20 Aralık 2015 Pazar

Soğuk Savaş Sonrası Türkiye’nin Uyguladığı Güvenlik Stratejisi-5: 2001 yılına kadar olan dönemde Doğu Akdeniz ve Balkanlarda uygulanan güvenlik stratejisi.

Doğu Akdeniz ve Balkanlarda meydana gelen gelişmeler.
Türkiye için önem arz eden üçüncü kriz ve çatışma bölgeleri de Doğu Akdeniz ve Balkanlar olmuştur. Buradaki tehditler daha çok Yunanistan ile olan sorunlardan ve Yugoslavya’nın dağılması sürecinde ortaya çıkan çatışmalardan kaynaklanmıştır.
Yunanistan ile Türkiye arasında uzun süreden beri Kıbrıs sorunu ile Ege Denizi’nde hâkimiyetle ilgili konulardan kaynaklanan birçok sorun vardı. Kıbrıs sorununa çözüm arama çabaları 1990 yılının ilk aylarından itibaren hareketlilik kazanmış ve giderek yoğunlaşmıştır. Rumların amacı, Yunanistan ile dolaylı bir ENOSİS’i sağlamak, Türkiye’nin garanti hakkına karşı, içinde Yunanistan'ın da bulunduğu Avrupa Birliği'ni kullanmak olmuştur. Bunun sonucu olarak BM Genel Sekreteri’nin aracılık ettiği barış görüşmelerini engellemişlerdir.
Öte yandan Yunanistan ve GKRY arasında Kasım 1993’te  "Ortak Savunma Doktrini"  uygulamaya konulmuştur.  "Ortak Savunma Doktrini",  iki ülke arasında ortak askeri strateji ve operasyonlar planlanmasını; ortak tatbikatlar yapılmasını,  Girit,  Oniki Adalar ve Kıbrıs’ın savunma alt yapılarının yeniden düzenlenmesini;  Yunanistan’ın, Orta Akdeniz'de somut bir rol oynamasına imkân verecek şekilde Güney Kıbrıs'ta hava ve deniz üsleri kurmasını; güvenilir bir telekomünikasyon sistemi oluşturulmasını ve Kıbrıslı Rumların eğitimlerinin iyileştirilmesini öngörmektedir. Bu yeni stratejik kavram ile tanımlanan "tek savunma alanı"  ile Yunanistan’dan, Magosa’ya kadar uzanan bölge doğal savunma sahası olarak kabul edilmekte ve bu bölgenin her köşesinde etkinlik sağlanması amaçlanmaktadır.        
Anılan doktrin çerçevesinde Baf Askeri Havaalanı inşa edilmiş, Terazi Deniz Üssü’nün inşa edilmesine ve bunlara ek olarak, S-300 füzelerinin Rusya’dan alımına karar verilmiştir. Bu arada,  GKRY'deki Rum-Yunan kuvvetlerinin zırh gücü artırılmış, Rusya'dan yeni tip tanklar alınmıştır.  Ayrıca Yunanistan, kendi silahlı kuvvetlerinin envanterinden çıkardığını öne sürdüğü Fransız yapımı AMX-30 tanklarından bir bölümünü Ada’ya göndermiş ve GKRY'ne,  Leonidas tipi zırhlı personel taşıyıcılar satmıştır. Türkiye’nin sert tepkisi karşısında GKRY, batılı ülkelerin de baskısıyla Aralık 1998'de, S-300'lerin Ada'da konuşlandırılması kararını, iptal etmek zorunda kalmıştır. Füzeler Girit’e konuşlandırılmıştır.
Bundan sonra GKRY, Kıbrıs Türk tarafı ile diyaloğu kesmiş, Mart 1995’de AB’nin adaylık statüsü vermesiyle, tamamen AB üyeliğine odaklanmıştır. Buna karşılık olarak 20 Ocak 1997 tarihli Türkiye-KKTC Ortak Deklarasyonu'nda GKRY’nin AB üyeliği yönünde atacağı adımların KKTC'nin Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracağı bildirilmiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş tarafından 31 Ağustos 1998 tarihinde, Ada’daki iki devlet arasında bir konfederasyon kurulması önerilmiş, bundan herhangi bir sonuç alınamayınca, 20 Ocak 1997,  20 Temmuz 1997 ve 23 Nisan 1998 tarihli ortak açıklamalar çerçevesinde Türkiye ile KKTC arasında kapsamlı bir bütünleşme süreci yürürlüğe konulmuştur. [1]
PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Nairobi’deki (Kenya) Yunanistan Büyükelçiliği’nde saklandığı sırada Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nce düzenlenmiş diplomatik pasaportla yakalanması da ilişkilerde önemli bir dönüm noktası teşkil etmiştir.[2] Yunanistan ve GKYY’nin, bir terör örgütüne doğrudan destek vermeleri ilişkileri daha da kötüleştirmiştir. Bunun sonucunda Başbakan Ecevit, 24 Kasım 2000’de yaptığı açıklamada, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin güvenliğinin bir bütün olduğunu belirtmiştir.[3]
Yunanistan GKRY ile işbirliğine paralel olarak ayrıca, Türkiye’yi çevreleme stratejisi uygulamaya çalışmıştır. Bunun için, 1990’da Bulgaristan ile ortak askeri tatbikatlar yapmış, 1991’de İran ile yakınlaşmış, 1995’te Suriye ve Rusya ile askeri anlaşmalar yapmış ve 1996’da Ermenistan ile askeri protokol imzalayarak Türkiye’yi dört yandan çevirmeye çalışmıştır.[4]
Bu dönemde Türkiye ile Yunanistan arasındaki en büyük krizlerden biri de Ege Denizi’ndeki aidiyeti belli olmayan adacık ve kayalıklar üzerinde ortaya çıkan gerginlik olmuştur. Ocak 1996’da, Yunanistan’ın, Kardak adacığına asker çıkarması ile zirveye ulaşan kriz, Türk özel birlikleri bu adanın batısındaki bir başka adaya çıkınca Yunanistan’ın geri adım atmasıyla sonuçlanmıştır. Bu yıllarda Yunanistan ile ilişkiler; Ege ve Kıbrıs’taki anlaşmazlıkların yanında Balkanlardaki rekabet sebebiyle de en kötü dönemini yaşamıştır. Tansiyon, 1997’de Madrid’deki NATO toplantısında yapılan görüşmeler sonucunda yavaş yavaş azalmaya başlamıştır.[5]
Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan sorunlarından belki de en önemlisi Balkanlarda ortaya çıkan yeni çatışmalar olmuştur. Soğuk Savaş döneminde Avrupa’yı bölen çizgi Demir Perde iken Soğuk Savaş sonrasında bu çizgi Müslüman ve Ortodoks halklar olmuştur.[6] İşte bu çizgi üzerinde, birçok etnik grubun birleşimiyle kurulan bir devlet olan Yugoslavya, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte çözülme sürecine girmiştir. Bu sürecin başlangıcında Yugoslavya’nın fikrî olarak üçe bölündüğü görülmektedir. Birinci grupta; Yugoslavya’dan ayrılarak Orta Avrupa devletler grubuna katılmak isteyen Slovenya ve Hırvatistan, ikinci grupta; bütünleşmiş federasyon fikrini savunan Sırbistan ve Karadağ, üçüncü grupta; hem ülkenin parçalanmasından, hem de Sırp hâkimiyetinden korkan Bosna-Hersek ve Makedonya vardır.[7]
Slobodan Miloseviç, 1989 yılında Sırbistan Devlet Başkanı seçilip Sırplar, Karadağ’ın da desteğiyle, karar mekanizmasında önemli bir üstünlük sağlayınca, ülke genelinde huzursuzluklar ortaya çıkmış ve federal devletten ayrılma talepleri gündeme gelmeye başlamıştır.[8] Bunun ardından Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle Yugoslavya’nın dağılması süreci başlamıştır.[9]
Bosna-Hersek’te, yapılan 1990 milletvekili seçimlerinde Izzetbegoviç’in Müslüman Demokrat Parti’si sandıktan birinci parti olarak çıkınca gelişmeler hız kazanmaya başlamıştır.[10] 15 Ekim 1991’de Bosna Hersek Parlamentosu ülkenin bağımsızlığını onaylamıştır.[11] Öte yandan Hırvatistan ve Sırbistan, Hırvat ve Sırpların yaşadığı yerleri kendi ülkelerine dâhil etmek istediğinden, Hırvatistan Devlet Başkanı ile Sırbistan devlet başkanı, Bosna-Hersek’in nasıl bölüneceği konusunda anlaştılar. Müteakiben, Bosnalı Hırvatlar; Bosna-Hersek Hırvat Cumhuriyetini, Bosnalı Sırplar; ise Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyetini kurduklarını ilan ettiler ve istedikleri bölgeleri ele geçirmek için Boşnak Müslümanlara karşı saldırılara başladılar. Böylece 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da meydana gelmiş en şiddetli savaş başladı.
Gelişmeler üzerine Bosna-Hersek parlamentosu 1992 yılının Mart ayında bağımsızlık için referanduma gidilmesini kararlaştırdı. Hristiyan unsurlar bu referandumu boykot ettiler. Referanduma katılan Müslümanların tamamına yakını bağımsızlık yönünde oy kullandılar. Parlamento, Mayıs ayında Bosna-Hersek devletinin bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlık ilanından hemen sonra, Yugoslav Ordusu Bosna-Hersek’ten çekildi. Ancak, silahlarının, askerlerinin ve generallerinin büyük çoğunluğunu Bosna Sırp Cumhuriyeti ordusuna devretti. Hırvatlar, savaşçı gruplarını Bosna Hırvat Cumhuriyeti Ordusu, Boşnaklar da kendi silahlı güçlerini Bosna-Hersek Cumhuriyet Ordusu çatısı altında topladı.
Bundan sonra yoğunlaşan çatışmalarda Sırp ve Hırvat silahlı grupları silahsız Boşnak halkına karşı büyük katliamlar yapmaya başladılar. Gelişmeler üzerine, Haziran 1992’de, BM Koruma Gücü (UNPROFOR), Saraybosna havalimanını korumak için şehirde konuşlandırıldı. Eylül ayında BM gücünün görev alanı, Bosna-Hersek’teki insani yardım operasyonlarının güvenliğini sağlamak ve mültecileri korumak için tüm ülkeyi kapsayacak şekilde genişletildi.[12]
Müslümanlara karşı yapılan katliamların devam etmesi üzerine İKÖ, 1993’te, Bosna’ya 18.000 kişilik bir barış gücü göndermeyi önerdi.[13] Bunu kabul etmeyen BMGK, 1993 Nisan ayında, Bosna-Hersek hava sahasını uçuşa yasak bölge olarak ilan etti ve NATO’ya bağlı hava kuvvetleri Bosna semalarında denetim uçuşlarına başladı. Türkiye, BM’nin Bosna Hersek üzerinde uçuş yasağını uygulamak maksadıyla icra edilen hava harekâtına 25 Nisan 1993’ten itibaren bir F-16 filosu ile iştirak etti.[14] 1994 yılında, ABD’nin çabalarıyla, Hırvat ve Boşnaklar arasında önce Zagrep’te ateşkes anlaşması ve daha sonra Washington’da barış anlaşması imzalandı. Sırpların katliamlarına devam etmeleri üzerine 30 Ağustos 1995 tarihinde, NATO hava kuvvetleri Sırp hedeflerine yönelik büyük bir saldırı başlattı. Bununla koordineli olarak yapılan Hırvat ve Boşnak saldırılarına dayanamayan Sırplar barış görüşmelerine razı oldular.[15] Yapılan görüşmelerin ardından 1995’in sonbaharında Dayton Anlaşması imzalandı.[16]
Türkiye Bosna-Hersek Savaşı’na, Kafkasya’daki kontrollü tutumunun tersine en başından itibaren aktif olarak müdahale etmiştir. Rusya ve Yunanistan Sırbistan’ı, Almanya Hırvatistan’ı desteklerken Türkiye, diğer Müslüman ülkelerle birlikte, aktif olarak Boşnakları desteklemiştir.[17] Türkiye, BM’nin ve NATO’nun Müslümanlara yapılan katliamlara müdahale etmesi konusunda da aktif girişimlerde bulunmuş ve bu yöndeki faaliyetlere katkı sağlamıştır. Bu kapsamda Türk Deniz Kuvvetleri, Adriyatik’te icra edilen Sharp Guard Harekâtına 13 Temmuz 1992-2 Ekim 1996 tarihleri arasında 16 Firkateyn/muhrip, 2 denizaltı, 4 akaryakıt gemisi ve yaklaşık 5000 personelle iştirak etmiştir. Ayrıca 4 Ocak 1993-31 Aralık 1995 tarihleri arasında BM Barış Koruma Kuvveti harekâtına da bir mekanize birlik ile iştirak etmiştir.[18]
Yugoslavya’ya bağlı cumhuriyetler teker teker bağımsızlıklarını ilan ederlerken Müslümanların yoğun olarak yaşadıkları özerk bölgelerde de bu yönde girişimler ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin Sancak-Yenipazar bölgesindeki Müslümanlar özerklik için referanduma gitme kararı aldılar. Sırbistan hükümeti bunu yasaklamasına rağmen referandum yapıldı ve Müslümanlar Sırbistan’dan ayrılma yönünde oy kullandılar. 19 Ekim 1991’de Kosova-Metohiya bölgesindeki Arnavutlar ise gayri resmi hükümet kurduklarını açıkladılar.[19] Gelişmeler üzerine Sırbistan, Kosova’ya çok sayıda güvenlik gücü yerleştirerek çok sıkı bir kontrol tesis etti.
 Uzun bir aradan sonra 1998 yılında, Sırp polisi ile Arnavutların silahlı örgütü Kosova Özgürlük Ordusu arasında çatışmalar başladı. Sırp ordusu Arnavut köylerini bastı ve sivilleri öldürdü. Türkiye, Kosova Savaşı’nda çok yoğun bir diplomasi gündemi takip etmek zorunda kaldı. Çünkü Sırplarla Kosova Kurtuluş Ordusu(UÇK) arasındaki çatışmaların şiddetlendiği 1998 yılında Türkiye’nin Belgrad yönetimiyle ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı döneme denk gelmişti.
Diğer bazı sebeplerden dolayı da Türkiye’nin Kosova politikası Bosna politikasından farklı oldu. Çünkü Kosova özerk bir bölgeydi ve yasal açıdan Kosova’nın Yugoslavya’ya bağlıydı. Diğer bir önemli farklılık ta, Boşnakların Türkiye dışında başka bir anavatanları olmadığından Türkiye’yi anavatan olarak görmeleri ama Kosovalı Arnavutların anavatan olarak Arnavutluk’u görmeleriydi. Ayrıca, Bosna’da bir Türk azınlık yokken, Kosova’da Sırp ve Arnavut milliyetçilikleri arasında sıkışmış bir Türk azınlığı vardı. Bu da, azınlığın haklarını korumaya çalışan Türkiye’yle Kosovalı Arnavutlar arasında sorunlara yol açıyordu. Son olarak, Bosna’da bağımsızlık öncesi herhangi bir Boşnak yeraltı örgütü yokken, Kosova’da UÇK‘nın varlığı ve şiddete başvurması, terörle mücadele eden Türkiye açısından Kosova’nın durumunu daha da karmaşık hale getirmişti. Tüm bu unsurların etkisiyle Türkiye’nin Kosova politikası aktif ama temkinli bir şekilde yürütüldü ve Bosna politikasından farklı gelişti. Türkiye, Kosova Arnavutlarının hamiliğini üstlenmedi ve bağımsızlık taleplerine de destek vermekten çekindi.[20]
Fakat yine de, Sırp katliamlarının artması üzerine, NATO krize müdahale etme kararı alınca Türkiye, 24 Mart 1999 tarihinde buna 10 adet F-16 ile iştirak etti. Türkiye, Kosova’nın BM Kosova Geçici Yönetimi(UNMİK)’nin idaresine geçmesinin ardında da [21] NATO’nun Kosova Kuvveti (KFOR)’ne bir mekanize tabur görev kuvveti ile iştirak etti. [22]
Yugoslavya’dan ayrılan diğer bir devlet olan Makedonya, 17 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Ayrılan devletler ve özerk bölgelerde Sırplarla çatışmalar yaşanırken burada Yugoslavya ordusu sessizce ülkeden ayrıldı. Fakat bu devletin kurulmasına tepkiler hiç beklenmedik yerlerden geldi. Yunanistan, Makedon diye bir milletin olmadığını, bu isimle kurulacak bir devleti tanımayacağını ilan ederken Bulgarlar ise Makedonya’nın bağımsızlığını tanımakla birlikte Makedonların Bulgar asıllı olduğunu iddia ediyorlardı.[23] Yunanistan’ın itirazı üzerine Avrupa Birliği, 1992 yılında bir açıklama yaparak Makedonya’yı ancak adını değiştirdiği takdirde tanıyacağını duyurdu. Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya (FYROM) adıyla Nisan 1993’te BM’ye üye olan Makedonya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı; Şubat 1994’te Amerika Birleşik Devletleri ve Nisan 1996’da da Yugoslavya tarafından tanındı.[24]
Bağımsızlığını Sırplarla çatışma yaşamadan kazanan Makedonya, Kosova Savaşı ile birlikte iç istikrarı ile ilgili sorunlar yaşamaya başladı. Çünkü Makedonya’da çoğunluğu Arnavut olan büyük bir Müslüman nüfus yaşıyordu. Makedonya Arnavutlarının Büyük Arnavutluk ideali çerçevesinde Kosova ve Arnavutluk ile birleşmek istemeleri ihtimali Balkanlarda yaygın çatışmaların ortaya çıkması riskini taşıyordu. Bu sebeple Türkiye, AB ve ABD ile birlikte Makedonya’nın istikrarının korunması yönünde büyük çaba gösterdi.
Görüldüğü gibi Türkiye, Kafkasya’nın aksine Balkanlardaki çatışmalarda daha aktif hareket etmiştir. Bu bölgede Türkiye için en büyük tehdit Yunanistan’dan geliyordu. Ege ve Doğu Akdeniz’de birçok sorunlar yaşanan bu ülke; Soğuk Savaş sonrasında yeni ortaya çıkan bağımsız devletlerden de yararlanarak Türkiye’yi çevreleme politikaları uygulamaya başlamıştı. Zaten zirveye çıkmış olan iç güvenlik tehdidi ile uğraşan Türkiye, bu dönemde Kafkasya’da ve Ortadoğu’da ortaya çıkan krizlerle de oldukça meşgul bir durumdaydı. Buna bir de Yugoslavya olayları eklenince, Türkiye güvenlik ve dış politika anlamında en sıkıntılı günlerini yaşadı.
Bu durum karşısında her bölge için yeni güvenlik stratejileri geliştirmeye çalışan Türkiye Balkanlarda esas olarak; Ortodoks ‘’Rus-Sırp-Yunan’’ dikey mihverine karşı Müslüman ‘’Türk-Arnavut-Boşnak’’ yatay mihverini oluşturmaya ve buna Makedonya’yı da katarak Yunanistan’ın Sırbistan ile irtibatını kesmeye çalışmıştır. Ayrıca Bulgaristan ile iyi ilişkiler kurarak bu ülkenin Slav-Ortodoks mihverinden uzak durmasını sağlamaya gayret etmiştir.

Makalenin kalan kısmını oluşturan bölümleri okumak için:




[1] http://www.mfa.gov.tr/kibris-tarihce.tr.mfa, Son Erişim Tarihi:  7.11.2015.
[2] http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-terorizmle-mucadele-konusundaki-tutumu-.tr.mfa7, Son Erişim Tarihi:11.2015.
[3] http://www.mfa.gov.tr/kibris-tarihce.tr.mfa, Son Erişim Tarihi: 7.11.2015.
[4] Uslu, a.g.e., s.9-17.
[5] Özel, a.g.m., s. 285.
[6] Huntington, a.g.e, s. 27.
[7] Tahir Kodal, Makedonya’nın Bağımsızlığını Kazanması ve Türkiye, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi
Journal Of Modern Turkish History Studies, XIV/29 (2014-Güz/Autumn), ss.377-396.
[9] Huntington, a.g.e, s. 424.
[10] Huntington, a.g.e, s. 403-404.
[11] İlker Alp, Balkanlar ve Yugoslavya Olayları, Konulu Harp Akademileri Ders Notları,  s.15.
[13] Huntington, a.g.e, s. 431.
[14] Silahlı Kuvvetler Akademisi, Uluslararası Örgütler ve Hukuk Ders Notu Kitabı, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2009, s.5-22.
[15] https://asimetriksavaslar.wordpress.com/2011/03/30/bosna-savasi/, Son Erişim Tarihi: 7.11.2015.
[16] Huntington, a.g.e, s. 440.
[17] Huntington, a.g.e, s. 176.
[18] Silahlı Kuvvetler Akademisi, Uluslararası Örgütler ve Hukuk Ders Notu Kitabı, s.5-22.
[19] Alp, a.g.e., s.16.
[21] Mehmet Nizam, 1999 Kosova Krizi ve NATO Müdahalesi, http://www.tuicakademi.org/mehmet-nizam-199-kosova-krizi-ve-nato-mudahelesi/, Son Erişim Tarihi:  15.11.2015.
[22] Silahlı Kuvvetler Akademisi, Uluslararası Örgütler ve Hukuk Ders Notu, s.5-23-24.
[23] Alp,a.g.m., s.12.
[24] Muhammed Aruçi,Yugoslavya,TDV İslâm Ansiklopedisi,Cilt:43,s.578, http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php? idno=430578, Son Erişim Tarihi: 16.11.2015.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder