TÜRKİYE NEREDE
BULUNUYOR BÖLÜM 3
Coğrafi
Konumun Tanımlanması
Tanımlama
süresince daha çok Anadolu yarımadası üzerinde durulacaktır.
Kimi
coğrafyacılar buraya Ön Asya, kimileri Ortadoğu, kimileri ise Küçük Asya
demektedir. Peki, bunun en uygun olanı nedir?
Net
bir sonuca ulaşmadan önce ismin tarihi gelişimine bakmakta, konunun anlaşılması
açısından, fayda olduğunu değerlendiriyorum.
Anadolu,
Asya Kıtası'nın Güneybatı ucunda yer alan bir yarımadadır. Tamamı Türkiye'de
bulunur. Kuzeyinde Karadeniz, batısında Marmara ve Ege denizleri, güneyinde ise
Akdeniz yer almaktadır. Türkiye topraklarının yaklaşık % 97’sini içine alan
Asya kıtasından batıya doğru uzanmış büyük bir yarımada. Küçük Asya olarak
bilinir.
Anadolu
toprakları “Eski Dünya” adı verilen kara kitlesinin ortasında, Asya kıtasının
batısında yer almaktadır. Eski dünyayı çevreleyen Atlas Okyanusunun bir kolu
karalar arasından sokularak Anadolu’nun üç yanını kaplar.
Romalılar,
kendi topraklarına göre doğuda kaldığından buraya doğu toprağı anlamında Thema
Anadolia demişlerdir. Anadolu isminin bir bölge adı olması ise Selçuklular’ın
Anadolu’ya gelmesiyle başlar.
Anadolu
kelimesi, Yunanca "Doğu" anlamına gelen “anatole” kelimesinden türemiştir.
Bu sözcük, "doğmak, yükselmek" anlamına gelen Yunanca “anatellein”
fiilinden gelir. "Doğu ülkesi" anlamına gelen Anatolia ilk kez
7. yüzyılda doğu roma imparatorluğunun Afyon, Isparta, Konya, Kayseri ve İçel yörelerini
kapsayan idari birimi “Anatolikon Thema” için kullanılmıştır. Osmanlı döneminde
ise Anadoli veya Anadolu, Sivas ve Kastamonu'yu kapsayan bir
eyaletin adıdır. 19. yüzyılda genel anlamda imparatorluğun Asya kıtasında kalan
ve Türklerle meskûn olan bölgesini tanımlamak için kullanılmıştır. Cumhuriyet döneminden
önce “Anadolu’nun” geleneksel doğu sınırı olarak Fırat Nehri kabul edilirken,
Cumhuriyetten sonra Türkiye'nin Asya kıtasında kalan kısmının tümü aynı coğrafi
terime dâhil edilmiştir.
Anadolu'yu
Türkçe ana ve dolu sözcükleri ile açıklayan görüş, Türkiye'de
1930'lardan itibaren yaygınlık kazanan milliyetçi tarih anlayışı çerçevesinde
değerlendirilmelidir. Bilimsel ve tarihsel gerçeklik ile bir ilgisi yoktur.
Orta
Doğu ya da Ortadoğu, Asya,
Avrupa ve Afrika’nın birbirlerine en çok yaklaştıkları yerleri kapsayan ve
birbirine komşu ülkelerin oluşturduğu bölgedir. Akdeniz’den Pakistan’a kadar
uzanır ve Arap Yarımadası’nı kapsar. Ortadoğu kavramı Avrupa’nın merkeziyetçi
yaklaşımına dayanır ve Britanyalıların 19’uncu yy.da kullanmaya başladıkları
bir kavramdır. Bu tanımlamada İngiltere ve Avrupa ülkeleri merkez kabul edilmiş;
doğu, Uzakdoğu, Yakındoğu, Ortadoğu gibi kavramlar buna göre belirlenmiştir.
Buna
göre Ortadoğu ülkeleri Suriye, Irak, Katar, Lübnan, İran, Filistin, Suudi
Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Kuveyt, Bahreyn, Yemen, Mısır,
Afganistan, Pakistan, Tunus, Cezayir, Libya, Sudan ve Fas’tır.
Ortadoğu
kavramının öncülü Fransızların, Osmanlı Devleti’nin toprakları için kullandığı
“Yakındoğu” tabiridir. 20nci yy. başlarına kadar tabir sık sık kullanılmıştır. İngiltere’nin
19uncu yy. dan itibaren Hindistan ve Çin’in zenginliklerine yönelmesi “Uzakdoğu”
kavramının kullanılmasına neden olmuştur. Bu iki kavram batılı devletler için
yeni bir yerel tanımlama ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu doğrultuda İngilizler,
Yakındoğu terimine karşılık, Osmanlı Devleti toprakları içerisinde kalan ve
Uzakdoğu’ya geçişte önemli ve gerekli bir atlama taşı olan bölge için “Ortadoğu”
terimini kullanmaya başlamıştır.
Ortadoğu,
Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusunu, Rusya ile sıcak denizleri birbirine
bağlayan, bu arada doğu ile batı arasındaki bütün ticarî ve kültürel irtibatların
yapıldığı bir bölgedir.
Yeryüzünün
en önemli kara ve suyollarını kontrol etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz
jeopolitik değer, Ortadoğu’yu, tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği
peşinde koşan güçlerin birincil hedefi haline getirmiştir. “Kara altın” olarak
tanımlanan petrolün 20. yy. ilk yarısından itibaren değer kazanmasıyla Ortadoğu’nun,
dolayısıyla buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik değeri dünyanın hiçbir
yeriyle kıyaslanamayacak derecede artmıştır.
Bu
bilgilerden sonra bir değerlendirme yapmamız gerekiyor. Yukarıda Ortadoğu
kavramının anlamına uymayan ülkelerin de kapsama dâhil edildiğini gördük.
Bunlar o zaman için Osmanlı İmparatorluğunun toprakları olduğu için bu kavrama
dâhil edilmiştir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu Batı, özellikle de İngiltere için
tam bir Ortadoğu devletidir ve Avrupa’da yeri yoktur. Çünkü o hastadır ve
hastalığı bulaşıcıdır. Kapsama dâhil edilen Fas, Tunus, Cezayir, Libya ve kısmen
de Mısır’a bu gözle bakmak gerekir.
Bu
tanımlama o zaman için geçerliyse de, günümüzde değerini kaybetmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun
içinde bulunan Mağrip ülkeleri artık bu tanımlama içinde değildir. Pakistan ve
Afganistan da bu tanımlamaya zorlanarak sokulmuş ülkelerdir ve artık Ortadoğu
kavramı içinde geçmemesi gerekir. Günümüz Ortadoğu ülkeleri tamamen petrol üreten
Arap ülkeleri bazında olup, bazıları hala Türkiye’yi Ortadoğu kapsamına
almaktadır. Ancak bu tarihi ve coğrafi bir yanılgıdır. Türkiye’nin petrol üreticiliği
yoktur. Gelenek ve görenekleri diğerlerinden oldukça farklıdır. Kullandığı dil
hiç birine benzememektedir. Coğrafi yapısı tamamen farklıdır. İklim ve mevsim
davranışları diğerleri ile benzerlik göstermemektedir.
Türkiye’yi
Ortadoğu ülkeleri içinde göstermenin, esasında, emperyalist bir güdüden
kaynaklandığı açıkça bellidir. Diğer devletler gibi köle ve uydu haline
getirilmek istenmektedir. Mevcut siyasi yapı buna uygundur ve böyle sürüp
gitmesi istenmektedir.
Sonuç olarak Türkiye’ye en
uygun konumlama Küçük Asya deyimidir. Çünkü Asya’nın batıya hücum eden ileri
karakolu görünümünde olup coğrafi yapısı ile de bunu tamamlamaktadır. Ön Asya
da denebilir ama bu deyim daha birkaç ülkeyi de kapsayacağı için anlamını
bulmaz.
2.Nüfus
Yapısı:
Açık
istihbarat kaynakları incelendiğinde nüfusun kaç kişiden oluştuğuna dair güvenilir
bir rakam bulmak mümkün görülmüyor. Ayrıca her seçim döneminde, hatta 3-5 aylık
bir arada bile nüfusumuz birden bire artıyor. Neden ve nasıl arttığı anlaşılamadığı
için bir açıklama da getirilemiyor.
2013
dünya bankası rakamlarına göre 74milyon 930 bin kişi
Tüik
2012: 75.627.384
Tüik
2013: 76 667 864 kişi
Tüik
2014: 77 695 904 kişi
Görüldüğü
üzere dünya bankası verileri ile Tüik verileri birbirine uymuyor. Ayrıca
linkteki (http://odatv.com/secimleri-hic-kimse-boyle-analiz-etmedi-0611151200.html)
analizde 4 ay içinde 2.100.000 kişilik bir seçmen artışı var ve bunu yıl bazında
hesaplarsak 6.300.000 olur. Bu artış 2014 rakamının üstüne eklendiğinde 83.995.904
rakamına ulaşılır ki bu artık 84 milyon demektir. Ve aynı zamanda siyasilerin ağızlarındaki
söylemlere de çok uymaktadır. Bir kesim siyasiler, seçim öncesi, nüfusu 85
milyona dayamışlardı. Hal böyle olunca seçimlerde “bir parmaklama vardır” diye düşünmemek
mümkün değil. Kişisel görüşüm olan “nüfus ve vatandaşlık genel müdürlüğünün
makinesinden sayılan rakam dışında hiçbir rakama itibar etmem” diyerek mevcut
rakam, siyasi söylem ve uygulamalar arasındaki anlamsızlıkları siz araştırmacı
nitelikli okuyuculara bırakıyorum.
Yukarıda
rakamlarla ifade edilen nüfusun içinde bulunan etnik yapılar nelerdir?
Ülkenin
adını aldığı esas unsur Türklerdir. Esası teşkil eden Türk milleti çeşitli
boylardan oluşmuştur. Konumuz olmadığı için ayrıntısına girilmeyecektir.
Diğer
etnikler ise Arnavut, Kürt, Zazalar, Gürcü, Çerkes, Pomak, Çingene, Arap, Laz,
Süryani, Keldani, Hemşinli, Ermeni, Yahudi, Rum, Nasturi, Bahai, Afrika kökenliler,
Leh, Malakan, Dürzi, Yezidiler, Levantenler ve Vitoller olarak sıralanabilir.
Esasında daha fazla etnik olduğundan şüphe yok. Ancak
sayıları çok az veya kendileri beyan etmemeyi tercih eder durumdalar. Yukarıda
saydığımız etniklerin de aynen Türkler gibi kendi içlerinde boyları vardır.
Konumuz tam olarak o olmadığı için ayrıntıya girilmemiştir.
3.İnanç
Yapısı:
Açık
istihbarat kanalları incelendiğinde bazı sonuçlara ulaşmak mümkündür. Ancak bu
sonuçların daha üst seviyelerde gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü
kimse kendini rahat, huzurlu ve emniyette hissetmediğinden inancını veya inançsızlığını
rahatlıkla söyleyemiyor. Bu da deist, agnostik, ateist ve diğer dinlere olan
inanan sayısının alt seviyede tespit edilmesine neden oluyor. Elde ettiğimiz
rakamları incelediğimizde, yukarıda saydığımız gerekçelerin varlığına rağmen,
siyasilerin iddia ettiklerinin tersine sonuçlarla karşılaşmamız mümkün.
Deistler:
%1,
Agnostikler:
%4
Ateistler:
%2
Diğer
dinler: %1
Aleviler:
%20
Caferiler:
%3
Türkiye
ateist, agnostik ve deist sayısı hızla artan üç ülkeden biridir. Diğer iki ülke
İran (Şii) ve Suudi Arabistan’dır (Selefi / Sünni). Onlarda dini yönetimler söz
konusudur. Türkiye de ise dini yönetime hızla giden bir süreç söz konusudur.
Her üç ülkede yaşayan insanların ortak tepkiyi göstermesi bir hayat gerçeği
olup, dini baskıların dinsizliği ve giderek ateistliği öne çıkardığı bir gerçektir.
Bunun bir örneğini Gardırop Atatürkçülüğünde de görebilirsiniz. Atatürkçülük
baskısı insanları ondan uzaklaşmaya itmiştir. Zaman içinde gerçekler anlaşıldığında
tekrar Atatürk üzerinde birleşilmiştir ama Gardırop Atatürkçülüğünde değil. İnanç
konularında 2000 yılından beri oluşan İslam kaynaklı terör eylemleri de olumsuz
etki yapmış olup, o teröristlerin yaptıklarına kaynaklık eden hayat gerçeğinin
Müslümanların kutsal kitabı olduğu da görülmüştür. Bu da inanan insanların
saflarında gevşemeye neden olmuştur. İnsanların hayatın en temel gerçeğini daha
hızlı görmesini bilim ve bilimsel yayınlar sağlamaktadır. Günümüzde bilim
tabana daha hızlı iniyor ve bilimsel yayınlara internetin hızıyla alakalı bir şekilde
ulaşmak artık sıradan bir süreçtir.
Gelelim
kocaman yalana. Derler ki, (bunu da nedense hep siyasiler yapa) “%99’u Müslüman
olan bir ülkeyiz…” Burada kocaman bir yalan görüyorum. Türkiye’de tüm ilahi
dinlere ve o dinlerin ilah yapısına itibar etmeyen insanların toplam oranı
yukarıda verilen bilgiye göre %7’dir. Buna %1’lik diğer dinleri eklersek zaten
% 92 seviyesine hemen düşülür. Bunun yanında çok katı uygulamaları olan bazı Sünniler
Alevileri asla Müslüman saymazlar ve onların Müslüman olması için önce Hıristiyan
olması sonra da Müslümanlığı tercih etmesi gerekir diye de şart koşarlar. Bunun
geneli bozmayacak bir gerçek olduğunu beyan ederek ülke nüfusunun %90-92’sinin
Müslüman olduğunu belirtelim.
TÜRKİYE NEREDE BULUNUYOR BÖLÜM
4’DE GÖRÜŞMEK ÜZERE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder