Doğu Akdeniz ve Balkanlarda meydana
gelen gelişmeler.
Türkiye için önem
arz eden üçüncü kriz ve çatışma bölgeleri de Doğu Akdeniz ve Balkanlar
olmuştur. Buradaki tehditler daha çok Yunanistan ile olan sorunlardan ve
Yugoslavya’nın dağılması sürecinde ortaya çıkan çatışmalardan kaynaklanmıştır.
Yunanistan ile Türkiye
arasında uzun süreden beri Kıbrıs sorunu ile Ege Denizi’nde hâkimiyetle ilgili
konulardan kaynaklanan birçok sorun vardı. Kıbrıs sorununa çözüm arama çabaları
1990 yılının ilk aylarından itibaren hareketlilik kazanmış ve giderek yoğunlaşmıştır.
Rumların amacı, Yunanistan ile dolaylı bir ENOSİS’i sağlamak, Türkiye’nin
garanti hakkına karşı, içinde Yunanistan'ın da bulunduğu Avrupa Birliği'ni
kullanmak olmuştur. Bunun sonucu olarak BM Genel Sekreteri’nin aracılık ettiği
barış görüşmelerini engellemişlerdir.
Öte yandan
Yunanistan ve GKRY arasında Kasım 1993’te
"Ortak Savunma Doktrini"
uygulamaya konulmuştur.
"Ortak Savunma Doktrini",
iki ülke arasında ortak askeri strateji ve operasyonlar planlanmasını;
ortak tatbikatlar yapılmasını,
Girit, Oniki Adalar ve Kıbrıs’ın
savunma alt yapılarının yeniden düzenlenmesini;
Yunanistan’ın, Orta Akdeniz'de somut bir rol oynamasına imkân verecek
şekilde Güney Kıbrıs'ta hava ve deniz üsleri kurmasını; güvenilir bir
telekomünikasyon sistemi oluşturulmasını ve Kıbrıslı Rumların eğitimlerinin
iyileştirilmesini öngörmektedir. Bu yeni stratejik kavram ile tanımlanan "tek
savunma alanı" ile Yunanistan’dan, Magosa’ya
kadar uzanan bölge doğal savunma sahası olarak kabul edilmekte ve bu bölgenin
her köşesinde etkinlik sağlanması amaçlanmaktadır.
Anılan doktrin
çerçevesinde Baf Askeri Havaalanı inşa edilmiş, Terazi Deniz Üssü’nün inşa
edilmesine ve bunlara ek olarak, S-300 füzelerinin Rusya’dan alımına karar
verilmiştir. Bu arada, GKRY'deki
Rum-Yunan kuvvetlerinin zırh gücü artırılmış, Rusya'dan yeni tip tanklar
alınmıştır. Ayrıca Yunanistan, kendi
silahlı kuvvetlerinin envanterinden çıkardığını öne sürdüğü Fransız yapımı
AMX-30 tanklarından bir bölümünü Ada’ya göndermiş ve GKRY'ne, Leonidas tipi zırhlı personel taşıyıcılar
satmıştır. Türkiye’nin sert tepkisi karşısında GKRY, batılı ülkelerin de
baskısıyla Aralık 1998'de, S-300'lerin Ada'da konuşlandırılması kararını, iptal
etmek zorunda kalmıştır. Füzeler Girit’e konuşlandırılmıştır.
Bundan sonra GKRY,
Kıbrıs Türk tarafı ile diyaloğu kesmiş, Mart 1995’de AB’nin adaylık statüsü
vermesiyle, tamamen AB üyeliğine odaklanmıştır. Buna karşılık olarak 20 Ocak
1997 tarihli Türkiye-KKTC Ortak Deklarasyonu'nda GKRY’nin AB üyeliği yönünde
atacağı adımların KKTC'nin Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracağı bildirilmiştir.
KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş tarafından 31 Ağustos 1998 tarihinde, Ada’daki iki
devlet arasında bir konfederasyon kurulması önerilmiş, bundan herhangi bir
sonuç alınamayınca, 20 Ocak 1997, 20
Temmuz 1997 ve 23 Nisan 1998 tarihli ortak açıklamalar çerçevesinde Türkiye ile
KKTC arasında kapsamlı bir bütünleşme süreci yürürlüğe konulmuştur. [1]
PKK terör örgütü
lideri Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Nairobi’deki (Kenya) Yunanistan
Büyükelçiliği’nde saklandığı sırada Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nce düzenlenmiş
diplomatik pasaportla yakalanması da ilişkilerde önemli bir dönüm noktası
teşkil etmiştir.[2] Yunanistan
ve GKYY’nin, bir terör örgütüne doğrudan destek vermeleri ilişkileri daha da
kötüleştirmiştir. Bunun sonucunda Başbakan Ecevit, 24 Kasım 2000’de yaptığı
açıklamada, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği ile Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin güvenliğinin bir bütün olduğunu belirtmiştir.[3]
Yunanistan GKRY ile
işbirliğine paralel olarak ayrıca, Türkiye’yi çevreleme stratejisi uygulamaya çalışmıştır.
Bunun için, 1990’da Bulgaristan ile ortak askeri tatbikatlar yapmış, 1991’de
İran ile yakınlaşmış, 1995’te Suriye ve Rusya ile askeri anlaşmalar yapmış ve
1996’da Ermenistan ile askeri protokol imzalayarak Türkiye’yi dört yandan çevirmeye
çalışmıştır.[4]
Bu dönemde Türkiye
ile Yunanistan arasındaki en büyük krizlerden biri de Ege Denizi’ndeki aidiyeti
belli olmayan adacık ve kayalıklar üzerinde ortaya çıkan gerginlik olmuştur.
Ocak 1996’da, Yunanistan’ın, Kardak adacığına asker çıkarması ile zirveye
ulaşan kriz, Türk özel birlikleri bu adanın batısındaki bir başka adaya çıkınca
Yunanistan’ın geri adım atmasıyla sonuçlanmıştır. Bu yıllarda Yunanistan ile
ilişkiler; Ege ve Kıbrıs’taki anlaşmazlıkların yanında Balkanlardaki rekabet sebebiyle
de en kötü dönemini yaşamıştır. Tansiyon, 1997’de Madrid’deki NATO
toplantısında yapılan görüşmeler sonucunda yavaş yavaş azalmaya başlamıştır.[5]
Soğuk Savaş
sonrasında ortaya çıkan sorunlarından belki de en önemlisi Balkanlarda ortaya
çıkan yeni çatışmalar olmuştur. Soğuk Savaş döneminde Avrupa’yı bölen çizgi
Demir Perde iken Soğuk Savaş sonrasında bu çizgi Müslüman ve Ortodoks halklar
olmuştur.[6]
İşte bu çizgi üzerinde, birçok etnik grubun birleşimiyle kurulan bir devlet
olan Yugoslavya, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte çözülme sürecine
girmiştir. Bu sürecin başlangıcında Yugoslavya’nın fikrî olarak üçe bölündüğü görülmektedir.
Birinci grupta; Yugoslavya’dan ayrılarak Orta Avrupa devletler grubuna katılmak
isteyen Slovenya ve Hırvatistan, ikinci grupta; bütünleşmiş federasyon fikrini
savunan Sırbistan ve Karadağ, üçüncü grupta; hem ülkenin parçalanmasından, hem
de Sırp hâkimiyetinden korkan Bosna-Hersek ve Makedonya vardır.[7]
Slobodan Miloseviç,
1989 yılında Sırbistan Devlet Başkanı seçilip Sırplar, Karadağ’ın da desteğiyle,
karar mekanizmasında önemli bir üstünlük sağlayınca, ülke genelinde
huzursuzluklar ortaya çıkmış ve federal devletten ayrılma talepleri gündeme
gelmeye başlamıştır.[8]
Bunun ardından Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle Yugoslavya’nın
dağılması süreci başlamıştır.[9]
Bosna-Hersek’te, yapılan
1990 milletvekili seçimlerinde Izzetbegoviç’in Müslüman Demokrat Parti’si
sandıktan birinci parti olarak çıkınca gelişmeler hız kazanmaya başlamıştır.[10]
15 Ekim 1991’de Bosna Hersek Parlamentosu ülkenin bağımsızlığını onaylamıştır.[11]
Öte yandan Hırvatistan ve Sırbistan, Hırvat ve Sırpların yaşadığı yerleri kendi
ülkelerine dâhil etmek istediğinden, Hırvatistan Devlet Başkanı ile Sırbistan
devlet başkanı, Bosna-Hersek’in nasıl bölüneceği konusunda anlaştılar.
Müteakiben, Bosnalı Hırvatlar; Bosna-Hersek Hırvat Cumhuriyetini, Bosnalı
Sırplar; ise Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyetini kurduklarını ilan ettiler ve
istedikleri bölgeleri ele geçirmek için Boşnak Müslümanlara karşı saldırılara
başladılar. Böylece 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da meydana gelmiş en
şiddetli savaş başladı.
Gelişmeler üzerine Bosna-Hersek
parlamentosu 1992 yılının Mart ayında bağımsızlık için referanduma gidilmesini
kararlaştırdı. Hristiyan unsurlar bu referandumu boykot ettiler. Referanduma
katılan Müslümanların tamamına yakını bağımsızlık yönünde oy kullandılar. Parlamento,
Mayıs ayında Bosna-Hersek devletinin bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlık
ilanından hemen sonra, Yugoslav Ordusu Bosna-Hersek’ten çekildi. Ancak,
silahlarının, askerlerinin ve generallerinin büyük çoğunluğunu Bosna Sırp
Cumhuriyeti ordusuna devretti. Hırvatlar, savaşçı gruplarını Bosna Hırvat Cumhuriyeti
Ordusu, Boşnaklar da kendi silahlı güçlerini Bosna-Hersek Cumhuriyet Ordusu
çatısı altında topladı.
Bundan sonra
yoğunlaşan çatışmalarda Sırp ve Hırvat silahlı grupları silahsız Boşnak halkına
karşı büyük katliamlar yapmaya başladılar. Gelişmeler üzerine, Haziran 1992’de,
BM Koruma Gücü (UNPROFOR), Saraybosna havalimanını korumak için şehirde
konuşlandırıldı. Eylül ayında BM gücünün görev alanı, Bosna-Hersek’teki insani
yardım operasyonlarının güvenliğini sağlamak ve mültecileri korumak için tüm
ülkeyi kapsayacak şekilde genişletildi.[12]
Müslümanlara karşı yapılan
katliamların devam etmesi üzerine İKÖ, 1993’te, Bosna’ya 18.000 kişilik bir
barış gücü göndermeyi önerdi.[13]
Bunu kabul etmeyen BMGK, 1993 Nisan ayında, Bosna-Hersek hava sahasını uçuşa
yasak bölge olarak ilan etti ve NATO’ya bağlı hava kuvvetleri Bosna semalarında
denetim uçuşlarına başladı. Türkiye, BM’nin Bosna Hersek üzerinde uçuş yasağını
uygulamak maksadıyla icra edilen hava harekâtına 25 Nisan 1993’ten itibaren bir
F-16 filosu ile iştirak etti.[14]
1994 yılında, ABD’nin çabalarıyla, Hırvat ve Boşnaklar arasında önce Zagrep’te
ateşkes anlaşması ve daha sonra Washington’da barış anlaşması imzalandı. Sırpların
katliamlarına devam etmeleri üzerine 30 Ağustos 1995 tarihinde, NATO hava
kuvvetleri Sırp hedeflerine yönelik büyük bir saldırı başlattı. Bununla
koordineli olarak yapılan Hırvat ve Boşnak saldırılarına dayanamayan Sırplar
barış görüşmelerine razı oldular.[15]
Yapılan görüşmelerin ardından 1995’in sonbaharında Dayton Anlaşması imzalandı.[16]
Türkiye Bosna-Hersek
Savaşı’na, Kafkasya’daki kontrollü tutumunun tersine en başından itibaren aktif
olarak müdahale etmiştir. Rusya ve Yunanistan Sırbistan’ı, Almanya
Hırvatistan’ı desteklerken Türkiye, diğer Müslüman ülkelerle birlikte, aktif
olarak Boşnakları desteklemiştir.[17]
Türkiye, BM’nin ve NATO’nun Müslümanlara yapılan katliamlara müdahale etmesi
konusunda da aktif girişimlerde bulunmuş ve bu yöndeki faaliyetlere katkı sağlamıştır.
Bu kapsamda Türk Deniz Kuvvetleri, Adriyatik’te icra edilen Sharp Guard
Harekâtına 13 Temmuz 1992-2 Ekim 1996 tarihleri arasında 16 Firkateyn/muhrip, 2
denizaltı, 4 akaryakıt gemisi ve yaklaşık 5000 personelle iştirak etmiştir. Ayrıca
4 Ocak 1993-31 Aralık 1995 tarihleri arasında BM Barış Koruma Kuvveti
harekâtına da bir mekanize birlik ile iştirak etmiştir.[18]
Yugoslavya’ya bağlı
cumhuriyetler teker teker bağımsızlıklarını ilan ederlerken Müslümanların yoğun
olarak yaşadıkları özerk bölgelerde de bu yönde girişimler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Örneğin Sancak-Yenipazar bölgesindeki Müslümanlar özerklik için referanduma
gitme kararı aldılar. Sırbistan hükümeti bunu yasaklamasına rağmen referandum
yapıldı ve Müslümanlar Sırbistan’dan ayrılma yönünde oy kullandılar. 19 Ekim
1991’de Kosova-Metohiya bölgesindeki Arnavutlar ise gayri resmi hükümet
kurduklarını açıkladılar.[19]
Gelişmeler üzerine Sırbistan, Kosova’ya çok sayıda güvenlik gücü yerleştirerek
çok sıkı bir kontrol tesis etti.
Uzun bir aradan sonra 1998 yılında, Sırp
polisi ile Arnavutların silahlı örgütü Kosova Özgürlük Ordusu arasında
çatışmalar başladı. Sırp ordusu Arnavut köylerini bastı ve sivilleri öldürdü. Türkiye,
Kosova Savaşı’nda çok yoğun bir diplomasi gündemi takip etmek zorunda kaldı. Çünkü
Sırplarla Kosova Kurtuluş Ordusu(UÇK) arasındaki çatışmaların şiddetlendiği
1998 yılında Türkiye’nin Belgrad yönetimiyle ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı
döneme denk gelmişti.
Diğer bazı
sebeplerden dolayı da Türkiye’nin Kosova politikası Bosna politikasından farklı
oldu. Çünkü Kosova özerk bir bölgeydi ve yasal açıdan Kosova’nın Yugoslavya’ya
bağlıydı. Diğer bir önemli farklılık ta, Boşnakların Türkiye dışında başka bir
anavatanları olmadığından Türkiye’yi anavatan olarak görmeleri ama Kosovalı
Arnavutların anavatan olarak Arnavutluk’u görmeleriydi. Ayrıca, Bosna’da bir
Türk azınlık yokken, Kosova’da Sırp ve Arnavut milliyetçilikleri arasında sıkışmış
bir Türk azınlığı vardı. Bu da, azınlığın haklarını korumaya çalışan
Türkiye’yle Kosovalı Arnavutlar arasında sorunlara yol açıyordu. Son olarak,
Bosna’da bağımsızlık öncesi herhangi bir Boşnak yeraltı örgütü yokken,
Kosova’da UÇK‘nın varlığı ve şiddete başvurması, terörle mücadele eden Türkiye
açısından Kosova’nın durumunu daha da karmaşık hale getirmişti. Tüm bu
unsurların etkisiyle Türkiye’nin Kosova politikası aktif ama temkinli bir
şekilde yürütüldü ve Bosna politikasından farklı gelişti. Türkiye, Kosova Arnavutlarının
hamiliğini üstlenmedi ve bağımsızlık taleplerine de destek vermekten çekindi.[20]
Fakat yine de, Sırp
katliamlarının artması üzerine, NATO krize müdahale etme kararı alınca Türkiye,
24 Mart 1999 tarihinde buna 10 adet F-16 ile iştirak etti. Türkiye, Kosova’nın BM
Kosova Geçici Yönetimi(UNMİK)’nin idaresine geçmesinin ardında da [21]
NATO’nun Kosova Kuvveti (KFOR)’ne bir mekanize tabur görev kuvveti ile iştirak
etti. [22]
Yugoslavya’dan
ayrılan diğer bir devlet olan Makedonya, 17 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilan
etti. Ayrılan devletler ve özerk bölgelerde Sırplarla çatışmalar yaşanırken burada
Yugoslavya ordusu sessizce ülkeden ayrıldı. Fakat bu devletin kurulmasına tepkiler
hiç beklenmedik yerlerden geldi. Yunanistan, Makedon diye bir milletin
olmadığını, bu isimle kurulacak bir devleti tanımayacağını ilan ederken Bulgarlar
ise Makedonya’nın bağımsızlığını tanımakla birlikte Makedonların Bulgar asıllı
olduğunu iddia ediyorlardı.[23] Yunanistan’ın itirazı üzerine Avrupa Birliği, 1992 yılında
bir açıklama yaparak Makedonya’yı ancak adını değiştirdiği takdirde
tanıyacağını duyurdu. Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya (FYROM) adıyla Nisan
1993’te BM’ye üye olan Makedonya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı; Şubat 1994’te
Amerika Birleşik Devletleri ve Nisan 1996’da da Yugoslavya tarafından tanındı.[24]
Bağımsızlığını
Sırplarla çatışma yaşamadan kazanan Makedonya, Kosova Savaşı ile birlikte iç
istikrarı ile ilgili sorunlar yaşamaya başladı. Çünkü Makedonya’da çoğunluğu
Arnavut olan büyük bir Müslüman nüfus yaşıyordu. Makedonya Arnavutlarının Büyük
Arnavutluk ideali çerçevesinde Kosova ve Arnavutluk ile birleşmek istemeleri
ihtimali Balkanlarda yaygın çatışmaların ortaya çıkması riskini taşıyordu. Bu
sebeple Türkiye, AB ve ABD ile birlikte Makedonya’nın istikrarının korunması
yönünde büyük çaba gösterdi.
Görüldüğü gibi Türkiye,
Kafkasya’nın aksine Balkanlardaki çatışmalarda daha aktif hareket etmiştir. Bu
bölgede Türkiye için en büyük tehdit Yunanistan’dan geliyordu. Ege ve Doğu
Akdeniz’de birçok sorunlar yaşanan bu ülke; Soğuk Savaş sonrasında yeni ortaya
çıkan bağımsız devletlerden de yararlanarak Türkiye’yi çevreleme politikaları
uygulamaya başlamıştı. Zaten zirveye çıkmış olan iç güvenlik tehdidi ile
uğraşan Türkiye, bu dönemde Kafkasya’da ve Ortadoğu’da ortaya çıkan krizlerle
de oldukça meşgul bir durumdaydı. Buna bir de Yugoslavya olayları eklenince,
Türkiye güvenlik ve dış politika anlamında en sıkıntılı günlerini yaşadı.
Bu durum karşısında
her bölge için yeni güvenlik stratejileri geliştirmeye çalışan Türkiye
Balkanlarda esas olarak; Ortodoks ‘’Rus-Sırp-Yunan’’ dikey mihverine karşı Müslüman
‘’Türk-Arnavut-Boşnak’’ yatay mihverini oluşturmaya ve buna Makedonya’yı da
katarak Yunanistan’ın Sırbistan ile irtibatını kesmeye çalışmıştır. Ayrıca
Bulgaristan ile iyi ilişkiler kurarak bu ülkenin Slav-Ortodoks mihverinden uzak
durmasını sağlamaya gayret etmiştir.
Makalenin kalan kısmını oluşturan bölümleri okumak için:
1. Soğuk Savaş Sonrası Türkiye’nin Uyguladığı Güvenlik Stratejisi (1. Bölüm: Özet, Giriş, Tanımlar.)
[2]
http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-terorizmle-mucadele-konusundaki-tutumu-.tr.mfa7,
Son Erişim
Tarihi:11.2015.
[4] Uslu, a.g.e.,
s.9-17.
[5] Özel, a.g.m., s.
285.
[6] Huntington,
a.g.e, s. 27.
[7] Tahir Kodal,
Makedonya’nın Bağımsızlığını Kazanması ve Türkiye, Çağdaş Türkiye Tarihi
Araştırmaları Dergisi
Journal Of Modern
Turkish History Studies, XIV/29 (2014-Güz/Autumn), ss.377-396.
[8] https://asimetriksavaslar.wordpress.com/2011/03/30/bosna-savasi/, Son Erişim
Tarihi: 15.11.2015.
[9] Huntington,
a.g.e, s. 424.
[10] Huntington,
a.g.e, s. 403-404.
[11] İlker Alp,
Balkanlar ve Yugoslavya Olayları, Konulu Harp Akademileri Ders Notları, s.15.
[12] https://asimetriksavaslar.wordpress.com/2011/03/30/bosna-savasi/, Son Erişim
Tarihi: 7.11.2015.
[13] Huntington,
a.g.e, s. 431.
[14] Silahlı
Kuvvetler Akademisi, Uluslararası Örgütler ve Hukuk Ders Notu Kitabı, Harp
Akademileri Basımevi, İstanbul, 2009, s.5-22.
[15]
https://asimetriksavaslar.wordpress.com/2011/03/30/bosna-savasi/, Son Erişim
Tarihi: 7.11.2015.
[16] Huntington,
a.g.e, s. 440.
[17] Huntington,
a.g.e, s. 176.
[18] Silahlı
Kuvvetler Akademisi, Uluslararası Örgütler ve Hukuk Ders Notu Kitabı, s.5-22.
[19] Alp, a.g.e.,
s.16.
[20]Nizam, a.g.m., http://www.tuicakademi.org/mehmet-nizam-199-kosova-krizi-ve-nato-mudahelesi/,
Son
Erişim Tarihi:15.11. 2015.
[21] Mehmet Nizam,
1999 Kosova Krizi ve NATO Müdahalesi, http://www.tuicakademi.org/mehmet-nizam-199-kosova-krizi-ve-nato-mudahelesi/, Son Erişim
Tarihi: 15.11.2015.
[22] Silahlı
Kuvvetler Akademisi, Uluslararası Örgütler ve Hukuk Ders Notu, s.5-23-24.
[23] Alp,a.g.m.,
s.12.
[24] Muhammed
Aruçi,Yugoslavya,TDV İslâm Ansiklopedisi,Cilt:43,s.578, http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php? idno=430578,
Son Erişim Tarihi: 16.11.2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder