Soğuk Savaş Dönemi ve Sonrasındaki Durum.
Cumhuriyetin kurulmasından itibaren
Türkiye’nin güvenlik politikası, biri coğrafi konum, diğeri komşu ülkelerle
ilişkiler olmak üzere, iki temel olgu dikkate alınarak şekillendirilmiştir. Bu
iki faktör, Türkiye’yi; Avrupa, Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu, Akdeniz ve
Karadeniz bölgelerinde ve bazen bu bölgelerin ötesinde güvenlik alanında önemli
bir aktör haline getirmiştir.
Bilindiği gibi Türkiye, 2.
Dünya Savaşının ardından Batı Bloğunda yer almış ve 1952 yılında da NATO’ya üye
olmuştur. Bundan sonra NATO, Türkiye’nin savunma ve güvenlik politikasının temelini
oluşturmuştur. Sovyetler Birliği ile en uzun sınıra sahip ülke olarak
İttifak’ın kara sınırlarının üçte birini koruyan Türkiye, NATO’nun savunmasına büyük
bir katkıda bulunmuştur.
Türkiye, bir yandan
İttifak’ın güvenliğine katkıda bulunurken, diğer yandan kendisine yakın
bölgelerde işbirliğinin pekiştirilmesi yönündeki geleneksel güvenlik
politikasını sürdürmüştür. Bu çerçevede Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu’da
güvenlik alanında işbirliğini teşvik etmiştir. Bu kapsamda 1954 yılında Yunanistan
ve Yugoslavya ile Balkan Paktı’nı ve 1955 yılında İngiltere, İran, Irak ve
Pakistan ile Bağdat Paktını oluşturmuştur.[1]
Bu güvenlik stratejileri ile,
büyük bir çatışmaya girmeden belki de tarihinin en uzun barış dönemini yaşayan
Türkiye, soğuk savaşın sona erdiği sırada, güvenlik güçlerini eski tehdit
algılamalarına göre konuşlandırmış durumdadır. Bu konuşlanma; kuvvet çoğunluğu
ile Varşova Paktı ülkelerine karşı NATO ile müşterek bir savunmayı esas alan
bir stratejiye göre yapılmıştır.
Temel düşman olan Sovyetler
Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Türkiye açısından en büyük tehdit ortadan
kalkmış ve güvenlik stratejisi önemli bir sınırlamadan kurtulmuştur. Bunun
yanında Suriye, Irak ve İran gibi komşu devletlerin en önemli dış desteklerini
kaybetmiş olmaları da olumlu bir gelişme olmuştur. [2] Bunun
sonucu olarak Soğuk Savaş sonrasında, Yunanistan hariç komşu devletlerden
kaynaklanan tehditte önemli bir azalma meydana gelmiştir.
Soğuk Savaşın sona
ermesi sonucunda, küreselleşmeye yönelik yeni bir dünya düzeni arayışına
gidilmesi, tehdit kavramlarını da değiştirmiştir. Tehdit kavramı daha önce
belirgin ve kitlesel iken, artık çok yönlü, çok boyutlu ve değişken bir hale
gelmiş, ortama belirsizlikler hâkim olmuştur. Geleneksel tehdit kavramı artık;
bölgesel ve etnik çatışmalar, bazı ülkelerdeki siyasî ve ekonomik
istikrarsızlıklar ve belirsizlikler, kitle imha silâhları ve uzun menzilli
füzelerin yayılması, kökten dincilik, uyuşturucu ve silâh kaçakçılığı, yasa dışı göç ve insan kaçakçılığı, uluslararası terörizm, şeklinde ortaya çıkan yeni
tehdit ve riskleri de ihtiva etmeye başlamıştır.
Mevcut konumuyla,
yeni tehdit ve risklerin yoğunlaştığı Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu
üçgeninin merkezinde, küresel güç ve oluşumların menfaatlerinin kesişim
bölgesinde yer alan Türkiye’nin jeostratejik mevkiinden kaynaklanan bu durum
Türkiye’nin soğuk savaş dönemi güvenlik stratejilerinde köklü bir değişikliğe
gitmesini zorunlu hale getirmiştir.[3]
Soğuk Savaş sona
erer ermez Türkiye ilk olarak geleneksel dış politikanın üzerine dayandırıldığı
stratejik önemin azalması gibi bir sorunla karşılaşmıştır. Bu durum, dönemin
devlet adamlarının ‘’Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik öneminin azalmadığını,
aksine arttığını’’ vurgulayan söylemlerden de kolaylıkla anlaşılmaktadır. Kısa
süre sonra ortaya çıkan gelişmeler de, Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik
öneminin eskiye nazaran daha da arttığını göstermekte gecikmemiştir. Çünkü
Soğuk Savaş’ın hemen ardından dünya gündemine oturan en önemli çatışmalar
Türkiye’nin çevresindeki bölgelerde meydana gelmiştir.
Türkiye’yi doğrudan
etkileyen bu gerilim ve çatışmalar temel olarak dört bölgede ortaya çıkmıştır.
Bunlar; Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’dir. Bunun yanında
Türkiye bu dönemde AB’nin Türkiye’yi Avrupa güvenlik mekanizmalarından
dışlayıcı politikaları ve NATO’nun geleceği hakkında tartışmalar gibi yeni
sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.
Ayrıca iç siyasi
yapıda da çok önemli sarsıntılar yaşanmaya başlanmış, Soğuk Savaş döneminde ilk
sırada olan komünizm iç tehdit olmaktan çıkarken bunun yerini artık iyice güçlenmeye
başlayan ayrılıkçı ve İslamcı akımlar almıştır.[4]
Bunlardan; 1984 yılından ilk eylemini yapan ve eylemlerini hızla çok geniş bir
coğrafyaya yaymayı başaran PKK terör örgütü iç tehdit değerlendirmelerinde
birinci sıraya yükselmiştir.
Şimdi yukarıda çerçevesi
çizilen genel duruma göre Soğuk Savaş’tan günümüze kadar ortaya çıkan yeni
tehditler ve bu tehditlere karşı Türkiye’nin uyguladığı stratejiler
incelenecektir.
Makalenin kalan kısmını oluşturan bölümleri okumak için:
1. Soğuk Savaş Sonrası Türkiye’nin Uyguladığı Güvenlik Stratejisi (1. Bölüm: Özet, Giriş, Tanımlar.)
[2] Nasuh Uslu, Türk
Dış Politikası Yol Ayrımında, Anka Yayınları, Ankara, 2006, s.9-11.
[3] http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/2326/turkiyenin_milli_savunma_politikasi, TASAM (Türkiye
Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi.) Son Erişim Tarihi: 11.11.2015.
[4] Uslu, a.g.e.,
s.9-12.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder