20 Aralık 2015 Pazar

Soğuk Savaş Sonrası Türkiye’nin Uyguladığı Güvenlik Stratejisi: 2. Bölüm (Soğuk Savaş Dönemi ve Sonrasındaki Durum.)

Soğuk Savaş Dönemi ve Sonrasındaki Durum.
Cumhuriyetin kurulmasından itibaren Türkiye’nin güvenlik politikası, biri coğrafi konum, diğeri komşu ülkelerle ilişkiler olmak üzere, iki temel olgu dikkate alınarak şekillendirilmiştir. Bu iki faktör, Türkiye’yi; Avrupa, Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde ve bazen bu bölgelerin ötesinde güvenlik alanında önemli bir aktör haline getirmiştir.
Bilindiği gibi Türkiye, 2. Dünya Savaşının ardından Batı Bloğunda yer almış ve 1952 yılında da NATO’ya üye olmuştur. Bundan sonra NATO, Türkiye’nin savunma ve güvenlik politikasının temelini oluşturmuştur. Sovyetler Birliği ile en uzun sınıra sahip ülke olarak İttifak’ın kara sınırlarının üçte birini koruyan Türkiye, NATO’nun savunmasına büyük bir katkıda bulunmuştur.
Türkiye, bir yandan İttifak’ın güvenliğine katkıda bulunurken, diğer yandan kendisine yakın bölgelerde işbirliğinin pekiştirilmesi yönündeki geleneksel güvenlik politikasını sürdürmüştür. Bu çerçevede Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu’da güvenlik alanında işbirliğini teşvik etmiştir. Bu kapsamda 1954 yılında Yunanistan ve Yugoslavya ile Balkan Paktı’nı ve 1955 yılında İngiltere, İran, Irak ve Pakistan ile Bağdat Paktını oluşturmuştur.[1]
Bu güvenlik stratejileri ile, büyük bir çatışmaya girmeden belki de tarihinin en uzun barış dönemini yaşayan Türkiye, soğuk savaşın sona erdiği sırada, güvenlik güçlerini eski tehdit algılamalarına göre konuşlandırmış durumdadır. Bu konuşlanma; kuvvet çoğunluğu ile Varşova Paktı ülkelerine karşı NATO ile müşterek bir savunmayı esas alan bir stratejiye göre yapılmıştır.
Temel düşman olan Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Türkiye açısından en büyük tehdit ortadan kalkmış ve güvenlik stratejisi önemli bir sınırlamadan kurtulmuştur. Bunun yanında Suriye, Irak ve İran gibi komşu devletlerin en önemli dış desteklerini kaybetmiş olmaları da olumlu bir gelişme olmuştur. [2] Bunun sonucu olarak Soğuk Savaş sonrasında, Yunanistan hariç komşu devletlerden kaynaklanan tehditte önemli bir azalma meydana gelmiştir.
Soğuk Savaşın sona ermesi sonucunda, küreselleşmeye yönelik yeni bir dünya düzeni arayışına gidilmesi, tehdit kavramlarını da değiştirmiştir. Tehdit kavramı daha önce belirgin ve kitlesel iken, artık çok yönlü, çok boyutlu ve değişken bir hale gelmiş, ortama belirsizlikler hâkim olmuştur. Geleneksel tehdit kavramı artık; bölgesel ve etnik çatışmalar, bazı ülkelerdeki siyasî ve ekonomik istikrarsızlıklar ve belirsizlikler, kitle imha silâhları ve uzun menzilli füzelerin yayılması, kökten dincilik, uyuşturucu ve silâh kaçakçılığı, yasa dışı göç ve insan kaçakçılığı, uluslararası terörizm, şeklinde ortaya çıkan yeni tehdit ve riskleri de ihtiva etmeye başlamıştır.
Mevcut konumuyla, yeni tehdit ve risklerin yoğunlaştığı Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu üçgeninin merkezinde, küresel güç ve oluşumların menfaatlerinin kesişim bölgesinde yer alan Türkiye’nin jeostratejik mevkiinden kaynaklanan bu durum Türkiye’nin soğuk savaş dönemi güvenlik stratejilerinde köklü bir değişikliğe gitmesini zorunlu hale getirmiştir.[3]
Soğuk Savaş sona erer ermez Türkiye ilk olarak geleneksel dış politikanın üzerine dayandırıldığı stratejik önemin azalması gibi bir sorunla karşılaşmıştır. Bu durum, dönemin devlet adamlarının ‘’Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik öneminin azalmadığını, aksine arttığını’’ vurgulayan söylemlerden de kolaylıkla anlaşılmaktadır. Kısa süre sonra ortaya çıkan gelişmeler de, Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik öneminin eskiye nazaran daha da arttığını göstermekte gecikmemiştir. Çünkü Soğuk Savaş’ın hemen ardından dünya gündemine oturan en önemli çatışmalar Türkiye’nin çevresindeki bölgelerde meydana gelmiştir.
Türkiye’yi doğrudan etkileyen bu gerilim ve çatışmalar temel olarak dört bölgede ortaya çıkmıştır. Bunlar; Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’dir. Bunun yanında Türkiye bu dönemde AB’nin Türkiye’yi Avrupa güvenlik mekanizmalarından dışlayıcı politikaları ve NATO’nun geleceği hakkında tartışmalar gibi yeni sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.
Ayrıca iç siyasi yapıda da çok önemli sarsıntılar yaşanmaya başlanmış, Soğuk Savaş döneminde ilk sırada olan komünizm iç tehdit olmaktan çıkarken bunun yerini artık iyice güçlenmeye başlayan ayrılıkçı ve İslamcı akımlar almıştır.[4] Bunlardan; 1984 yılından ilk eylemini yapan ve eylemlerini hızla çok geniş bir coğrafyaya yaymayı başaran PKK terör örgütü iç tehdit değerlendirmelerinde birinci sıraya yükselmiştir.                      
Şimdi yukarıda çerçevesi çizilen genel duruma göre Soğuk Savaş’tan günümüze kadar ortaya çıkan yeni tehditler ve bu tehditlere karşı Türkiye’nin uyguladığı stratejiler incelenecektir.

Makalenin kalan kısmını oluşturan bölümleri okumak için:




 [1] http://www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-uluslararasi-guvenlik-perspektifi.tr.mfa (Dış İşleri Bakanlığı) Son Erişim Tarihi: 11.11.2015.
[2] Nasuh Uslu, Türk Dış Politikası Yol Ayrımında, Anka Yayınları, Ankara, 2006, s.9-11.
[3] http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/2326/turkiyenin_milli_savunma_politikasi, TASAM (Türkiye Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi.) Son Erişim Tarihi: 11.11.2015.
[4] Uslu, a.g.e., s.9-12.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder