12. Denizci Uluslarda Orduların Oluşumu ve Savaşın Gelişimi.
The formation of army and development of war in maritime nations.
Şimdi
de buraya kadar açıklamaya çalıştığımız kara devletlerini ve bunların
ordularını bir yana bırakarak biraz da deniz kenarında veya adalarda yaşayan toplumlara
göz atalım.
Deniz,
insanlar için başlangıçta olduğu gibi bu gün de bir engeldir. Onunla mücadele
etmek ve onun üzerinde hayatta kalmak oldukça zordur. Bu sebeple deniz
kenarında yaşayan insanların gelişimini denizlerden çok üzerinde yaşadıkları kara
parçalarının özellikleri etkilemiştir. Bunu kısaca şöyle açıklamaya çalışalım.
Eğer bir toplumun üzerinde yaşadığı kara parçası bir kıtanın uzanımıysa ve bu
topraklar üzerinde yaşayan insanları kolayca besleyebiliyorsa böyle yerlerde
insanlar denizciliği ikinci derecede önemli bir unsur olarak görmüşler ve
gerçek anlamda denizci bir ulus olamamışlardır. Buna Çinliler, Anadolu’ya
geldikten sonra Türkler ve Hintliler başlıca örnekler olarak verilebilir.
Ancak
bir kıta kenarında da olsalar, eğer insanların kıta içleriyle irtibatını kesen
denize paralel yüksek sıradağlar veya verimsiz çöller varsa ve topluluğun
yerleştiği bölge o toplumu beslemeye yetmiyorsa bu insanlar da ticaretle
geçinen denizci uluslar olmuşlardır. Bunda denizin ulaştırma ve avcılık gibi
konulara uygunluğu da etkili olmuştur.
İnsanoğlu
her zaman tembel ve kolaycı olmuştur. Yaşaması için ne kolaysa onu yapmayı
tercih etmiştir. Bu tür denizci uluslara da en uygun örnek başlangıçta Suriye
kıyılarında yaşayıp zamanla tüm Akdeniz’de koloniler kuran Fenikelilerdir.
Bunlar daha sonra esas merkezlerinde zayıflasalar da Fas’ta bulunan Kartaca
şehri merkezinde tüm Akdeniz’de etkili denizci bir imparatorluk oluşturmuşlar
ve Romalılar Kartaca’yı yakana kadar Akdeniz’de başlıca belirleyici güç olarak varlıklarını
sürdürmüşlerdir.
Deniz
kenarında yaşayan insanlardan ayırt edici bir özelliğe sahip olan diğer bir
örnek ise Yunanlılardır. Yunanlılar, Güneydoğu Avrupa’da Ege Denizine uzanan bir
yarımadada yaşama başlamışlardır. Yunan ana karası belli bölgelerde tarım
yapılmasına ve kıyı balıkçılığına uygun olsa da nüfus arttıkça bu besin
kaynakları tüm halkı beslemeye yeterli olmamaya başlamıştır. Fakat bu ulus hiçbir zaman, ne
kara devletleri gibi ne de Fenikeliler gibi merkezi bir krallığa bağlı büyük
bir siyasi yapı, yani büyük bir imparatorluk kuramamıştır. Bunun da en büyük sebebi coğrafi yapılarıdır.
Yunan
ana karası dağlar, nehirler vb. engellerle birbirinden ayrı, kuzeye gittikçe
daha da dağlık bir araziden oluşan parçalı bir yapı arz etmektedir. Bu
yapısıyla Kafkasya bölgesinin bazı temel sorunlarını içinde taşımaktadır. Bu
sebeple yaşama uygun vadilerde, küçük ovalarda ve deniz kenarlarında
birbirinden müstakil şehir devletleri kurmuşlardır. Bu bölge bir kralın
egemenliğine girmeden yaşadığı gibi buradaki şehirlerde ekonomik sebeplerle
uzun süreli krallıklar nadiren yaşayabilmişlerdir. Burada, Ege denizi gibi
birçok yaşam imkânı olan kıyılarda yapılan balıkçılık, şehirler arasında
yapılan ticaret gibi sebebiyle büyük bir gücü eline geçirebilecek liderler
nadiren çıkmıştır. Bu sebeple şehirler, genellikle toplumun daha zengin
kesiminin ortak idaresi olan ve bu günkü demokrasiye pek te benzemeyen bir
demokratik idare geliştirmişlerdir. Ege denizindeki adalar tek başına güçlü bir
siyasi yapı oluşturacak kadar büyük olmadıkları için de Yunanlılar; Girit ve
Rodos adaları hariç ana karayı tehdit edebilecek bir kuvvetle
karşılaşmamışlardır.
Bu
şehir devletleri, zamanla ticarette gelişme göstererek, Fenikeliler kadar
olmasa da, Ege ve Karadeniz sahillerinde birçok ticari üs oluşturmayı
başarmışlardır. Ancak bu devletler sürekli olarak birbirleriyle mücadele
halinde olduklarından ve en güçlü şehir devletinin bile çıkarabileceği asker
sayısı çok kısıtlı olduğundan büyük bir askeri gelişme gösterememişlerdir.
Platon’un ‘’Devlet’’ isimli eserinde Sokrates’in ağzından verdiği diyaloglarda
profesyonel bir ordunun devlet için ne kadar önemli olduğundan bahsedilse de
Yunan şehirleri uzun süre, halk orduları denilebilecek küçük ve sadece savaş
durumunda toplanan ordularla yetinmek zorunda kalmışlardır.
Bu
ordular, savaş durumunda işini gücünü bırakan genç erkeklerin, düşmanı
karşılayacakları bir meydanda toplanması ile teşkil edilmiştir. Bunların kısa
kılıçları, hem savurabilecekleri ve hem de ellerinde tutarak dürtücü bir silah
olarak kullanabilecekleri orta uzunlukta mızrakları vardır. Hemen her
savaşçının sol eliyle tutabileceği küçük bir kalkanı ve kesici delici silahlara
karşı koruma sağlayan kalkanlar gibi üzeri bronz levhalarla kaplı tahta veya
deri zırhları vardır. Zenginlerin zırhları ise blok olarak bronzdan dökmedir.
Anadolu
kıyıları oldukça uzak, adalar ise ele geçirene büyük bir güç kazandıramayacak
kadar küçük olması sebebiyle şehirler arasında genel bir denge bulunan Yunanlılar,
kendi aralarından biri güçlenerek sivrildiğinde ve Anadolu veya Bakanlar
üzerinden bir saldırıya uğradıklarında çeşitli ittifak kombinasyonlarıyla bazen
oldukça ciddi sayılara ulaşabilen sürekli savaşlar içinde yaşamışlardır. Bu
ittifaklar özellikle Ege kıyılarındaki bazı devletlere, Makedonlara ve daha
sonraları Romalılarla İranlılara karşı yaygın olarak yapılmıştır.
Yunan
şehirleri, zaman içinde Korsika ve Anadolu kıyılarına doğru yayıldıkça, kara
savaşı kadar deniz savaşlarına da ağırlık vermeye başlamışlardır. Yeni
kolonilerle zenginleşen ve nüfusları artan bu şehir devletleri askeri güçlerini
de artırmış ve kurdukları üs ve limanlarla etkilerini Ege Denizi, Marmara
Denizi ve Karadeniz ile Anadolu’nun Akdeniz kıyılarına kadar yaymışlardır. Ticareti
deniz yolu ile yaptıklarından dolayı askerlikte de denizciliğe daha fazla önem
vermişler ve bu bölgelerde etkin bir deniz kuvveti oluşturmayı başarmışlardır.
Ancak yine de coğrafyanın zorlamalarından kutulamamış ve büyük bir imparatorluk
kuramayarak küçük şehir devletleri ve şehirler federasyon veya
konfederasyonları olarak hayatlarını sürdürmüşlerdir.
Önlerinde
pek fazla ada olmadığı için su ülkesi olarak parçalanmamış bir yapı bulunan
Fenikeliler ise Yunanlılara göre daha farklı bir gelişme takip etmişlerdir.
Önceleri Suriye kıyılarında kurdukları liman şehirlerinde yaşayan ve bölgedeki
ağaçları kullanarak çok sayıda ticaret gemisi yaparak Doğu Akdeniz limanları
arasında ticaret yapan Fenikeliler zamanla tüm Akdeniz’e yayılarak değişik
bölgelerde ve değişik kıtalarda şehirler ve koloniler kurarak büyük bir ticari
kültür ve imparatorluk oluşturmuşlardır.
Bunlar
zenginleştikçe ordulaşmaları ve askeri düzenleri de buna uygun olarak değişim
göstermiştir. Başlangıçta ana limanlarını koruyacak kadar bir ordu ve yakın
bölgelerle yaptıkları ticareti emniyetle devam ettirecek kadar bir deniz gücü
oluşturan bu kültür, asker ihtiyacını kendi nüfusundan temin ederken, toplumda
zengin sayısı arttıkça askerlik sistemini de değiştirmiştir. Ticaretle uğraşan
zengin insanlar, kendileri ölüm tehlikesini göğüslemek yerine, savunma için
üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek için kiralık askerlerin ücretini
ödemeyi tercih etmeye başlayınca buna bağlı olarak ordu ücretli askerlerden
teşkil edilen profesyonel bir yapıya kavuşmuştur.
Fenike
medeniyetinin etki merkezi Kartaca’ya kaydıktan sonra bu devlet tüm Kuzey
Afrika, Ortadoğu ve Güney Avrupa’da koloniler oluşturmuş, şehirler kurmuş ve
buralarda askeri güç konuşlandırmıştır. Tüm bu üslerin ortasında Akdeniz
bulunduğundan, bu İmparatorluk güçlü bir donanma ve çok gelişmiş askeri
limanlar inşa etmiştir. Fakat Hannibal döneminde; İspanya’da genişleme
sonucunda kendilerine rakip Roma gibi bir gücün ortaya çıkması ve Korsika’daki
şehirleri ele geçirmeye başlaması ile kara savaşları yapmaya ve büyük kara
orduları kurmaya mecbur kalmıştır.
Dünyanın
gelmiş geçmiş en ünlü generallerinden olan Hanibal, yerli İspanyollardan da
takviye ettiği ordusu ile karadan Roma üzerine yürümüş, yol üzerinde başta
Etrüskler ve Galyalılar olmak üzere Roma ile çatışma halinde olan ne kadar
unsur varsa bunlarla ittifaklar kurarak Alpleri aşmış ve Roma üzerine
yürümüştür. Denizci bir kültürden gelmesine rağmen dahi bir general olan Hanibal
dünya kara harp tarihine geçmiş ve bugün de kabul gören birçok yeni manevra şekilleri
ile taktik ve stratejik esasları başarı ile uygulayarak Roma’yı yıkılma
tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. Ancak tamamen bir tarım ülkesi olarak
kurulmuş ve devlet şekli ile toprak düzenini askeri teşkilatını destekleyecek
şekilde kurmuş olan Roma karşısında yenilmekten kurtulamamıştır. Hanibal
alacağı ücretten başka motivasyonu olmayan paralı askerler ve ancak başarılı
olduğu müddetçe yanında duran yabancı müttefiklere dayanırken Roma tüm ülke
nüfusunu asker olarak kullanabilecek bir askeri sisteme sahiptir. Bu sebeple Roma,
başlangıçta sürekli yenilip yok olan ordusunu kısa sürede tekrar kurabilmiş
fakat Hanibal’ın etrafındaki müttefikler ilk başarısızlığın ardından dağılmaya
başlamıştır.
Neticede
belirli sayıda askere sahip bir ordusu olan ve Kartaca’daki merkeze bağlı çok
geniş bir alana yayılmış olan Hanibal’ın imparatorluğu bu kuvvetini çok fazla yaymak
zorunluluğundan dolayı askeri olarak yenilmiş ve Kartaca Şehri yok edilince de;
her yere kollarını atmış bir ahtapot görünümündeki imparatorluk, kafası koparıldığı
için hemen ölmüş ve ortadan kalkmıştır.
Deniz
kültürleri olarak bahsetmek istediğimiz diğer bir kültür de ada kültürleridir. Adalar
denizin ortasında tecrit edilmiş bir yapıda olduğu için adalarda yaşayan
insanların genelinde benzer bir adalı psikolojisi olduğu söylenebilir. Bu
kısmen doğru olmakla birlikte adaların şekli, büyüklüğü, etrafında başka ada
olup olmadığı, varsa bu adaların yakınlığı ve büyüklüğü, adanın kıtalara veya
büyük bir adaya yakınlığı, doğal kaynakları vb. hususlara göre adalarda hem
genel insan gelişimi hem de askeri gelişim farklı olarak ortaya çıkmış ve
gelişmiştir.
Öncelikle
adaların konumuna göz atalım. Eğer ada dünyanın yaşam olmayan bölgelerine yakın
yerlerde ise bu adada ya insanlar yaşamamakta veya yaşasa bile bunlar çok az
sayıda olduğundan ve hayatta kalmak için büyük mücadeleler vermek zorunda
kaldığından ancak hayatta kalmalarını sağlayacak adaya mahsus temel yetenekleri
geliştirebilmektedirler. Grönland gibi adalar ve kutuplara yakın diğer adalar
bunlara örnek verilebilir. Buralarda çok az insan yaşayabildiğinden ve asker
beslemek, devlet teşkilatı kurmak için olmazsa olmaz artık değer
üretemediklerinden daha önce bahsettiğimiz toplumlar gibi bir gelişme
gösteremezler.
Uygun
iklim koşulları olsa bile büyük adalara veya kıtalara uzak yalıtılmış adalarda
da gelişmiş bir askeri ve siyasi sistem kurmak zordur. Çünkü bunlar sadece
kendi kaynak ve tecrübeleri ile gelişim sağlamak zorundadır. Bunların avantajı
gibi görünen diğer insan gruplarının saldırılarından korunmuş olmaları aslında
bunların geri kalmalarının da sebebidir. Çünkü insanoğlu sadece kendi
ürettikleri ile değil diğer insan topluluklarının ürettiklerini taklit ederek
veya kopyalayarak gelişir. Bu gelişimi en çok hızlandıran şey ise savaştır. Savaşlar
insanların birbirleriyle en açık ve ön yargısız ilişki kurma şeklidir. Bu
sebeple, savaşlarda başarısız olan toplumlar sür'atle başarılı olanları taklit
ederler. Taklit ise en kolay öğrenme ve gelişme metodudur. Savaşta başarı
hayatta kalmanın temelini oluşturduğundan insanlar rakiplerinin savaş
yöntemlerini, araç ve silahlarını çok kolay taklit ederler. İnsanoğlunun
muhafazakâr olmadığı konuların başında da bu gelmektedir.
Adaların
büyüklüğü de çok önemli bir faktördür. Çünkü belli bir siyasi ve askeri yapı
oluşturmak için yeterince büyük bir nüfus ve bu nüfusun bir kısmının üretimden
alınarak yönetici ve asker olarak beslenmesini sağlayabilecek kadar gıda
üretimi gerekir. Küçük adalarda bu neredeyse imkânsızdır. Birbirine yakın
birçok küçük adalarda bir yere kadar bu sağlanabilirse de bu coğrafi
bölünmüşlük siyasi ve askeri yapıya da yansır ve büyük güçlerin oluşmasına
olumsuz etki yapar. Yalnız bir önceki paragrafta açıkladığımız tecrit edilme
durumu varsa büyük adalar ve hatta Avusturalya gibi küçük kıtalarda bile
gelişme diğer bölgelere göre yavaş olur.
Kıbrıs,
Malta ve Korsika gibi, üzerinde hayli fazla sayıda insan yaşayan adalarda
siyasi ve askeri yapılar oluşması mümkündür. Ancak bunlar ana karalara çok
yakın ve ticari deniz yollarının ortasında bulunduklarından genellikle daha
büyük güçlerin kontrolüne girerler ve nadiren bağımsız yapılar
oluşturabilirler. Bu durum da yine nüfus ve gıda üretiminin etkisiyle yeterince
büyük orduların beslenememesinden kaynaklanır. Buna bir istisna gibi görünen Rodos
Şövalyelerinin ise Akdeniz ticaretinde etkin bir rol almaları ve ticaretten
yeterince gelir elde ettikleri için bunu başardıkları söylenebilir.
Adalardan
siyasi ve askeri bir güç oluşturmaya en uygun olanları; Britanya ve Japonya
Adaları gibi, oldukça büyük topraklara sahip, üzerinde belli ürünlerle de olsa
tarım yapılabilen, hayvancılığa da müsait olduğu için denizcilik gelişene kadar
oldukça büyük bir nüfusu besleyebilen adalardır. Bu adaların avantajı; yeterli
miktarda nüfusu barındıracak kadar büyük olmaları, her bölgesinde insanların
yaşayabileceği iklim ve coğrafya şartları bulunması, yeterli doğal kaynaklara
sahip olması, kıtalara her düşmanın hemen saldıramayacağı kadar uzak fakat
kıtalarla sürekli bir temas ve ilişki kurabilecek kadar da yakın olmaları gibi
hususlardır.
Bu
adalara örnek olarak Britanya adasını ele alacak olursak bu adanın yerli halkı
M.Ö. 7000 yılında Stonehenge gibi mimari bir yapıyı inşa edecek kadar gelişmeyi
başarabilmişlerdir. Fakat kıta Avrupasında ortaya çıkan her güç bu adayı işgal
etmeye çalışmıştır. Ancak bu güçlerden ne Fransızlar, ne Nordik kavimler ne de
Roma gibi çok büyük bir güç adanın tamamını kontrol altına alamamıştır. Bunda
da adanın güney-kuzey istikametinde uzun olması ve savunmacılara bir derinlik
sağlaması, kuzey bölümlerin nispeten dağlık ve daha zor iklim koşullarına sahip
olması, adaya gelen istilacıların anakaradan epey uzun bir mesafeye
gelmelerinden dolayı adanın bir kısmını işgal ettikten sonra doruk noktasına
ulaşmaları etkili olmuştur. Adayı bir eyalet haline getiren Romalılar burada
yönetici bir sınıf teşkil ederek buraya dışarıdan nüfus getirmediklerinden Roma
zayıflar zayıflamaz Roma kültürü yerel kültür arasında eriyerek yok olmuştur.
Kuzeydoğu bölgesine gelen Nordikler ise ada halkına göre daha az olduklarından
zamanla kurdukları küçük krallık ortadan kalkmış ve nüfus yerel halk içinde
asimile olmuştur.
Bu
adanın kaderini belirleyen en önemli husus belki de kıtadan tecrit edilmiş
konumu olmuştur. Adaya gelen tüm Avrupalı unsurlar Avrupa’daki ana gruplarından
koparak yerel unsurlarla karışmış ve yeni bir kültür oluşturmuşlardır.
Ada’da
tarım ve hayvancılık yapılan erken dönemlerde tarıma dayalı feodal bir kültür
oluşmuş, bu da her bölgede oluşan yerel güçler arasında ülkenin tamamına hakim
olmak için sonu gelmez savaşlara sebep olmuştur. Roma dönemi hariç bu durum her
zaman geçerli olmuştur. Fakat geç dönemlere kadar coğrafi bütünlüğü siyasi
bütünlük ile birleştirebilecek bir güç ortaya çıkamamıştır. Bunda biraz önce
açıkladığımız coğrafi şartlar da etkili olmuştur. Ada kuzeye çıkarken Newcastle
ve Liverpool şehirleri arasında oldukça daralmakta ve kuzeye çıktıkça arazı
dağlık bir karakter arz etmeye başlamaktadır. Bu coğrafi özellik Romalıları
bile sıkıntıya sokmuş ve bu çizginin kuzeyine geçemedikleri gibi kuzeye çekilen
kabilelerin sürekli saldırıları sebebiyle İmparator Adrian döneminde adanın en
dar yerinde denizden denize, Çin Seddi gibi bir duvar örmek zorunda
kalmışlardır. Bu duvarın hemen kuzeyi, bugün dahi İngiltere-İskoçya sınırını
oluşturmaktadır.
Bu
adanın belli sayıda nüfusu besleyebilecek bir tarım ve hayvancılık kapasitesi
olsa da nüfus arttıkça ada yetersiz gelmeye başlamıştır. Bu durum da insanların
denize yönelmesine sebep olmuştur. Böylece bu adada ister birçok küçük devlet
olsun isterse tek bir devlet olsun ada insanları erken dönemlerden itibaren
denize yönelmişler ve başlangıçta bir kara toplumu özelliği gösteren insanlar
giderek denizci bir kültür haline gelmişlerdir. Bu aşamadan sonra adanın kıtaya
yakınlığı bir avantaj olmuştur. Çünkü genişlemek isteyen siyasi güç hemen kıta Avrupası’na
yönelmiş, barış dönemlerinde ise kıta ile yoğun bir ticari ve kültürel ilişki
içinde bulunmuştur.
Avrupa-Asya
kıtasının batısında bulunan bu adaya, gerek konum ve gerekse coğrafi
özellikleri açısından çok benzer olan Japonya’da da benzer gelişmeler olmuştur.
Bu iki ada, bu gün bile; hala feodal dönemden kalma sosyal yapı unsurlarını
korumaları, krallıkla yönetilmeleri, kara orduları da bulunmakla beraber
imparatorluk stratejisi uyguladıkları dönemlerde daima güçlü bir deniz
kuvvetlerine sahip olmaları ve başlangıçta yakınlarında oldukları kıtaya doğru
genişleme teşebbüslerinde bulunurlarken daha sonra tam tersi istikametine
dönmeleri açısından birbirlerine çok benzemektedirler.
30.12.2015. M.Ç.
12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html
12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html
14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder