı çatışmaların sona erdiği dönemlere barış dönemleri denilirken artık bu barış dönemleri sadece savaşın başka vasıtalarla devamı haline gelmiştir. Üstelik bu yeni savaş türlerinin birçoğu tüm dünya çapında uygulandığından savaş eskiye göre oldukça yaygınlaşmıştır. Böylece, günümüzde barış dönemi diye bahsedilen dönemlerde sadece silahlı çatışmalara son verilmekte ama savaş diğer türlerinin uygun kombinasyonlarıyla tüm dünyada devam etmektedir.
     -Savaş ve orduların gelişimi ile ilgili diğer önemli bir husus ta; savaşın ve orduların coğrafya  tarafından şekillendiği konusudur. İnsanoğlu doğanın çocuğudur. Belli bir coğrafyada yaşayan insanoğlu yaşamını sürdürebilmek için bu coğrafyanın şartlarına kendini uydurmuş, bu coğrafyada bulduğu malzemeyi kullanmış ve bu coğrafyadan beslenmiştir. Yani insanı coğrafya şekillendirmiştir. Dolayısıyla, değişik bölgelerde yaşayan insan topluluklarının savaş yöntemlerinden silahlarına kadar tüm ordulaşma süreçlerinde de coğrafya belirleyici unsur olmuştur. Bunun sonucunda her bölge; içinde yaşayan toplumların ordularının oluşmasında, silahlarının gelişmesinde, savaş yöntemlerinde ve hatta savaş taktik ve stratejilerinde kendine has özellikler ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ancak; kitlesel göçler ve farklı askeri kültürler arasında yaşanan savaşlarla birlikte farklı kültürler arasında etkileşim yaşandıkça, değişik bölgeler arasında silah, teçhizat, taktik ve stratejilerde de karşılıklı etkileşim yaşanmıştır. Bu da dünyada orduların ve askeri kültürün gelişmesinde büyük etkiler yaratmıştır. 
     -Bugün teknoloji çok ilerlemesine rağmen coğrafya savaş ve ordular üzerinde hala oldukça etkilidir. Örneğin; Kafkasya ve Doğu Anadolu gibi dağlık ve parçalı arazilerde büyük zırhlı birliklerle geniş kuşatmalara dayanan stratejiler uygulamak hala mümkün değildir. Bunun yerine, bu bölgelerde; uçar birlik harekatına ağırlık veren, özel birliklerin yoğun olarak kullanıldığı stratejiler kullanmak daha uygun görünmektedir. Bu sebeple bu bölgelerde ordu teşkilatları da buna göre oluşturulmak zorundadır.
-Tüm bunların sonucunda şunu söylemek mümkündür: Türkiye, silahlı kuvvetlerini, silah çeşitlerini ve stratejilerini kendi ülke coğrafyası ve çevresindeki coğrafyayı dikkate alarak yeniden teşkil ve teçhiz etmelidir. Bunu yaparken jeopolitikte ve jeostratejik durumda ortaya çıkan gelişmeleri de dikkate almak zorundadır. İran, Kafkasya ve Balkanlar gibi iki dağlık bölge ile Irak ve  Suriye gibi çöl arazileri ile kaplı bir bölgeye komşu olan, yıllardır iç güvenlik sorunu ile uğraşan, soğuk savaşın ardından dünyanın en önemli çatışma ve savaşları çevresinde yaşanmış olan Türkiye’nin Soğuk Savaş şartlarına göre oluşturulmuş ve konuşlanmış bir ordu ve soğuk savaş dönemi stratejileri ile yoluna devam etmesi mümkün değildir. Bunda ısrar edilirse, bu durum Türkiye’nin geleceği açısında büyük yıkımları da beraberinde getirebilir. Bernard Lewis’in de belirttiği gibi; ‘’Ateşli silahların yoğun kullanımı Avrupa’da feodaliteyi tasfiye ederken Osmanlı İmparatorluğu’nda, ateşli silahlarla savaşmaya uygun olmayan Tımarlı Sipahiler tasfiye edilmeyince bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiye edilmesine sebep olmuştur. Eğer benzer bir kader yaşansın istenmiyorsa, Türk Ordusu aynı hatayı tekrarlamayıp kendini yeni şartlara göre yeniden organize etmek zorundadır.
     -Bunun için hemen harekete geçmek gerekmektedir. TSK’nın hantal bürokratik yapısı içinde yıllarca sürecek olan anlamsız tartışmalarla vakit kaybedilmemelidir. Çünkü bizim coğrafyamız tarihin başlangıcından günümüze kadar en çok savaş yapılan bir coğrafyadır. Örneğin dünyada en çok savaş yapılan yer Edirne’dir. Antik dönemden itibaren yapılan deniz savaşlarının ezici bir çoğunluğu, ya bizim kıyılarımızda veya kıyılarımız olan denizlerde yapılmıştır. Yani bu topraklar savaşın topraklarıdır. Savaşlar günümüzde çok fazla alarm vermeden birden bire ortaya çıkabilmektedir. Bu sebeple, Türkiye her zaman savaşa hazır olmak zorundadır. Sadece atıl bir şekilde de değil. Her değişikliğe anında uyum sağlayacak şekilde ve hatta çatışmalar ortaya çıkmadan önce proaktif bir yaklaşımla hazır olmalıdır. Bunu yapmadığı için kumpaslarla (asimetrik psikolojik savaş, siber savaş ve bilgi terörü yöntemleriyle), yetişmiş personelinin çoğunu kaybettiğini ve adeta tek mermi atılmadan sırtının yere getirildiğini unutmamalıdır. Bu sebeple TSK, değişik savaş türlerine karşı savaşacak şekilde hazırlanmaya hemen başlamalıdır.
Arz ederim.

28.12.2015. M.Ç.


1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2.  http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html

12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html
14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html

Diğer Bölgelerde Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi: The formation army and development or war in other regions.

13. Diğer Bölgelerde Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi.
 The formation army and development or war in other regions.



    Burada Afrika’nın iç kesimlerinden ve Amerika kıtalarından pek fazla bahsetmeyeceğiz. Çünkü bu bölgelerde askeri gelişmeler Asya-Avrupa ve Akdeniz havzasına göre geç döneme kadar yeterince gelişmemiştir. Bunda daha önce bahsettiğimiz tecrit edilme durumu gibi bu kıtalarda çok geniş alanlarda oldukça seyrek nüfus olmasından dolayı da insanlar gelişmek için büyük ihtiyaç hissetmemişlerdir. 
    İnsanı ve hatta tüm canlıları bir yetenek geliştirmeye sevk eden şey bir dış düşmanın varlığıdır. Buralarda dış düşman olmadığından, iç düşman da yeterince büyük bir tehdit oluşturamadığından, insanlar savaşlar nedeniyle toplu olarak büyük mesafelere göç edip yeni şartlara uyum sağlamak zorunda kalmamışlar, dolayısıyla gelişme daha yavaş olmuştur. Bu sebeple İspanyollar Amerika’ya gittiklerinde ateşli silahlar ve çelik kılıçlar kullandığı halde orada karşılaştıkları ve oldukça karmaşık şehir sistemleri, dini ve sosyal sınıflar kurmayı başarmış olan İnka İmparatorluğu savaşçıları hala bronz kılıçlar ve mızraklar kullanıyorlardı.
    Savaş teknolojileri gibi, çevrelerinde kendilerine meydan okuyabilecek başka güçlü devlet olmadığından, savaş taktik, teknik ve stratejileri de oldukça geri durumdaydı. Bu sebeple az sayıdaki İspanyol, koskocaman bir yerli imparatorluğunu ortadan kaldırmayı başarabildi.
    Aynı durum Afrika’ya giden Avrupalılar için de geçerlidir.

30.12.2015. M.Ç.

 1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2.  http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html

12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html
14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html

Denizci Uluslarda Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi. The formation of army and development of war in maritime nations.

12. Denizci Uluslarda Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi. 
The formation of army and development of war in maritime nations.

    Şimdi de buraya kadar açıklamaya çalıştığımız kara devletlerini ve bunların ordularını bir yana bırakarak biraz da deniz kenarında veya adalarda yaşayan toplumlara göz atalım.
Deniz, insanlar için başlangıçta olduğu gibi bu gün de bir engeldir. Onunla mücadele etmek ve onun üzerinde hayatta kalmak oldukça zordur. Bu sebeple deniz kenarında yaşayan insanların gelişimini denizlerden çok üzerinde yaşadıkları kara parçalarının özellikleri etkilemiştir. Bunu kısaca şöyle açıklamaya çalışalım. Eğer bir toplumun üzerinde yaşadığı kara parçası bir kıtanın uzanımıysa ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanları kolayca besleyebiliyorsa böyle yerlerde insanlar denizciliği ikinci derecede önemli bir unsur olarak görmüşler ve gerçek anlamda denizci bir ulus olamamışlardır. Buna Çinliler, Anadolu’ya geldikten sonra Türkler ve Hintliler başlıca örnekler olarak verilebilir.
    Ancak bir kıta kenarında da olsalar, eğer insanların kıta içleriyle irtibatını kesen denize paralel yüksek sıradağlar veya verimsiz çöller varsa ve topluluğun yerleştiği bölge o toplumu beslemeye yetmiyorsa bu insanlar da ticaretle geçinen denizci uluslar olmuşlardır. Bunda denizin ulaştırma ve avcılık gibi konulara uygunluğu da etkili olmuştur.
    İnsanoğlu her zaman tembel ve kolaycı olmuştur. Yaşaması için ne kolaysa onu yapmayı tercih etmiştir. Bu tür denizci uluslara da en uygun örnek başlangıçta Suriye kıyılarında yaşayıp zamanla tüm Akdeniz’de koloniler kuran Fenikelilerdir. Bunlar daha sonra esas merkezlerinde zayıflasalar da Fas’ta bulunan Kartaca şehri merkezinde tüm Akdeniz’de etkili denizci bir imparatorluk oluşturmuşlar ve Romalılar Kartaca’yı yakana kadar Akdeniz’de başlıca belirleyici güç olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
    Deniz kenarında yaşayan insanlardan ayırt edici bir özelliğe sahip olan diğer bir örnek ise Yunanlılardır. Yunanlılar, Güneydoğu Avrupa’da Ege Denizine uzanan bir yarımadada yaşama başlamışlardır. Yunan ana karası belli bölgelerde tarım yapılmasına ve kıyı balıkçılığına uygun olsa da nüfus arttıkça bu besin kaynakları tüm halkı beslemeye yeterli olmamaya başlamıştır. Fakat bu ulus hiçbir zaman, ne kara devletleri gibi ne de Fenikeliler gibi merkezi bir krallığa bağlı büyük bir siyasi yapı, yani büyük bir imparatorluk kuramamıştır. Bunun da en büyük sebebi coğrafi yapılarıdır.
    Yunan ana karası dağlar, nehirler vb. engellerle birbirinden ayrı, kuzeye gittikçe daha da dağlık bir araziden oluşan parçalı bir yapı arz etmektedir. Bu yapısıyla Kafkasya bölgesinin bazı temel sorunlarını içinde taşımaktadır. Bu sebeple yaşama uygun vadilerde, küçük ovalarda ve deniz kenarlarında birbirinden müstakil şehir devletleri kurmuşlardır. Bu bölge bir kralın egemenliğine girmeden yaşadığı gibi buradaki şehirlerde ekonomik sebeplerle uzun süreli krallıklar nadiren yaşayabilmişlerdir. Burada, Ege denizi gibi birçok yaşam imkânı olan kıyılarda yapılan balıkçılık, şehirler arasında yapılan ticaret gibi sebebiyle büyük bir gücü eline geçirebilecek liderler nadiren çıkmıştır. Bu sebeple şehirler, genellikle toplumun daha zengin kesiminin ortak idaresi olan ve bu günkü demokrasiye pek te benzemeyen bir demokratik idare geliştirmişlerdir. Ege denizindeki adalar tek başına güçlü bir siyasi yapı oluşturacak kadar büyük olmadıkları için de Yunanlılar; Girit ve Rodos adaları hariç ana karayı tehdit edebilecek bir kuvvetle karşılaşmamışlardır.
    Bu şehir devletleri, zamanla ticarette gelişme göstererek, Fenikeliler kadar olmasa da, Ege ve Karadeniz sahillerinde birçok ticari üs oluşturmayı başarmışlardır. Ancak bu devletler sürekli olarak birbirleriyle mücadele halinde olduklarından ve en güçlü şehir devletinin bile çıkarabileceği asker sayısı çok kısıtlı olduğundan büyük bir askeri gelişme gösterememişlerdir. Platon’un ‘’Devlet’’ isimli eserinde Sokrates’in ağzından verdiği diyaloglarda profesyonel bir ordunun devlet için ne kadar önemli olduğundan bahsedilse de Yunan şehirleri uzun süre, halk orduları denilebilecek küçük ve sadece savaş durumunda toplanan ordularla yetinmek zorunda kalmışlardır.
    Bu ordular, savaş durumunda işini gücünü bırakan genç erkeklerin, düşmanı karşılayacakları bir meydanda toplanması ile teşkil edilmiştir. Bunların kısa kılıçları, hem savurabilecekleri ve hem de ellerinde tutarak dürtücü bir silah olarak kullanabilecekleri orta uzunlukta mızrakları vardır. Hemen her savaşçının sol eliyle tutabileceği küçük bir kalkanı ve kesici delici silahlara karşı koruma sağlayan kalkanlar gibi üzeri bronz levhalarla kaplı tahta veya deri zırhları vardır. Zenginlerin zırhları ise blok olarak bronzdan dökmedir.
    Anadolu kıyıları oldukça uzak, adalar ise ele geçirene büyük bir güç kazandıramayacak kadar küçük olması sebebiyle şehirler arasında genel bir denge bulunan Yunanlılar, kendi aralarından biri güçlenerek sivrildiğinde ve Anadolu veya Bakanlar üzerinden bir saldırıya uğradıklarında çeşitli ittifak kombinasyonlarıyla bazen oldukça ciddi sayılara ulaşabilen sürekli savaşlar içinde yaşamışlardır. Bu ittifaklar özellikle Ege kıyılarındaki bazı devletlere, Makedonlara ve daha sonraları Romalılarla İranlılara karşı yaygın olarak yapılmıştır.
Yunan şehirleri, zaman içinde Korsika ve Anadolu kıyılarına doğru yayıldıkça, kara savaşı kadar deniz savaşlarına da ağırlık vermeye başlamışlardır. Yeni kolonilerle zenginleşen ve nüfusları artan bu şehir devletleri askeri güçlerini de artırmış ve kurdukları üs ve limanlarla etkilerini Ege Denizi, Marmara Denizi ve Karadeniz ile Anadolu’nun Akdeniz kıyılarına kadar yaymışlardır. Ticareti deniz yolu ile yaptıklarından dolayı askerlikte de denizciliğe daha fazla önem vermişler ve bu bölgelerde etkin bir deniz kuvveti oluşturmayı başarmışlardır. Ancak yine de coğrafyanın zorlamalarından kutulamamış ve büyük bir imparatorluk kuramayarak küçük şehir devletleri ve şehirler federasyon veya konfederasyonları olarak hayatlarını sürdürmüşlerdir.
    Önlerinde pek fazla ada olmadığı için su ülkesi olarak parçalanmamış bir yapı bulunan Fenikeliler ise Yunanlılara göre daha farklı bir gelişme takip etmişlerdir. Önceleri Suriye kıyılarında kurdukları liman şehirlerinde yaşayan ve bölgedeki ağaçları kullanarak çok sayıda ticaret gemisi yaparak Doğu Akdeniz limanları arasında ticaret yapan Fenikeliler zamanla tüm Akdeniz’e yayılarak değişik bölgelerde ve değişik kıtalarda şehirler ve koloniler kurarak büyük bir ticari kültür ve imparatorluk oluşturmuşlardır.
    Bunlar zenginleştikçe ordulaşmaları ve askeri düzenleri de buna uygun olarak değişim göstermiştir. Başlangıçta ana limanlarını koruyacak kadar bir ordu ve yakın bölgelerle yaptıkları ticareti emniyetle devam ettirecek kadar bir deniz gücü oluşturan bu kültür, asker ihtiyacını kendi nüfusundan temin ederken, toplumda zengin sayısı arttıkça askerlik sistemini de değiştirmiştir. Ticaretle uğraşan zengin insanlar, kendileri ölüm tehlikesini göğüslemek yerine, savunma için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek için kiralık askerlerin ücretini ödemeyi tercih etmeye başlayınca buna bağlı olarak ordu ücretli askerlerden teşkil edilen profesyonel bir yapıya kavuşmuştur.
    Fenike medeniyetinin etki merkezi Kartaca’ya kaydıktan sonra bu devlet tüm Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Güney Avrupa’da koloniler oluşturmuş, şehirler kurmuş ve buralarda askeri güç konuşlandırmıştır. Tüm bu üslerin ortasında Akdeniz bulunduğundan, bu İmparatorluk güçlü bir donanma ve çok gelişmiş askeri limanlar inşa etmiştir. Fakat Hannibal döneminde; İspanya’da genişleme sonucunda kendilerine rakip Roma gibi bir gücün ortaya çıkması ve Korsika’daki şehirleri ele geçirmeye başlaması ile kara savaşları yapmaya ve büyük kara orduları kurmaya mecbur kalmıştır.
    Dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü generallerinden olan Hanibal, yerli İspanyollardan da takviye ettiği ordusu ile karadan Roma üzerine yürümüş, yol üzerinde başta Etrüskler ve Galyalılar olmak üzere Roma ile çatışma halinde olan ne kadar unsur varsa bunlarla ittifaklar kurarak Alpleri aşmış ve Roma üzerine yürümüştür. Denizci bir kültürden gelmesine rağmen dahi bir general olan Hanibal dünya kara harp tarihine geçmiş ve bugün de kabul gören birçok yeni manevra şekilleri ile taktik ve stratejik esasları başarı ile uygulayarak Roma’yı yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. Ancak tamamen bir tarım ülkesi olarak kurulmuş ve devlet şekli ile toprak düzenini askeri teşkilatını destekleyecek şekilde kurmuş olan Roma karşısında yenilmekten kurtulamamıştır. Hanibal alacağı ücretten başka motivasyonu olmayan paralı askerler ve ancak başarılı olduğu müddetçe yanında duran yabancı müttefiklere dayanırken Roma tüm ülke nüfusunu asker olarak kullanabilecek bir askeri sisteme sahiptir. Bu sebeple Roma, başlangıçta sürekli yenilip yok olan ordusunu kısa sürede tekrar kurabilmiş fakat Hanibal’ın etrafındaki müttefikler ilk başarısızlığın ardından dağılmaya başlamıştır.
    Neticede belirli sayıda askere sahip bir ordusu olan ve Kartaca’daki merkeze bağlı çok geniş bir alana yayılmış olan Hanibal’ın imparatorluğu bu kuvvetini çok fazla yaymak zorunluluğundan dolayı askeri olarak yenilmiş ve Kartaca Şehri yok edilince de; her yere kollarını atmış bir ahtapot görünümündeki imparatorluk, kafası koparıldığı için hemen ölmüş ve ortadan kalkmıştır.
    Deniz kültürleri olarak bahsetmek istediğimiz diğer bir kültür de ada kültürleridir. Adalar denizin ortasında tecrit edilmiş bir yapıda olduğu için adalarda yaşayan insanların genelinde benzer bir adalı psikolojisi olduğu söylenebilir. Bu kısmen doğru olmakla birlikte adaların şekli, büyüklüğü, etrafında başka ada olup olmadığı, varsa bu adaların yakınlığı ve büyüklüğü, adanın kıtalara veya büyük bir adaya yakınlığı, doğal kaynakları vb. hususlara göre adalarda hem genel insan gelişimi hem de askeri gelişim farklı olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir.
    Öncelikle adaların konumuna göz atalım. Eğer ada dünyanın yaşam olmayan bölgelerine yakın yerlerde ise bu adada ya insanlar yaşamamakta veya yaşasa bile bunlar çok az sayıda olduğundan ve hayatta kalmak için büyük mücadeleler vermek zorunda kaldığından ancak hayatta kalmalarını sağlayacak adaya mahsus temel yetenekleri geliştirebilmektedirler. Grönland gibi adalar ve kutuplara yakın diğer adalar bunlara örnek verilebilir. Buralarda çok az insan yaşayabildiğinden ve asker beslemek, devlet teşkilatı kurmak için olmazsa olmaz artık değer üretemediklerinden daha önce bahsettiğimiz toplumlar gibi bir gelişme gösteremezler.
    Uygun iklim koşulları olsa bile büyük adalara veya kıtalara uzak yalıtılmış adalarda da gelişmiş bir askeri ve siyasi sistem kurmak zordur. Çünkü bunlar sadece kendi kaynak ve tecrübeleri ile gelişim sağlamak zorundadır. Bunların avantajı gibi görünen diğer insan gruplarının saldırılarından korunmuş olmaları aslında bunların geri kalmalarının da sebebidir. Çünkü insanoğlu sadece kendi ürettikleri ile değil diğer insan topluluklarının ürettiklerini taklit ederek veya kopyalayarak gelişir. Bu gelişimi en çok hızlandıran şey ise savaştır. Savaşlar insanların birbirleriyle en açık ve ön yargısız ilişki kurma şeklidir. Bu sebeple, savaşlarda başarısız olan toplumlar sür'atle başarılı olanları taklit ederler. Taklit ise en kolay öğrenme ve gelişme metodudur. Savaşta başarı hayatta kalmanın temelini oluşturduğundan insanlar rakiplerinin savaş yöntemlerini, araç ve silahlarını çok kolay taklit ederler. İnsanoğlunun muhafazakâr olmadığı konuların başında da bu gelmektedir.
     Adaların büyüklüğü de çok önemli bir faktördür. Çünkü belli bir siyasi ve askeri yapı oluşturmak için yeterince büyük bir nüfus ve bu nüfusun bir kısmının üretimden alınarak yönetici ve asker olarak beslenmesini sağlayabilecek kadar gıda üretimi gerekir. Küçük adalarda bu neredeyse imkânsızdır. Birbirine yakın birçok küçük adalarda bir yere kadar bu sağlanabilirse de bu coğrafi bölünmüşlük siyasi ve askeri yapıya da yansır ve büyük güçlerin oluşmasına olumsuz etki yapar. Yalnız bir önceki paragrafta açıkladığımız tecrit edilme durumu varsa büyük adalar ve hatta Avusturalya gibi küçük kıtalarda bile gelişme diğer bölgelere göre yavaş olur.
    Kıbrıs, Malta ve Korsika gibi, üzerinde hayli fazla sayıda insan yaşayan adalarda siyasi ve askeri yapılar oluşması mümkündür. Ancak bunlar ana karalara çok yakın ve ticari deniz yollarının ortasında bulunduklarından genellikle daha büyük güçlerin kontrolüne girerler ve nadiren bağımsız yapılar oluşturabilirler. Bu durum da yine nüfus ve gıda üretiminin etkisiyle yeterince büyük orduların beslenememesinden kaynaklanır. Buna bir istisna gibi görünen Rodos Şövalyelerinin ise Akdeniz ticaretinde etkin bir rol almaları ve ticaretten yeterince gelir elde ettikleri için bunu başardıkları söylenebilir.
    Adalardan siyasi ve askeri bir güç oluşturmaya en uygun olanları; Britanya ve Japonya Adaları gibi, oldukça büyük topraklara sahip, üzerinde belli ürünlerle de olsa tarım yapılabilen, hayvancılığa da müsait olduğu için denizcilik gelişene kadar oldukça büyük bir nüfusu besleyebilen adalardır. Bu adaların avantajı; yeterli miktarda nüfusu barındıracak kadar büyük olmaları, her bölgesinde insanların yaşayabileceği iklim ve coğrafya şartları bulunması, yeterli doğal kaynaklara sahip olması, kıtalara her düşmanın hemen saldıramayacağı kadar uzak fakat kıtalarla sürekli bir temas ve ilişki kurabilecek kadar da yakın olmaları gibi hususlardır. 
    Bu adalara örnek olarak Britanya adasını ele alacak olursak bu adanın yerli halkı M.Ö. 7000 yılında Stonehenge gibi mimari bir yapıyı inşa edecek kadar gelişmeyi başarabilmişlerdir. Fakat kıta Avrupasında ortaya çıkan her güç bu adayı işgal etmeye çalışmıştır. Ancak bu güçlerden ne Fransızlar, ne Nordik kavimler ne de Roma gibi çok büyük bir güç adanın tamamını kontrol altına alamamıştır. Bunda da adanın güney-kuzey istikametinde uzun olması ve savunmacılara bir derinlik sağlaması, kuzey bölümlerin nispeten dağlık ve daha zor iklim koşullarına sahip olması, adaya gelen istilacıların anakaradan epey uzun bir mesafeye gelmelerinden dolayı adanın bir kısmını işgal ettikten sonra doruk noktasına ulaşmaları etkili olmuştur. Adayı bir eyalet haline getiren Romalılar burada yönetici bir sınıf teşkil ederek buraya dışarıdan nüfus getirmediklerinden Roma zayıflar zayıflamaz Roma kültürü yerel kültür arasında eriyerek yok olmuştur. Kuzeydoğu bölgesine gelen Nordikler ise ada halkına göre daha az olduklarından zamanla kurdukları küçük krallık ortadan kalkmış ve nüfus yerel halk içinde asimile olmuştur.
    Bu adanın kaderini belirleyen en önemli husus belki de kıtadan tecrit edilmiş konumu olmuştur. Adaya gelen tüm Avrupalı unsurlar Avrupa’daki ana gruplarından koparak yerel unsurlarla karışmış ve yeni bir kültür oluşturmuşlardır.
     Ada’da tarım ve hayvancılık yapılan erken dönemlerde tarıma dayalı feodal bir kültür oluşmuş, bu da her bölgede oluşan yerel güçler arasında ülkenin tamamına hakim olmak için sonu gelmez savaşlara sebep olmuştur. Roma dönemi hariç bu durum her zaman geçerli olmuştur. Fakat geç dönemlere kadar coğrafi bütünlüğü siyasi bütünlük ile birleştirebilecek bir güç ortaya çıkamamıştır. Bunda biraz önce açıkladığımız coğrafi şartlar da etkili olmuştur. Ada kuzeye çıkarken Newcastle ve Liverpool şehirleri arasında oldukça daralmakta ve kuzeye çıktıkça arazı dağlık bir karakter arz etmeye başlamaktadır. Bu coğrafi özellik Romalıları bile sıkıntıya sokmuş ve bu çizginin kuzeyine geçemedikleri gibi kuzeye çekilen kabilelerin sürekli saldırıları sebebiyle İmparator Adrian döneminde adanın en dar yerinde denizden denize, Çin Seddi gibi bir duvar örmek zorunda kalmışlardır. Bu duvarın hemen kuzeyi, bugün dahi İngiltere-İskoçya sınırını oluşturmaktadır.
    Bu adanın belli sayıda nüfusu besleyebilecek bir tarım ve hayvancılık kapasitesi olsa da nüfus arttıkça ada yetersiz gelmeye başlamıştır. Bu durum da insanların denize yönelmesine sebep olmuştur. Böylece bu adada ister birçok küçük devlet olsun isterse tek bir devlet olsun ada insanları erken dönemlerden itibaren denize yönelmişler ve başlangıçta bir kara toplumu özelliği gösteren insanlar giderek denizci bir kültür haline gelmişlerdir. Bu aşamadan sonra adanın kıtaya yakınlığı bir avantaj olmuştur. Çünkü genişlemek isteyen siyasi güç hemen kıta Avrupası’na yönelmiş, barış dönemlerinde ise kıta ile yoğun bir ticari ve kültürel ilişki içinde bulunmuştur.
    Avrupa-Asya kıtasının batısında bulunan bu adaya, gerek konum ve gerekse coğrafi özellikleri açısından çok benzer olan Japonya’da da benzer gelişmeler olmuştur. Bu iki ada, bu gün bile; hala feodal dönemden kalma sosyal yapı unsurlarını korumaları, krallıkla yönetilmeleri, kara orduları da bulunmakla beraber imparatorluk stratejisi uyguladıkları dönemlerde daima güçlü bir deniz kuvvetlerine sahip olmaları ve başlangıçta yakınlarında oldukları kıtaya doğru genişleme teşebbüslerinde bulunurlarken daha sonra tam tersi istikametine dönmeleri açısından birbirlerine çok benzemektedirler.

30.12.2015. M.Ç.

1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2.  http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html

12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html

14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html



Dışa Kısmen Açık Büyük Bölgelerde Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi: Çin. The formation of army and development of war in large areas, partially open out.

11. Dışa Kısmen Açık Büyük Bölgelerde Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi: Çin. The formation of army and development of war in large areas, partially open out.

Çin bölgesinde de buna benzer bir durum olmasına rağmen iç coğrafi yapı farklı olduğundan gelişim de farklı olmuştur. Çin de, Hindistan gibi okyanusla çevrili olmasına rağmen en eski dönemlerden beri bu okyanustaki birçok adada birçok farklı kültür yerleşmiş ve Çin ile bu adalar arasında ulaşıma uygun oldukça sığ denizler bulunmaktadır. Ayrıca Çin’in güneyi ve güneydoğusu nispeten daha az arızalı ve birçok ovaya sahip bir yapıdadır. Burada erken dönemlerde pirinç gibi tahıllar yabani türlerinden geliştirilerek yaygın bir tarım hayatı başlamıştır. Tarım yapan toplumlar hakkında daha önce yaptığımız açıklamalarda olduğu gibi burada da şehirleşme, devletleşme ve nihayet daha büyük siyasi yapılar oluşturma süreçleri yaşanmıştır.
Çin’in kuzeyi de Hindistan gibi dağlık bir yapıdadır. Ancak buradaki dağlık bölgede bulunan vadi yataklarında ve yaylalarda insanların yaşamasına çok uygun birçok bölge bulunmaktadır. Hatta burada dağlar arasındaki çöküntülerden oluşan büyük ovalarda en eski dönemlerden beri yaygın olarak tarım yapılmaktadır. Çin’in kuzeyindeki dağlar Hindistan’dakinin aksine kuzey güney yönünde birçok geçitler barındırmaktadır. Bu dağlık alanın kuzeyinde ise göçebelerin yaşadığı uçsuz bucaksız Asya bozkırları vardır. Dolayısıyla Çin, yerleşik kültüre sahip devletler kendisine oldukça uzak olduğundan daha çok bu göçebelerin saldırılarına karşı kendini korumak zorunda kalmıştır. Zaman zaman bu bozkır göçebelerinin iç çatışmalarından kaçan birçok kabile güneye sığınarak buralara yerleşmiş ve ülke derinliklerine gelenler Çin kültürü içinde erimişlerdir.
Doğal düşmanları az ve bol gıda alan hayvan topluluklarında olduğu gibi Çin’de de nüfus ilk zamanlardan beri hızla artmıştır. Çin’de savaşlar daha çok iç savaşlar şeklinde olmuştur. Tüm ülkeyi tek bir otorite altına almak için çeşitli bölgelerde kurulan devletler çok eski çağlardan beri birbirleriyle çatışma içinde olmuşlardır. Burada bölge belli alanlarda coğrafi bütünlük gösterdiğinden büyük devlet yapıları oluşmuş, savaşlar bu devletler arasında olmuştur. Kuzeyde bulunan devletler ise aynı zamanda göçebelerle savaşmak zorunda kaldıklarından hem yerleşik kültürlerin hem de göçebelerin askeri kültüründen etkilenmişlerdir.
Okyanusa kıyısı olan devletler deniz ticareti yapabildiklerinden ekonomik olarak daha hızlı güçlenmişler ve bölgede yaşayan ipek böceklerinden ipek elde edilmesi ile birlikte bu ürün bozkır ve ötesindeki insanlar tarafından da çok talep gören bir ürün olduğundan stratejik bir ticari ürün haline gelmiştir.
Çin’de de diğer yerleşik kültürlerde olduğu gibi büyük şehirler kurulmuş ve bu şehirler etrafına yüksek surlar örülerek savunmaya uygun hale getirilmiştir. Burada da işi sadece savaşmak olan profesyonel ordular kurulmuş, bu ordular ağır piyade şeklinde teşkil ve teçhiz edilmiş, savaş durumunda ise halktan toplanan askerler hafif piyade olarak orduya dâhil edilmiştir. Çin’in, atın ilk olarak evcilleştirildiği ve yaygın olarak kullanıldığı Asya bölgesi ile sürekli bir irtibatı olması sebebiyle Çin ordularında atlı birlikler bulunmuş fakat bunlar ordunun sadece küçük bir bölümünü teşkil etmişlerdir.
Kaleleri kuşatmak, nehirlerden geçmek, dağları aşmak vb. zorlu faaliyetlerde bulunan Çin ordusunda askeri mühendislik ve istihkâmcılık erken dönemlerden itibaren gelişmiştir. Büyük şehirlerde kurulan büyük tapınaklar ve eğitim merkezlerinde yeni aletlerin bulunması, yeni icatların yapılması gibi kendine has bazı felsefi akımlar ve askeri doktrinler de çok eski dönemlerden beri geliştirilmiştir.
Çin’de ordular, çok eski devirlerde, ancak tüm erkek nüfusu savaşçı olan bozkır imparatorluklarının yarışabileceği sayılara ulaşmıştır. Bu sebeple bu büyük kitlenin toplanmasından hareket ettirilmesine, arazide konaklamasından savaşmasına kadar tüm süreçlerde çok büyük planlama, teşkilatlanma ve bilgiye ihtiyaç duyulmuştur.
Böyle büyük bir ordunun beslenmesi başlı başına bir sorun olduğundan gelişmiş bir lojistik sistem kurulmuş, ordunun on binlerce ton gelen ağırlıklarını taşımak için değişik hayvanlarca çekilen çok çeşitli tekerlekli arabalar yapılmış, bu arabaların geçtiği bölgelerdeki bataklıklar geçişi kolaylaştırmak için kurutulmuş, nehirlere köprüler yapılmış, dağlara yollar açılmıştır. Bu da sadece ordu kurmak için değil bu orduları yaşatmak için de çok detaylı bir bilgi birikimine ihtiyaç göstermiştir. Bu sebeple Çin, bu alanlarda dünyanın diğer bölgelerinden yüzyıllarca önce bazı bilimsel ve teknik gelişmeler sağlamıştır.
Çin’deki küçük devletler daha güçlüleri tarafından yutulup birkaç güçlü devlet kalınca, artık bu devletler arasında belirli bir güç dengesi oluştuğundan, değişik askeri yetenekler geliştirmeye ihtiyaç duyulmuştur. Çok büyük orduların karşı karşıya geldiği Çin’de asker sayısı, teşkilat ve teçhizat kalitesi birbirine yakın hale geldiğinde üstünlük bu büyük orduların sevk ve idaresinde, diplomaside, istihbaratta ve psikolojik harp gibi yöntemlerde aranmıştır. Bu orduların büyüklüğü ve bahsettiğimiz alanlarda elde ettikleri gelişmelerden kısaca bahsedecek olursak; bugün Batılıların hakkında onlarca film çevirdiği antik dönem Yunan savaşlarında, 300 kişilik askeri kuvvetten, üç beş bin kişilik orduların savaşlarından bahsedildiği dönemlerde, Çin’deki devletler yüzbinlerle ifade edilen sayılarda ordularla savaşıyorlardı. M.Ö. 5. Asırda yaşayan askeri düşünür Sun Tzu’nun Savaş Sanatı isimli kitabı bu gün en çok bilinen kitap olmakla birlikte bu, savaş hakkında yazılan ilk Çin kitabı değildi. Kendisinden önce yazılan onlarca kitabı da okuyup inceleyen yazarın kendi fikirlerini de ekleyerek geliştirdiği bir metindi.
Çin yoğun nüfusu, değişik sınıfsal oluşumlar vb. sebebiyle erken dönemlerden itibaren büyük gelir farklılıklarının oluşumuna sahne olmuştur. Savaşlar, göçebe akınları, doğal afetler, kuraklık vb. sebeplerle yaşanan açlık dönemlerinde mevcut devletler birbirleri ile olduğu kadar ortaya çıkan iç isyanlarla da uğraşmak zorunda kalmıştır. Nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgelerde kısa sürede sayıları yüzbinleri bulan isyancılar devletin ve hanedanların varlığı için büyük tehlikeler oluşturmuş. Bazen bu isyanların liderleri devlet kuvvetlerini bozguna uğratarak hanedanları yıkmış ve kendi hanedanlarını kurmuşlardır. Bu sebeple Çin devletleri sadece dış düşmana karşı değil kendi vatandaşlarına karşı da tedbirli olmak zorunda kalmışlar, bu maksatla geniş bir iç bürokratik sistem, istihbarat teşkilatı ve isyanlara uzun süre dayanabilecek şekilde gelişmiş surlara ve savunma sistemlerine sahip şehirler inşa etmişlerdir. Bundan başka iktidarlar; halkı pasifize edecek şekilde daha uysal ve otoriteye saygıyı ön gören felsefi akımları desteklemişlerdir. Böylece, bugün dolaylı tutum diye ifade edilen birçok strateji ve yöntemi de ilk uygulayanlar Çinliler olmuştur.
Büyük ordulara sahip Çin devletleri, birbirlerinin yüksek surlu kalelerini ele geçirmek için, kale duvarlarını havaya uçuran patlayıcılar, kalelerin içine, içerdeki evleri yakabilecek şekilde uzun süre yanan yanıcı maddeler atan mancınıklar, ateşe dayanıklı malzemelerden yapılmış kuşatma kuleleri gibi malzemeleri kullanan ve yenilerini geliştiren geniş bir askeri mühendislik teşkilatı kurmuşlardır. Askerleri için keçeler, tahta parçaları ve metallerle birleştirilmiş zırhlar yapmışlar, demir ve diğer metallerden yapılan örme zırhlar kullanmışlardır. Lojistik maksatla yapılan arabaları seferde ordugâh durumunda baskınlara karşı çepeçevre yerleştirerek arkalarına savunma için askerler yerleştirmişler, bu arabaları da yanıcı ve delici silahlara karşı dayanıklı şekilde yapmışlardır.
Ağır zırhlı ağır piyade ve hafif zırhlı piyadeden oluşan ordulara karşı savaşta başarılı olmak için metal uçlu oklar atan büyük ve güçlü yaylar yapmışlar, uzun mızraklar, şehirlerde sokak aralarında da kullanmaya uygun düz ve kısa kılıçlar kullanmışlardır. Süvari birlikleri de olmasına rağmen bunlar daha çok haberleşme, komuta heyetlerinin korunması, acil durumlarda belli bölgeleri destekleme gibi süvari taktik ve stratejileriyle çok alakalı olmayan amaçlarla kullanılmıştır. Ordunun merkezi; ağır piyadelerden, kanatları ise hafif piyadelerden oluşturulmuş ve süvariler bunların gerisinde küçük bir ihtiyat veya ileride örtme ve keşif unsuru olarak kullanılmıştır.
Ordu belli sayıdaki standart birliklerden oluşmuş alt birimlerin bir üst komutan emir komutası altında birleştirilmesiyle, düzenli ve sistemli bir makine gibi işleyen ağır bir mekanizma haline gelmiştir. Bu mekanizma Çin devletlerinin birbirleriyle savaşlarında yeterli olmuşsa da bozkır ulusları ile yapılan savaşlarda genellikle yetersiz kalmıştır. Süvari ordularıyla cepheden ve göğüs göğse yapılan kesin sonuçlu muharebelerde bu ordu ezici bir üstünlük gösterse de süvari orduları bu tür bir muharebeye nadiren girdiklerinden hareket ve manevra üstünlüğüne dayanan ve bunu ustalıkla kullanan süvariler karşısında bu ordu daima yenilmek zorunda kalmıştır.

Çin bazı dönemlerde sürekli iç savaşlarla ve bozkır ordularının akın ve istilalarıyla uğraşsa da zaman zaman siyasi birlik kurulabilmiş, bu da parçalanma dönemlerinde ulaşılması gereken bir ideal ve bir ütopya olarak Çin elitinin her zaman kafasında yer etmiştir. Çin, yerleşik kültüre sahip güçlü bir komşu kültür tarafından tehdit edilmediğinden mevcut kültürü temelden değiştirebilecek bir düşmanla karşılaşmamıştır. Cengiz Han’ın torunu Kubilay döneminde Tüm ülke işgal edilmekle birlikte göçebeler genellikle ülkenin belli bir bölümünü istila edebilmişlerdir. Göçebe bir hayat tarzına sahip bu istilacılar bu ülkeye yerleşerek, yerleşik bir imparatorluğu veya onun bir bölümünü yönetmeye başladıklarında zengin bir yerleşik kültürün gerektirdiği şartlara uyum sağlama ihtiyacı duymuşlar, zengin bir yerleşik kültüre sahip yoğun nüfus arasına giren bu yeni göçebe yöneticiler kısa sürede bu uyum çabalarının bir sonucu olarak yerel halk ve yerleşik kültür arasında asimile olarak eriyip gitmişlerdir. Bu özelliğiyle Çin, silahlı bir mücadeleyi, yani savaşı kaybetse bile, ülkenin içine çektiği yabancı unsuru öğütürcesine yok ederek nihai zaferi daima kazanmıştır. Bu durum Göktürk yazıtlarına bile yansımış ve Çin’e gidenlerin geri dönmediklerinden ve yok olup gittiklerinden bahsedilmiştir.

30.12.2015. M.Ç.

1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2.  http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html

12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html

14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html

Tecrit Edilmiş Büyük Bölgelerde Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi: Hindistan. The formation army and development of war in isolated large areas: İndia.

10. Tecrit Edilmiş Büyük Bölgelerde Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi: Hindistan. 
The formation army and development of war in isolated large areas: İndia.

Bu arada bazı insan toplulukları da, Hindistan gibi, kara sınırı aşılması zor dağlar, kalan kısımları da büyük okyanuslarla çevrili kısmen tecrit edilmiş topraklara yerleşirler. Bu bölgeler istilacıların katliamlarından kurtulmak için uygun şartlar sağlar. Deniz yönü o zamanların deniz vasıtaları ile aşılamayacak kadar büyük ve tehlikeli bir okyanus kuzey kısmı da büyük orduların kolaylıkla aşamayacağı büyük ve yüksek dağlarla çevrili olduğundan bu geniş bölge birçok kabile ve kültür için adeta bir sığınak olur.
Bu bölge, büyük ormanlar, geniş ve derin akarsular ve birçok tepe ve dağla kaplı kesik arazilerden oluştuğundan bu bölgeye sığınan kabileler birbirleri ile karışmadan ve birleşerek homojenleşmeden birbirinden çok farklı binlerce dil, din ve kültürü barındıran bir alan olur. Kuzeydeki sadece dar geçitlerle geçilebilen yüksek dağlar büyük istilacı güçlerin bu bölgeye girmesini engellemiş, geçebilenler de bu geçiş esnasında nüfusları azalarak bölgenin tamamını kontrol altına alabilecek güçte olmamış ve sonuçta ya bu bölgenin bir köşesinde yeni bir kültür olarak yerleşmiş veya bölgedeki diğer kültürlerle karışarak bu kültürleri daha da çeşitlendirip zenginleştirmiştir.
Burada, savaşlar uzun süre tüm bölgeyi kontrol altına almaya çalışan yerel topluluklar ve devletçikler arasında olmuştur. Bu bölgede nüfus yoğunluğu çok olmakla ve sayıca oldukça fazla askerden oluşan büyük ordular kurulabilmekle birlikte, bütünlük arz etmeyen coğrafi yapı, sık ve yüksek ağaçlardan oluşan bitki örtüsü, bölgenin her parçasında farklılık gösteren iklim ve hava şartları, her bölgede bulunan yüksek nüfus yoğunluğu, savunmaya uygun büyük nehirler ve savunmaya uygun ulaşılması güç dağlar sebebiyle herhangi bir zamanda oluşmuş olan en büyük ordular bile bölgenin tamamını kesin bir kontrol altına alamamışlardır.
Bölgeyi dış dünyadan tecrit eden coğrafi özellikler, bu bölgede yaşayan insanları dış istilalardan koruduğu gibi bu bölgede kurulan büyük orduların bölge dışına çıkarak egemenliklerini genişletmelerine de engel teşkil etmiştir. Çok farklı kültürlerden insanların içine girdiği fakat dışına kolay kolay çıkamadığı ve birbirleriyle karışarak homojen bir kültür yaratamadığı bu coğrafyada çok karmaşık ve zengin bir kültürel çeşitlilik oluşmuştur. Bölgede oluşan parçalanmış etnik, dini, dilsel ve kültürel yapı sebebiyle bölgenin tamamını kapsayan bir merkezi otorite tesis edilememekle birlikte kısmen bunun başarıldığı dönemlerde de coğrafi yapının da etkisiyle bu otorite gevşek bağlarla merkeze bağlı yerel otoritelerin, derebeylerinin ve feodal yapıların varlığını ortadan kaldıramamıştır.

Bu bölgede yaygın olarak yaşayan fil savaş aracı olarak kullanılmış, dar alanlarda daha iyi kullanılabilen eğri kısa kılıçlar, filler üzerinden atılan ve filler üzerindeki insanlara yerden atılan hafif mızraklar, filleri engellemek veya yaralayarak ürkütmek için uzun mızraklar, kesik arazide yeterli olan kısa menzilli basit yaylar yapılmıştır. Sürekli farklı arazi kesimlerinde hareket etme zorunluluğu, kale kuşatmaları, dağ ve yamaçlara saldırı zorunluluğu gibi sebeplerle erken dönemden itibaren savaş mühendisliği, özellikle de köprücülük ve intikamcılık gelişmiştir.

30.12.2015. M.Ç.

1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2.  http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html

12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html

14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html

Steplerde Yaşayan Göçebe Topluluklarda Ordunun Oluşumu ve Savaşın Gelişimi. The formation of army and development of war in nomadic communities who lived in the steppes.

9. Steplerde Yaşayan Göçebe Topluluklarda Ordunun Oluşumu ve Savaşın Gelişimi. The formation of army and development of war in nomadic communities who lived in the steppes.
    Steplerde yaşayan göçebe topluluklar bu iki topluluk türüne göre de farklı bir gelişim süreci izlemişlerdir. Bunlar tarım toplumları gibi toprağa bağlı olmadıklarından uzun süre bir yere bağlı kalmadan yaşarlar. Ancak başka bazı özellikler bunları, dağlık bölgelerde yaşayan insanlardan da oldukça farklı bir toplum haline getirmiştir.
    Step göçebeleri diye bahsettiğimiz insanlar Orta Asya’da yaşayan insanlardır. Orta Asya; kuzeyde sık ormanlar ve yılın çoğu zamanı karlarla kaplı yaşanması hayli güç arazi (ve bu günkü Rusya, Finlandiya ve diğer İskandinav ülkeleri bölgesinde bulunduğu iddia edilen büyük buzul bölgesi); doğuda okyanus; güneyde yerleşik Çin ve Hint kültürlerinin bulunduğu bölgelere sınır olan, geçilmesi sadece belli boğaz ve geçitlere bağlı yüksek dağlar; batıda kuzey-güney istikametinde akan büyük nehirler ve aynı şekilde uzanan geçilmesi zor bir engel olan Ural Dağları ve Kafkas Dağları (veya çok uzun zaman önce kuruduğu söylenen iç deniz ve daha sonraları onun birer kalıntısı olan Hazar denizi ve daha batıdaki Karadeniz) ile çevrili çok geniş düzlüklerden oluşan kısmen de olsa dışarıya karşı tecrit edilmiş durumda bir coğrafyadır.
     Bölge kendi içinde parçalı olmayıp coğrafi olarak bütünlük arz eder. Tarım, bölgenin belli bölümlerinde sınırlı olarak yapılmakta olup bölgenin yerel bir türü olan Asya koyununun evcilleştirilmesi ile oluşan büyük sürüler temel geçim kaynağıdır. Bu bölge, atın da anavatanı olduğundan çok eski dönemlerden beri evcilleştirilerek et, süt ve derisinden faydalanıldığı gibi binek hayvanı olarak kullanılmaktadır.
     Geniş düzlüklerde su kaynaklarını ve hayvanlar için yeşil otları takip eden birçok göçebe kabile bu geniş düzlüklerde dolaşmaktadır. Önceleri  birbiri ile çok fazla karşılaşmayan bu kabileler, nüfusları ve hayvan sürülerinin sayısı, bunun yanında bazı bölünmeler sonucu kabile sayısı da arttıkça giderek daha sık karşılaşmaya başlarlar. Bu karşılaşmalarda mevcut kaynakların paylaşılmasında sorunlar yaşanmaya başladığından aynı zamanda birbirleriyle çatışmaları da gün geçtikçe artar. Kuraklık vb. doğal afetler ortaya çıktıkça bu kabileler mevcut su kaynaklarına yakın bölgelere yaklaşarak yoğunluk oluşturmaya başlarlar. Bu da ilişkileri ve aynı zamanda da çatışmaları artırır.
     Bu bölgede yaşayan insanlar yaşam tarzlarına uygun; çabuk toplanıp kurulabilen çadırlar ve ev eşyaları yaparlar. Bunlar ya keçilerin kılından örülmüş veya koyun tüyünden yapılmış keçeler ve derilerden imal edilirler. Bazı bölgelerde nehir veya iç deniz ve göller kenarında yerleşik, dağlık bölgelerin sınırlarında yarı göçebe yaşam tarzları kurulsa da hâkim kültür çoğunluğun sürdürdüğü göçebe yaşam kültürüdür. Göçebe demek sürekli hareket halinde olmak demek olduğundan atlar, öküzler ve bunlar tarafından çekilen iki tekerlekli arabalar yaygın olarak kullanılır. Ev olarak kullanılan çadır, ev eşyaları ve yiyecekler bu arabalarla taşınır.
    Bu toplumlarda işgücü ihtiyacı azdır. Hatta çoğu kabilede fazla işgücü olduğundan klasik anlamda kölelik gelişmez. Köle olarak alınan kişiler genellikle ya kabilenin savaşçı grubuna katılır veya çobanlık yaparlar. Evler, saraylar vb. yapılar olmadığından hizmetçiye ihtiyaç olmadığı gibi tarım da olmadığından veya çok kısıtlı olduğundan yerleşik toplumlardaki gibi hiçbir hakkı olmayan kölelere gerek duyulmaz. Dahası yiyecek ihtiyacının kıt olduğu bölgelerde köle ilave tüketici olduğundan bunlar daha çok günümüz işçileri gibi belli bir yükümlülük karşılığında toplumdaki bazı görevleri üslenirler. 
     Büyük hayvan sürüleri, evcilleştirilen çoban köpekleri ve at kullanılarak çok az kişi tarafından güdülebilirler. Gerek sürüleri güden çobanlar, gerekse geriye kalan erkek nüfus sürekli olarak bir nevi savaş talimi sayılabilecek faaliyetlerle uğraşırlar. Çobanlar, sürüye saldırabilecek kurtları uzaklaştırmak, saldıranları da etkisiz hale getirebilmek için devamlı bir alarm durumundadırlar. Kurt ve diğer vahşi hayvanlara karşı mücadelede ilk unsur köpeklerdir. Köpekler koku alma ve karanlıkta daha iyi görme yetenekleriyle sürüye yaklaşan yırtıcı hayvanları uzaktan görerek bir erken uyarı sistemi olarak görev yaparlar. İri çoban köpekleri müstakil saldırganlara karşı bire bir savaşarak ta görev yaparlar. Ancak sürü halinde avlanan kurtları etkisiz hale getirmek ve sürüyü zayiat vermekten korumak için köpekler genellikle tek başlarına yeterli olmazlar. Bunun için çobanların duruma müdahale etmesi gerekir.
      Ama kurtların sivri dişleri, kalın ve tüylü derileri ve sivri tırnakları olan pençeleri vardır. Bunların hiç birine sahip olmayan çobanların bir kurtla mücadele etmesi mümkün değildir. Dahası kurtlar saldırılarını bireysel olarak yapmazlar. Toplu olarak saldırırlar ve bu saldırılarında belli bazı taktik ve stratejileri vardır. Bu sebeple kurtlara yaklaşmak pek akıllıca değildir. Onun için onlara yaklaşmadan uzaktan etki edecek silahlara ihtiyaç vardır. Çok hızlı koşup süratle uzaklaşabildiklerinden ve yine çok kısa sürede geri dönüp sessizce ve aniden saldırabildiklerinden çobanların da hızla hareket etmeleri gerekir. Bence bu sebepten at hız için evcilleştirilmiş ve yaygın olarak kullanılmaya başlanmış, uzaktan fırlatılabilen hafif mızraklar ve uzun menzilli kompozit yaylar hedefe yaklaşmadan saldırabilmek için geliştirilmiş ve kullanılmaya başlanmıştır. Arazi pek fazla engebeli olmadığından ve bitki örtüsü fazla olmadığı için görüş imkânı oldukça uzun olduğundan bu silahlar ve at hayatta kalmak için en uygun vasıtalar olmuştur. Onun için Orta Asya kavimleri, çok uzun menzili olan ve taşınması kolay hafif kompozit yayı ve bu gün cirit oyunlarında da kullanılan kargıya benzer kısa hafif mızrakları geliştirmişlerdir. 
     Sorun sadece kurtlar ve diğer yırtıcı hayvanlar değildir. Kabileler arasında, gerek otlak alanları, gerekse su kaynakları için sürekli bir çatışma ortamı vardır. Bazı kabileler diğer kabileleri basarak hayvanlarını ve kadınlarını almak için sürekli tetiktedir. Bozkırda türemiş birçok haydut ve hırsız çetesi de bulunmaktadır. Bunlar da benzer silah ve araçlar kullandıklarından hız ve menzil savaşta başarı için en önemli unsurdur. Arazide engebeli alanlar ve saklanılabilecek yüksek dağlar veya surlar arkasında korunmuş köy ve şehirler olmadığından saldırılara karşı sadece iki seçenek bulunmaktadır. Birincisi savaşmak, ikincisi de kaçmak. Her ikisi için de hızla yer değiştirebilmek çok önemlidir. Bu sebeple at kullanımı yaygın olduğu, kompozit yaylar ve hafif kısa mızraklar kullanıldığı gibi hareket kabiliyeti ve hızı engellemeyecek şekilde zırh olarak ta hafif malzemeler kullanılır. Yerleşik toplumlarda önceleri bronz kaplamalı tahta kalkanlar ve bronz zırhlar kullanılırken daha sonra demirin yaygın olarak kullanılmaya başlanmasıyla birlikte ağır demir blok veya örme zırhlar kullanılmaya başlanmıştır. Ancak tam bir hafif süvari özelliği gösteren bozkır savaşçılarının silahları gibi zırhları da kalın deriler, keçeler vb. hafif malzemeden yapılmıştır. Kılıçlar da at üzerinde kullanılarak diğer attaki düşmanla savaşabilecek kadar uzun fakat hafiftir.
     Steplerde yaşayan insanlar bir bölgeye ve hatta üstü kapalı bir binaya bağlı kalmadıklarından özgür ruhlu insanlardır. Sürekli vahşi doğa ile mücadele ve diğer kabilelerle savaşmak zorunda olduklarından iyi savaşçılardır. Ancak bunların kendilerini koruyacak ne bir doğal engele ne de kale veya surlarla çevrili şehirlere sahip olmamaları yüzünden savaşmak ve hayatta kalmak için toplu hareket etmeyi öğrenmeleri gerekmiştir. Ayrıca bu kabileler bazı akraba kabilelerle birlik oluşturarak rakip kabilelerle savaştıkları için daha büyük gruplar ve bir emir komuta altında hareket etme tecrübeleri de vardır. Bu kabileler genellikle nüfuslarına göre değişik büyüklükteki askeri toplumlar olarak yaşarlar. Sürüleri ve atlar veya öküzlerle çekilen arabaları içindeki aileleri ile beraber hareket ettiklerinden bu kabilelerin birleşerek daha büyük askeri birimler kurmaları çok kolaydır. Sürüleri, çadırları, arabaları ve aileleri kendileri ile beraber hareket ettiklerinden bunların lojistik olarak desteklenmesi için ayrıca bir teşkilat kurmaya ve hazırlık yapmaya ihtiyaç yoktur.
      Bu kabile yaşamında genetik olarak kabilenin kurucusu soyundan gelenler hariç hiç kimsenin konumu garanti altında değildir. Herkes yaşamak ve bir yer edinebilmek için çalışmak ve bir kabiliyet göstermek zorundadır. Bu yaşam tarzı sebebiyle toplumda, tarım toplumlarında olduğu gibi bir sınıflaşma ortaya çıkmaz. Tek zenginlik sürüdeki hayvan sayısının çokluğu, erkek çocuk sayısının fazlalığı ve belki de at ve öküz sayısının fazlalığı ile ölçülür. Tarım yapılmadığından kimsenin toprağı yoktur. Yerleşik olarak yaşanmadığından evler ve saraylar da yoktur. Kabilenin en üst seviyesindeki kişisi ile köle arasında yaşam koşulları açısından çok az fark vardır.
     Tolumda saygınlık kazanmak için tek koşul başarılı olmaktır. Babanın başarılı olması çocuğun konumu üzerinde doğrudan bir etkisi yoktur. O da ancak başarı gösterirse saygın olur. Bu sebeple yerleşik toplumlardaki gibi soya dayanan bir aristokrasi oluşmasına engel olur. Bu kabilelerde aristokrasi diyebileceğimiz tek şey, efsanevi bir hayat hikâyesi olan, genellikle bir kurda veya gökten inen bir kadınla evlenen kutsal bir ataya bağlı bir soydan gelmiş kabile lideri ve onun kardeş ve çocukları kabul edilebilir.
Bu kişi genelde gök tanrıdan kut almış ilk ata veya atalardan biridir. Fakat bu kabile lideri ve yakınlarının da yerleşik kültürlerdeki aristokratlar, krallar vb. kişiler kadar yetkisi yoktur. Bu aile de diğer aileler gibi yaşamak için çalışmak zorundadır. Bir vergi mekanizması yoktur. Kabileyi koruyacak ve uygun bölgelere götürecek tedbirleri lider almak zorundadır. Bu tedbirleri alamazsa genellikle lider aynı aile içinden biriyle değiştirilir. Bu yapılamazsa bazı aileler kabileden ayrılıp başka bir kabileye katılabilirler. Bu durum kabileler için çok önemlidir. Çünkü bozkırda güçlü olanın yaşama hakkı vardır. Küçük kabile ve gruplar diğer kabileler ve haydutlar için cazip hedeftirler. Bu şekilde aileler tarafından terk edilerek sayıları kendilerini koruyamayacak kadar küçülen kabileler genellikle akraba oldukları diğer bir kabileye katılarak onlarla birleşirler veya onların yardımını alabilecekleri kadar yakınlarında ayrı bir grup halinde yaşarlar. Ancak bu durumda o kabilenin egemenliğini kabul etmiş olacaklarından bu istenen bir durum değildir.
     Bu şekilde birleşmelerle zamanla belli bölgelerde dolaşan ve merkezi bir lidere bağlanmış büyük gruplar oluşur. Bu grupların içindeki kabileler kendi askeri yapılarını ve bütünlüklerini koruduklarından bu birleşmeler çok güçlü bağlarla bağlı olmayan bir nevi kabileler konfederasyonu gibidirler. Bunlar durağan yapılar değildirler. Bazen daha güçlü bir başka boya katılanlar, bu oluşum içinde bazı kabilelerin diğerleri ile anlaşamayarak ikiye veya daha fazla parçaya bölünme ve ayrılan unsurlar gibi yeni unsurların katılması da gayet doğaldır. 
     Bu toplumda din adamlarının da etkisi sınırlıdır. Çünkü sabit bir tapınakları yoktur. Ya gök kubbenin altında veya onu simgeleyecek şekilde yapılmış bir çadırda dini merasimlerini yapar. Geniş bir din bürokrasisi de oluşamaz. Çünkü doğa ile iç içe ve fiziki bütünlük arz eden bir coğrafyada yaşayan bu insanlarda bir tür doğa dini gelişir. Bu dinin birçok ruhu, cinleri vb. olmasına rağmen gök kubbenin üstünde süt gölü cennetinde bulunan tek bir tanrısı vardır. Tanrı gibi yine onu dengelemeye çalışan tek bir şeytan vardır. Kötü ruhlarla ve cinlerle birlikte o da yer altında yaşar. 
      Bu tanrı herkesin üzerinde olduğundan ona herkes bireysel olarak tapınabilir, yani bir rahip veya aracıya ihtiyaç yoktur. Ancak ruhlar ve cinlerle irtibat kurabilen bir kişi vardır. O da kabilenin şamanıdır. Fakat şaman bir tapınak veya okulda yetişmez. Şamanlık babadan oğula da geçmez. Aynı kabile lideri seçimindeki tanrının kut vermesi gibi şamanın da daha çocukluğunda şamanların ruh hallerini yansıtan özellikler göstermesi gerekir. Yani şaman olmak için de tanrının kut vermesi veya ruhların onunla irtibat kurması gerekir. Şamanlar yönetim işlerine karışmazlar. Sadece kötü ruhları kovarlar, hastaları iyileştirirler, savaşlarda başarı için dua ederler ve törenler yaparlar.
     Basit olarak bir toplumsal hiyerarşi çizecek olursak; en üstte kabile lideri ve onun ailesi, onun altında eski savaşçılardan oluşan bir nevi meclis niteliğindeki yaşlılar heyeti ile şaman ve ailesi, onun altında da çok erkek çocuğu ve hayvanı olan zenginler, onların altında diğer kabile mensupları, en altta da köle veya ücretli işçi olarak sürüleri güden çobanlar gelmektedir. Fakat daha önce de belirttiğimiz gibi yaşam koşulları açısından en tepedeki ile en alttakiler arasında çok fazla bir fark yoktur. Mesela, töre denilen yazılı olmayan kanunlar karşısında herkes eşittir. Bir suç işleyen herkes ihtiyar heyeti tarafından yargılanır ve cezalandırılır.
     Kabilenin en önemli organizasyonu askeri organizasyonudur. Kabile üyesi olan her aile nüfusuna göre aile reisi komutasında küçük bir birlik oluşturur. Bu aile birlikleri ya kabile lideri akrabaları komutasına girerek daha büyük birlikler teşkil eder ve kabile lideri komutası altında toplanırlar veya küçük kabilelerde olduğu gibi her aile birliği doğrudan kabile reisi emrine girerler.
     Bu toplumlar kendi aralarında sürekli savaştıkları gibi sınır bölgelerdeki yerleşik toplumlara da zaman zaman akınlar ve baskınlar yapmaktadırlar. Bu akınlar küçük kuvvetlerle yapıldığından kadın, hayvan ve ganimet elde etmekten başka bir işe yaramıyor gibi görünse de aslında bu bölgelerin coğrafi özelliklerinin, yaşayan toplumların kültürel özelliklerinin, nüfuslarının ve asker sayılarının öğrenilmesi gibi ileride çok faydalı bilgilerin toplanmasını da sağlamaktadır.
     Birbirleri ile sürekli bir mücadele içinde bulunan ve asker uluslar şeklinde teşkilatlanan bu kabileler arasından zaman zaman güçlü liderler çıkar ve bunlar çevresindeki diğer kabileleri ve kabile topluluklarını konfederasyon şeklinde kendisine bağlayarak devlet gibi siyasi bir yapı oluşturmayı başarır. Bozkırın sınırındaki yerleşik tarım kültürünün kurduğu imparatorluklar yeni çıkan bu gücü yakından takip etmektedirler. Bu gücün kendilerine tehdit oluşturmaya başladığını fark ettikleri anda büyük kuvvetlerle askeri operasyonlar yaparlar. Bazen bu yeni gücü daha yeterince güçlenmeye fırsat bulamadan yakalayıp etkisiz hale getirseler de genellikle bu operasyonlardan istenen netice alınamaz. Çünkü bu güç sadece ordusu değil tüm ulusu mobilize halde ve çok hızlı yer değiştirebilecek durumdadır.
     Çoğunluğu ağır ve hafif piyadeden oluşan bu yerleşik kültürün ordusu bir türlü bu bozkır ordusunu yakalayıp kesin sonuçlu bir muharebeye zorlayamaz. Çünkü bozkır ordusu oldukça etkili ağır silahlara ve kendisinden çok fazla sayıda askere sahip bu ordu ile kesin sonuçlu bir savaşa girmenin kendi sonunu getireceğini bildiğinden yıpratma savaşları diyebileceğimiz bir hareket tarzını uygular. Düşmanla uzaktan teması koruyarak kesin sonuçlu savaşa girmeden geri çekilir. Düşman ordusu takip ederse onlardan daha uzun menzilli oklarıyla bu orduyu taciz eder ve zayiat vermek zorunda bırakır. Baskın ve pusularla bu ordunun keşif kollarını, lojistik tesislerini ve ikmal kollarını imha eder.
     Zaman geçtikçe düşman ordusu yeni yeni zorluklarla karşılaşmaya başlar. Kendi ülkesinden ve ana üslerinden uzaklaştıkça ikmal faaliyetleri zorlaşır. Çünkü bozkırda göçebe ulusların geri çekilmesiyle birlikte orduyu besleyecek hiçbir şey bulmak mümkün değildir. Sığınılacak veya işgal edilerek içinde barınılacak şehirler ve kaleler de yoktur. Su kaynakları kısıtlıdır ve olanlar da göçebeler tarafından geri çekilirken tahrip edilmiştir. İçlere gidildikçe, sürekli açık alanda barınmak zorunda kalan düşman ordusu alışık olmadığı doğa şartları karşısında zayiat vermeye başlar.
     Gerek baskın ve pusulardan, gerek sert doğa koşullarından ve yiyecek azlığından giderek zayiatları artan ve küçülen düşman ordusu her geçen gün zayıflamaya devam eder. Bu zayıflığın artık taarruz etmeye uygun olduğu kanaatine varan göçebeler, çok uzakta olduklarını ve kendilerine taarruz etmeyeceklerini düşünen düşman ordusuna karşı taarruz etmeye karar verdiklerinde işler tamamen tersine döner. Piyade olan düşman ordusuna göre çok uzak görünen aradaki mesafeyi yedek atları da kullanarak çok kısa bir sürede aşar ve tüm gücüyle bir gece baskını şeklinde düşman ordusuna saldırırlar. Saldırı sadece cepheden değil her yönden yapılmaktadır. Süvari ordusu düşman derinliklerine de birlikler gönderip saldırdığından piyade ordusu kısa sürede kuşatılır ve gerisi ile irtibatı kesilir. Süvari ordusu çok fazla hareketli olduğundan bir bölgede iyi savunma yapılarak püskürtülse bile bu bölgedeki süvariler kısa sürede etki alanı dışına çıkarak toplanırlar, uygun görürlerse aynı bölgeden ama çoğunlukla başarı vadeden başka bir bölgeden saldırılarına devam ederler.
Süvari ordusu atlı habercilerle daha kolay haberleştiğinden, inisiyatif daha fazla olduğundan ve görev tipi basit emirlerle idare edildiğinden emir komuta yeteneği piyadelere göre daha yüksektir. Bu sebeple hareketleri esnek, çevik, senkronizedir ve kolayca orkestra edilebilmektedirler. Piyade ordusu bu yeteneklere aynı oranda sahip olmadığı gibi oldukça hantal ve ağırdır.
     Bu tür savaşlardan, çok yetenekli komutanlar tarafından komuta edilen yerleşik ordular hariç yaya ordular genellikle bozkırın derinliklerinde yok olup giderler. Ağırlıklar, mühendislik faaliyetleri vb. unsurlar öncelikle esir edilirler. Çünkü gelecekte düşman topraklarına taarruz etmeyi düşünen bozkır ordusu komutanı bunlara ihtiyacı olacağını bilir. Bunlar basit esirler değildirler ve yeni ücretli askeri personel olarak görev yaparlar.
     Bu başarı bozkır devletimizi daha da büyütür ve itibarını artırır. Bozkırda tek bir kutsallık vardır ve o da başarıdır. Düşmana karşı başarılı olan liderin tanrı tarafından kutsandığı kabul edilir. Çünkü tanrı onu kutsamasa, o bu kadar başarılı olamazdı. Böylece bozkır liderleri tanrı tarafından kut almış kişiler olduğunu gösteren ünvan ve lakaplarla çağrılmaya başlanır. Tanrının kutsadığı biri ise hızla diğer kabileleri de etrafında toplar. Yeni devletimiz çevrede katılan diğer kabilelerin de katılımıyla hızla genişler. Bu aynı zamanda ordunun da büyümesi demektir. Büyüyen bir ordu ise ancak yeni savaşlarla hayatta tutulabilir. Bu sebeple bu orduya ve yeni katılan kabilelere cazip yeni hedefler gösterilmelidir. Bozkırda zenginlik olarak kabul edilebilecek pek fazla bir şey yoktur. Ama komşu yerleşik kültürün imparatorlukları; ipek kumaşlar, altın ve gümüş takılar, büyük saraylar, kaleler, şehirler ve beyaz tenli güzel kadınlarla doludur. Bu durum yeni orduyu savaş için motive etmeye yeterli olur. Böylece kitleler halinde bozkır süvari orduları komşu yerleşik uluslara akınlar yapıp talanlar yapmaya başlar.
     Bu ordular sürekli atlar üzerinde yaşadıklarından hareket ve manevra kabiliyetleri çok yüksektir. Hayatları savaş ve doğayla mücadele içinde geçtiğinden uzun menzilli kompozit yaylarını ve kısa hafif mızraklarını çok isabetli olarak kullanırlar. At üzerinde kılıç kullanmada da gayet maharetlidirler. Hafif süvari olan bu savaşçılar hem vur kaç tarzı çatışmalarda, hem de kesin sonuçlu meydan muharebelerinde çok başarılıdırlar.
Kale kuşatmalarına çok uygun değildirler ama bu önemli değildir. Çünkü yaşadıkları bölgede kale diye tabir edilebilecek önemli bir yapı yoktur. Kalelerin olduğu bölge dışı muharebelerde ise bu bölgeden edindikleri müttefikleri ve kiraladıkları uzmanları kullanırlar. Ayrıca kalelere doğrudan saldırma yerine dolaylı tutum denilebilecek bazı yöntemler de geliştirmişlerdir. Bu insanlar birkaç denemeden sonra kalelerin yaşayan organizmalar gibi olduğunu fark etmişlerdir. Kaleler uzun süre kendi başlarına yaşayamazlar. Kalelerin çevresinde bulunan küçük köyler, tarım alanları, hayvan sürüleri vb. kaleleri besleyen can damarlarıdır. Bunlar olmadan kaleler ancak belli bir süre kendi kendilerine yeterli olmaktadır. Onun için bu göçebe toplumların orduları önce kalelerin etrafındaki köyleri, tarlaları tahrip etmekte, hayvan sürülerini ele geçirmekte ve kalenin çevresini uzaktan kuşatarak tecrit etmektedir. Kaleler bir süre sonra ya açlık sebebiyle teslim olmakta veya iç karışıklıklar çıkmakta ve zayıflayan kaleler içeriden işbirlikçilerin yardımıyla ele geçirilmektedir.
     Yerleşik kültür de boş durmaz. Bozkır devletinin zayıf taraflarını araştırır. İç çatışmaları ve rekabetleri tespit ederek kullanmaya çalışır. Bazı bozkır kabilelerini yüksek ücretlerle kiralayarak kendi ordusuyla birlikte savaşmaya ikna eder. Casuslar göndererek propaganda ve psikolojik harp faaliyetleri ile bozkır devletini içten parçalamaya çalışır. Konfederasyona katılmamış bazı büyük kabilelere soyluluk unvanları ve askeri rütbeler vererek müttefik haline getirmeye çalışır. Eğer bunda başarılı olamazsa bu ünvan ve rütbeleri bizzat bozkır devleti liderine verir. Çok sayıda kadın, kumaş, hayvan, altın ve gümüşle barışı satın almaya çalışır. Bozkır devletlerinin saldırıları yerleşik kültürün devletinin özellikle iç karışıklıklar ve istikrarsızlıklar yaşadığı dönemlerde artış gösterip başarılı olduğundan iç istikrarsızlığa sebep olan unsurlarla merkezi otorite bu bozkır devleti ordularını kendi taraflarına çekerek rakiplerine saldırmaları için işbirliği yaparlar.
     Bozkır ulusları her şeyi belirleyecek bir unsur haline gelmiştir. Her kabile küçük bir askeri birlik şeklinde teşkilatlanmış küçük militarist bir devlet gibi yaşadığından güçlü bir lider çıkıp tanrıdan kut aldığını ispat edince güçlü bir mıknatıs gibi çevresindeki kabileleri hızla kendi etrafına çekerek kısa sürede dev bir imparatorluk kurabilmektedir. Yerleşik hayat olmadığından bu imparatorluğun güçlü bir bürokrasiye ihtiyacı yoktur. Ordu kabile birliklerinden oluştuğundan asker beslemek için çok miktarda paraya yani vergi toplamaya da ihtiyacı yoktur. Hukuk her kabilenin töresinden ve bozkırın ortak töresinden oluşmakta olup hukuk sistemi de eskiden olduğu gibi yürütülür. Binaları olan kurumsal bir din ve güçlü bir din adamları sınıfı da olmadığından dini otorite siyasi otoriteye rakip olamaz. Kabileler zayıf bağlarla merkeze bağlı olduğundan baskı vb. sebeplerle isyanlar da çıkmaz.
     Ancak bu devletin bazı önemli zayıflıkları da vardır. Nasıl tanrının kut vererek zaferler kazandırdığı lider etrafında hızla toplanmışlarsa, bu lider veya ardılları artık zafer kazanamadıkları zaman tanrının kutunu geri aldığı düşüncesiyle kabileler hızla birlikten ayrılır ve imparatorluk kurulduğundan da hızlı bir şekilde dağılır. Kabileler kut almış başka bir liderin etrafında toplanmaya başlarlar. Ayrıca bu imparatorlukların saltanatın devamı konusunda belirlenmiş bir kuralları da yoktur. Genellikle imparator ölünce topraklar onun oğulları arasında paylaşılır. Bunlar da tüm imparatorluğa egemen olmak için aralarında savaşmaya başlarlar. Bazen bu durum devletin zayıflayarak yok olmasına, bazen de bir varisin diğer varisi yenilgiye uğratması ile devletin yeniden bütünleşmesi ile son bulur. Ama çoğunlukla eşit güçte olan varisler yüzünden devlet bölünür. Bunlardan biri yerleşik kültür ile ittifak yaparak diğer devlete saldırır ve onu ortadan kaldırır.
     Bu durumda büyük kitlesel göçler yaşanır. Göç edenler ya bir yanlarındaki kabilelerle savaşarak onların yerlerini işgal ederler ve onları daha ileriye iterler veya onlarla da birleşerek yollarına devam ederler ve küçük bir kartopunun yuvarlandıkça büyüyerek çığa sebep olması gibi her gittikleri yerdeki kabilelerle birleşerek büyük kitleler halinde ilerlemeye devam ederler. Böylece ilerleyen bu büyük kitle ilerleme istikametindeki tüm göçebe ve yerleşik yapıları yıkarak, yok ederek ve bunların kalıntılarını da bu kitleye katarak ivmesini kaybedene kadar ilerler. Böylece tarih boyunca birçok defa gerçekleşen; Çin, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa’ya doğru ilerleyen kitlesel atlı ulus istilaları ortaya çıkar. Bunlar çok tahripkâr etkiler yaratmakla birlikte dünyanın değişik bölgelerinde kurulmuş olan yerleşik medeniyetler arasında irtibat kurulmasına, artık durağanlaşmakta olan yerleşik kültürlerin yeni tehlike karşısında zorunlu olarak değişerek gelişmesine, dünya çapında ticaret, din, kültür yollarının açılarak tüm kültürlerin birbirleri ile etkileşime girmesine ve elde ettikleri gelişmelerin birbirlerine aktarılmasına da sebep olur.

30.12.2015. M.Ç.

1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2.  http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html

12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html

14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html