30 Aralık 2015 Çarşamba

Denizci Uluslarda Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi. The formation of army and development of war in maritime nations.

12. Denizci Uluslarda Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi. 
The formation of army and development of war in maritime nations.

    Şimdi de buraya kadar açıklamaya çalıştığımız kara devletlerini ve bunların ordularını bir yana bırakarak biraz da deniz kenarında veya adalarda yaşayan toplumlara göz atalım.
Deniz, insanlar için başlangıçta olduğu gibi bu gün de bir engeldir. Onunla mücadele etmek ve onun üzerinde hayatta kalmak oldukça zordur. Bu sebeple deniz kenarında yaşayan insanların gelişimini denizlerden çok üzerinde yaşadıkları kara parçalarının özellikleri etkilemiştir. Bunu kısaca şöyle açıklamaya çalışalım. Eğer bir toplumun üzerinde yaşadığı kara parçası bir kıtanın uzanımıysa ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanları kolayca besleyebiliyorsa böyle yerlerde insanlar denizciliği ikinci derecede önemli bir unsur olarak görmüşler ve gerçek anlamda denizci bir ulus olamamışlardır. Buna Çinliler, Anadolu’ya geldikten sonra Türkler ve Hintliler başlıca örnekler olarak verilebilir.
    Ancak bir kıta kenarında da olsalar, eğer insanların kıta içleriyle irtibatını kesen denize paralel yüksek sıradağlar veya verimsiz çöller varsa ve topluluğun yerleştiği bölge o toplumu beslemeye yetmiyorsa bu insanlar da ticaretle geçinen denizci uluslar olmuşlardır. Bunda denizin ulaştırma ve avcılık gibi konulara uygunluğu da etkili olmuştur.
    İnsanoğlu her zaman tembel ve kolaycı olmuştur. Yaşaması için ne kolaysa onu yapmayı tercih etmiştir. Bu tür denizci uluslara da en uygun örnek başlangıçta Suriye kıyılarında yaşayıp zamanla tüm Akdeniz’de koloniler kuran Fenikelilerdir. Bunlar daha sonra esas merkezlerinde zayıflasalar da Fas’ta bulunan Kartaca şehri merkezinde tüm Akdeniz’de etkili denizci bir imparatorluk oluşturmuşlar ve Romalılar Kartaca’yı yakana kadar Akdeniz’de başlıca belirleyici güç olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
    Deniz kenarında yaşayan insanlardan ayırt edici bir özelliğe sahip olan diğer bir örnek ise Yunanlılardır. Yunanlılar, Güneydoğu Avrupa’da Ege Denizine uzanan bir yarımadada yaşama başlamışlardır. Yunan ana karası belli bölgelerde tarım yapılmasına ve kıyı balıkçılığına uygun olsa da nüfus arttıkça bu besin kaynakları tüm halkı beslemeye yeterli olmamaya başlamıştır. Fakat bu ulus hiçbir zaman, ne kara devletleri gibi ne de Fenikeliler gibi merkezi bir krallığa bağlı büyük bir siyasi yapı, yani büyük bir imparatorluk kuramamıştır. Bunun da en büyük sebebi coğrafi yapılarıdır.
    Yunan ana karası dağlar, nehirler vb. engellerle birbirinden ayrı, kuzeye gittikçe daha da dağlık bir araziden oluşan parçalı bir yapı arz etmektedir. Bu yapısıyla Kafkasya bölgesinin bazı temel sorunlarını içinde taşımaktadır. Bu sebeple yaşama uygun vadilerde, küçük ovalarda ve deniz kenarlarında birbirinden müstakil şehir devletleri kurmuşlardır. Bu bölge bir kralın egemenliğine girmeden yaşadığı gibi buradaki şehirlerde ekonomik sebeplerle uzun süreli krallıklar nadiren yaşayabilmişlerdir. Burada, Ege denizi gibi birçok yaşam imkânı olan kıyılarda yapılan balıkçılık, şehirler arasında yapılan ticaret gibi sebebiyle büyük bir gücü eline geçirebilecek liderler nadiren çıkmıştır. Bu sebeple şehirler, genellikle toplumun daha zengin kesiminin ortak idaresi olan ve bu günkü demokrasiye pek te benzemeyen bir demokratik idare geliştirmişlerdir. Ege denizindeki adalar tek başına güçlü bir siyasi yapı oluşturacak kadar büyük olmadıkları için de Yunanlılar; Girit ve Rodos adaları hariç ana karayı tehdit edebilecek bir kuvvetle karşılaşmamışlardır.
    Bu şehir devletleri, zamanla ticarette gelişme göstererek, Fenikeliler kadar olmasa da, Ege ve Karadeniz sahillerinde birçok ticari üs oluşturmayı başarmışlardır. Ancak bu devletler sürekli olarak birbirleriyle mücadele halinde olduklarından ve en güçlü şehir devletinin bile çıkarabileceği asker sayısı çok kısıtlı olduğundan büyük bir askeri gelişme gösterememişlerdir. Platon’un ‘’Devlet’’ isimli eserinde Sokrates’in ağzından verdiği diyaloglarda profesyonel bir ordunun devlet için ne kadar önemli olduğundan bahsedilse de Yunan şehirleri uzun süre, halk orduları denilebilecek küçük ve sadece savaş durumunda toplanan ordularla yetinmek zorunda kalmışlardır.
    Bu ordular, savaş durumunda işini gücünü bırakan genç erkeklerin, düşmanı karşılayacakları bir meydanda toplanması ile teşkil edilmiştir. Bunların kısa kılıçları, hem savurabilecekleri ve hem de ellerinde tutarak dürtücü bir silah olarak kullanabilecekleri orta uzunlukta mızrakları vardır. Hemen her savaşçının sol eliyle tutabileceği küçük bir kalkanı ve kesici delici silahlara karşı koruma sağlayan kalkanlar gibi üzeri bronz levhalarla kaplı tahta veya deri zırhları vardır. Zenginlerin zırhları ise blok olarak bronzdan dökmedir.
    Anadolu kıyıları oldukça uzak, adalar ise ele geçirene büyük bir güç kazandıramayacak kadar küçük olması sebebiyle şehirler arasında genel bir denge bulunan Yunanlılar, kendi aralarından biri güçlenerek sivrildiğinde ve Anadolu veya Bakanlar üzerinden bir saldırıya uğradıklarında çeşitli ittifak kombinasyonlarıyla bazen oldukça ciddi sayılara ulaşabilen sürekli savaşlar içinde yaşamışlardır. Bu ittifaklar özellikle Ege kıyılarındaki bazı devletlere, Makedonlara ve daha sonraları Romalılarla İranlılara karşı yaygın olarak yapılmıştır.
Yunan şehirleri, zaman içinde Korsika ve Anadolu kıyılarına doğru yayıldıkça, kara savaşı kadar deniz savaşlarına da ağırlık vermeye başlamışlardır. Yeni kolonilerle zenginleşen ve nüfusları artan bu şehir devletleri askeri güçlerini de artırmış ve kurdukları üs ve limanlarla etkilerini Ege Denizi, Marmara Denizi ve Karadeniz ile Anadolu’nun Akdeniz kıyılarına kadar yaymışlardır. Ticareti deniz yolu ile yaptıklarından dolayı askerlikte de denizciliğe daha fazla önem vermişler ve bu bölgelerde etkin bir deniz kuvveti oluşturmayı başarmışlardır. Ancak yine de coğrafyanın zorlamalarından kutulamamış ve büyük bir imparatorluk kuramayarak küçük şehir devletleri ve şehirler federasyon veya konfederasyonları olarak hayatlarını sürdürmüşlerdir.
    Önlerinde pek fazla ada olmadığı için su ülkesi olarak parçalanmamış bir yapı bulunan Fenikeliler ise Yunanlılara göre daha farklı bir gelişme takip etmişlerdir. Önceleri Suriye kıyılarında kurdukları liman şehirlerinde yaşayan ve bölgedeki ağaçları kullanarak çok sayıda ticaret gemisi yaparak Doğu Akdeniz limanları arasında ticaret yapan Fenikeliler zamanla tüm Akdeniz’e yayılarak değişik bölgelerde ve değişik kıtalarda şehirler ve koloniler kurarak büyük bir ticari kültür ve imparatorluk oluşturmuşlardır.
    Bunlar zenginleştikçe ordulaşmaları ve askeri düzenleri de buna uygun olarak değişim göstermiştir. Başlangıçta ana limanlarını koruyacak kadar bir ordu ve yakın bölgelerle yaptıkları ticareti emniyetle devam ettirecek kadar bir deniz gücü oluşturan bu kültür, asker ihtiyacını kendi nüfusundan temin ederken, toplumda zengin sayısı arttıkça askerlik sistemini de değiştirmiştir. Ticaretle uğraşan zengin insanlar, kendileri ölüm tehlikesini göğüslemek yerine, savunma için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek için kiralık askerlerin ücretini ödemeyi tercih etmeye başlayınca buna bağlı olarak ordu ücretli askerlerden teşkil edilen profesyonel bir yapıya kavuşmuştur.
    Fenike medeniyetinin etki merkezi Kartaca’ya kaydıktan sonra bu devlet tüm Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Güney Avrupa’da koloniler oluşturmuş, şehirler kurmuş ve buralarda askeri güç konuşlandırmıştır. Tüm bu üslerin ortasında Akdeniz bulunduğundan, bu İmparatorluk güçlü bir donanma ve çok gelişmiş askeri limanlar inşa etmiştir. Fakat Hannibal döneminde; İspanya’da genişleme sonucunda kendilerine rakip Roma gibi bir gücün ortaya çıkması ve Korsika’daki şehirleri ele geçirmeye başlaması ile kara savaşları yapmaya ve büyük kara orduları kurmaya mecbur kalmıştır.
    Dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü generallerinden olan Hanibal, yerli İspanyollardan da takviye ettiği ordusu ile karadan Roma üzerine yürümüş, yol üzerinde başta Etrüskler ve Galyalılar olmak üzere Roma ile çatışma halinde olan ne kadar unsur varsa bunlarla ittifaklar kurarak Alpleri aşmış ve Roma üzerine yürümüştür. Denizci bir kültürden gelmesine rağmen dahi bir general olan Hanibal dünya kara harp tarihine geçmiş ve bugün de kabul gören birçok yeni manevra şekilleri ile taktik ve stratejik esasları başarı ile uygulayarak Roma’yı yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. Ancak tamamen bir tarım ülkesi olarak kurulmuş ve devlet şekli ile toprak düzenini askeri teşkilatını destekleyecek şekilde kurmuş olan Roma karşısında yenilmekten kurtulamamıştır. Hanibal alacağı ücretten başka motivasyonu olmayan paralı askerler ve ancak başarılı olduğu müddetçe yanında duran yabancı müttefiklere dayanırken Roma tüm ülke nüfusunu asker olarak kullanabilecek bir askeri sisteme sahiptir. Bu sebeple Roma, başlangıçta sürekli yenilip yok olan ordusunu kısa sürede tekrar kurabilmiş fakat Hanibal’ın etrafındaki müttefikler ilk başarısızlığın ardından dağılmaya başlamıştır.
    Neticede belirli sayıda askere sahip bir ordusu olan ve Kartaca’daki merkeze bağlı çok geniş bir alana yayılmış olan Hanibal’ın imparatorluğu bu kuvvetini çok fazla yaymak zorunluluğundan dolayı askeri olarak yenilmiş ve Kartaca Şehri yok edilince de; her yere kollarını atmış bir ahtapot görünümündeki imparatorluk, kafası koparıldığı için hemen ölmüş ve ortadan kalkmıştır.
    Deniz kültürleri olarak bahsetmek istediğimiz diğer bir kültür de ada kültürleridir. Adalar denizin ortasında tecrit edilmiş bir yapıda olduğu için adalarda yaşayan insanların genelinde benzer bir adalı psikolojisi olduğu söylenebilir. Bu kısmen doğru olmakla birlikte adaların şekli, büyüklüğü, etrafında başka ada olup olmadığı, varsa bu adaların yakınlığı ve büyüklüğü, adanın kıtalara veya büyük bir adaya yakınlığı, doğal kaynakları vb. hususlara göre adalarda hem genel insan gelişimi hem de askeri gelişim farklı olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir.
    Öncelikle adaların konumuna göz atalım. Eğer ada dünyanın yaşam olmayan bölgelerine yakın yerlerde ise bu adada ya insanlar yaşamamakta veya yaşasa bile bunlar çok az sayıda olduğundan ve hayatta kalmak için büyük mücadeleler vermek zorunda kaldığından ancak hayatta kalmalarını sağlayacak adaya mahsus temel yetenekleri geliştirebilmektedirler. Grönland gibi adalar ve kutuplara yakın diğer adalar bunlara örnek verilebilir. Buralarda çok az insan yaşayabildiğinden ve asker beslemek, devlet teşkilatı kurmak için olmazsa olmaz artık değer üretemediklerinden daha önce bahsettiğimiz toplumlar gibi bir gelişme gösteremezler.
    Uygun iklim koşulları olsa bile büyük adalara veya kıtalara uzak yalıtılmış adalarda da gelişmiş bir askeri ve siyasi sistem kurmak zordur. Çünkü bunlar sadece kendi kaynak ve tecrübeleri ile gelişim sağlamak zorundadır. Bunların avantajı gibi görünen diğer insan gruplarının saldırılarından korunmuş olmaları aslında bunların geri kalmalarının da sebebidir. Çünkü insanoğlu sadece kendi ürettikleri ile değil diğer insan topluluklarının ürettiklerini taklit ederek veya kopyalayarak gelişir. Bu gelişimi en çok hızlandıran şey ise savaştır. Savaşlar insanların birbirleriyle en açık ve ön yargısız ilişki kurma şeklidir. Bu sebeple, savaşlarda başarısız olan toplumlar sür'atle başarılı olanları taklit ederler. Taklit ise en kolay öğrenme ve gelişme metodudur. Savaşta başarı hayatta kalmanın temelini oluşturduğundan insanlar rakiplerinin savaş yöntemlerini, araç ve silahlarını çok kolay taklit ederler. İnsanoğlunun muhafazakâr olmadığı konuların başında da bu gelmektedir.
     Adaların büyüklüğü de çok önemli bir faktördür. Çünkü belli bir siyasi ve askeri yapı oluşturmak için yeterince büyük bir nüfus ve bu nüfusun bir kısmının üretimden alınarak yönetici ve asker olarak beslenmesini sağlayabilecek kadar gıda üretimi gerekir. Küçük adalarda bu neredeyse imkânsızdır. Birbirine yakın birçok küçük adalarda bir yere kadar bu sağlanabilirse de bu coğrafi bölünmüşlük siyasi ve askeri yapıya da yansır ve büyük güçlerin oluşmasına olumsuz etki yapar. Yalnız bir önceki paragrafta açıkladığımız tecrit edilme durumu varsa büyük adalar ve hatta Avusturalya gibi küçük kıtalarda bile gelişme diğer bölgelere göre yavaş olur.
    Kıbrıs, Malta ve Korsika gibi, üzerinde hayli fazla sayıda insan yaşayan adalarda siyasi ve askeri yapılar oluşması mümkündür. Ancak bunlar ana karalara çok yakın ve ticari deniz yollarının ortasında bulunduklarından genellikle daha büyük güçlerin kontrolüne girerler ve nadiren bağımsız yapılar oluşturabilirler. Bu durum da yine nüfus ve gıda üretiminin etkisiyle yeterince büyük orduların beslenememesinden kaynaklanır. Buna bir istisna gibi görünen Rodos Şövalyelerinin ise Akdeniz ticaretinde etkin bir rol almaları ve ticaretten yeterince gelir elde ettikleri için bunu başardıkları söylenebilir.
    Adalardan siyasi ve askeri bir güç oluşturmaya en uygun olanları; Britanya ve Japonya Adaları gibi, oldukça büyük topraklara sahip, üzerinde belli ürünlerle de olsa tarım yapılabilen, hayvancılığa da müsait olduğu için denizcilik gelişene kadar oldukça büyük bir nüfusu besleyebilen adalardır. Bu adaların avantajı; yeterli miktarda nüfusu barındıracak kadar büyük olmaları, her bölgesinde insanların yaşayabileceği iklim ve coğrafya şartları bulunması, yeterli doğal kaynaklara sahip olması, kıtalara her düşmanın hemen saldıramayacağı kadar uzak fakat kıtalarla sürekli bir temas ve ilişki kurabilecek kadar da yakın olmaları gibi hususlardır. 
    Bu adalara örnek olarak Britanya adasını ele alacak olursak bu adanın yerli halkı M.Ö. 7000 yılında Stonehenge gibi mimari bir yapıyı inşa edecek kadar gelişmeyi başarabilmişlerdir. Fakat kıta Avrupasında ortaya çıkan her güç bu adayı işgal etmeye çalışmıştır. Ancak bu güçlerden ne Fransızlar, ne Nordik kavimler ne de Roma gibi çok büyük bir güç adanın tamamını kontrol altına alamamıştır. Bunda da adanın güney-kuzey istikametinde uzun olması ve savunmacılara bir derinlik sağlaması, kuzey bölümlerin nispeten dağlık ve daha zor iklim koşullarına sahip olması, adaya gelen istilacıların anakaradan epey uzun bir mesafeye gelmelerinden dolayı adanın bir kısmını işgal ettikten sonra doruk noktasına ulaşmaları etkili olmuştur. Adayı bir eyalet haline getiren Romalılar burada yönetici bir sınıf teşkil ederek buraya dışarıdan nüfus getirmediklerinden Roma zayıflar zayıflamaz Roma kültürü yerel kültür arasında eriyerek yok olmuştur. Kuzeydoğu bölgesine gelen Nordikler ise ada halkına göre daha az olduklarından zamanla kurdukları küçük krallık ortadan kalkmış ve nüfus yerel halk içinde asimile olmuştur.
    Bu adanın kaderini belirleyen en önemli husus belki de kıtadan tecrit edilmiş konumu olmuştur. Adaya gelen tüm Avrupalı unsurlar Avrupa’daki ana gruplarından koparak yerel unsurlarla karışmış ve yeni bir kültür oluşturmuşlardır.
     Ada’da tarım ve hayvancılık yapılan erken dönemlerde tarıma dayalı feodal bir kültür oluşmuş, bu da her bölgede oluşan yerel güçler arasında ülkenin tamamına hakim olmak için sonu gelmez savaşlara sebep olmuştur. Roma dönemi hariç bu durum her zaman geçerli olmuştur. Fakat geç dönemlere kadar coğrafi bütünlüğü siyasi bütünlük ile birleştirebilecek bir güç ortaya çıkamamıştır. Bunda biraz önce açıkladığımız coğrafi şartlar da etkili olmuştur. Ada kuzeye çıkarken Newcastle ve Liverpool şehirleri arasında oldukça daralmakta ve kuzeye çıktıkça arazı dağlık bir karakter arz etmeye başlamaktadır. Bu coğrafi özellik Romalıları bile sıkıntıya sokmuş ve bu çizginin kuzeyine geçemedikleri gibi kuzeye çekilen kabilelerin sürekli saldırıları sebebiyle İmparator Adrian döneminde adanın en dar yerinde denizden denize, Çin Seddi gibi bir duvar örmek zorunda kalmışlardır. Bu duvarın hemen kuzeyi, bugün dahi İngiltere-İskoçya sınırını oluşturmaktadır.
    Bu adanın belli sayıda nüfusu besleyebilecek bir tarım ve hayvancılık kapasitesi olsa da nüfus arttıkça ada yetersiz gelmeye başlamıştır. Bu durum da insanların denize yönelmesine sebep olmuştur. Böylece bu adada ister birçok küçük devlet olsun isterse tek bir devlet olsun ada insanları erken dönemlerden itibaren denize yönelmişler ve başlangıçta bir kara toplumu özelliği gösteren insanlar giderek denizci bir kültür haline gelmişlerdir. Bu aşamadan sonra adanın kıtaya yakınlığı bir avantaj olmuştur. Çünkü genişlemek isteyen siyasi güç hemen kıta Avrupası’na yönelmiş, barış dönemlerinde ise kıta ile yoğun bir ticari ve kültürel ilişki içinde bulunmuştur.
    Avrupa-Asya kıtasının batısında bulunan bu adaya, gerek konum ve gerekse coğrafi özellikleri açısından çok benzer olan Japonya’da da benzer gelişmeler olmuştur. Bu iki ada, bu gün bile; hala feodal dönemden kalma sosyal yapı unsurlarını korumaları, krallıkla yönetilmeleri, kara orduları da bulunmakla beraber imparatorluk stratejisi uyguladıkları dönemlerde daima güçlü bir deniz kuvvetlerine sahip olmaları ve başlangıçta yakınlarında oldukları kıtaya doğru genişleme teşebbüslerinde bulunurlarken daha sonra tam tersi istikametine dönmeleri açısından birbirlerine çok benzemektedirler.

30.12.2015. M.Ç.

1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2.  http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html

12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html

14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder