20 Aralık 2015 Pazar

Soğuk Savaş Sonrası Türkiye’nin Uyguladığı Güvenlik Stratejisi-3: 2001 yılına kadar olan dönemde Kafkasya'da (Gürcistan-Ermenistan-Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya) uygulanan strateji.

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden 2001 yılına kadar olan dönemde uygulanan güvenlik stratejileri.
Kafkasya’da meydana gelen gelişmelere karşı uygulanan strateji.                                 
Soğuk Savaş sona ererken Türkiye’yi doğrudan etkileyebilecek ilk çatışmalar Kafkasya’daki bağımsızlık hareketleri ile birlikte ortaya çıkmıştır.[1] Kafkasya’da, Sovyetler Birliği’ne karşı ilk bağımsızlık hareketi Azerbaycan’da başlamıştır. Bunu tetikleyen unsur da Karabağ Özerk Bölgesi’ndeki Ermenilerin, Ermenistan ile birleşme yönünde attığı adımlar ve ardından ortaya çıkan çatışmalarda Sovyetler Birliği’nin sessiz kalması olmuştur. Böylece 17 Kasım 1989 tarihinde Bakü’de başlayan mitingler, 5 Aralık 1989 tarihine kadar sürmüş, bunun üzerine Sovyetler Birliği, 24 Aralık 1989 tarihinde, Bakü ve Azerbaycan’ın 17 ilinde olağanüstü hal ilan etmiştir. Bu tedbir Azerbaycan halkının tepkilerini bastıramayınca Rus askeri birlikleri, 19 Ocak 1990 gecesi Bakü’ye girip silahsız halka ateş ederek büyük bir katliam yapmıştır.
Ağustos 1991’de, Moskova’daki askeri darbe başarılı olamayınca, Yeltsin’in önderliğinde Rusya Federasyonu bağımsızlığını ilan etmiş ve böylece Sovyetler Birliği’nin dağılması süreci başlamıştır. Bu gelişmelerin ardından, 8 Eylül 1991’de yapılan seçimle, Azerbaycan Komünist Partisi sekreteri Vezirov’un yerine Ayaz Muttalibov devlet başkanı olmuştur.[2] Bundan sonra, 17 Kasım günü, Azerbaycan parlamentosu bağımsızlığı onaylamıştır.[3] 
Bağımsızlık ilanının ardından Azerbaycan’da bir türlü istikrar sağlanamamıştır. Bunun temel sebebi Ermenilerle yaşanan çatışmalardır. Bu olaya yeterli tepki vermeyen Muttalibov, 6 Mart günü istifa etmek zorunda kalmış, 7 Haziran günü yapılan seçimlerde Cephesi’nin adayı Ebulfeyz Elçibey devlet başkanı seçilmiştir. Elçibey, Batı ve özellikle de Türkiye yanlısı bir politika izlemeye başlayınca, Rusya’nın da desteğiyle, Karabağ’daki çatışmalar artmış ve çıkan bir isyan sonucunda Haziran 1993’te Elçibey yönetimden ayrılmak zorunda kalmıştır.
Devlet başkanlığı görevine gelen Haydar Aliyev, Rusya ile ilişkileri düzeltme yoluna gitmiştir. Bu kapsamda 24 Eylül 1993’te BDT’ye üyelik anlaşmasını imzalamış fakat bu çabaları Ermenilerin altı Azeri şehrini daha işgal etmeye engel olamayınca Ekim ayından itibaren Rusya’yı yatıştırma politikalarından vazgeçip Batı ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Bu sırada patlak veren Çeçenistan Savaşı’nda Rusya, Azerbaycan’ı Çeçenlere destek vermekle suçlayınca ilişkiler yeniden bozulmuştur. Bu dönemde Aliyev enerji kaynaklarını stratejik bir unsur olarak kullanarak petrol boru hatları ile ilgili kartını öne sürmüş, böylece Rusya’ya bağımlılığı azaltmak için Bakü-Tiflis-Ceyhan hattına destek vermiştir. 
1996 yılında Rusya, Çeçenlerle anlaşma imzalayınca ilişkiler düzelmesine rağmen 1999’da Çeçenistan’da çatışmalar tekrar başlayınca ilişkiler yine bozulmuştur. Rusya’da, Ocak 2000’de Yeltsin’in yerine seçilen Vladimir Putin Yeni Güvenlik Doktrinini ilan etmesi ilişkilerin seyrini tekrar değiştirmiştir. Bu doktrin BDT ülkelerinde Rus hâkimiyetini amaçlıyordu. Bu kapsamda Putin Güney Kafkasya’da azalan Rus etkisini tekrar güçlendirmek için 9-10 Ocak 2001’de Bakü’yü ziyaret etmiştir. [4] Bundan sonra Rusya ve Türkiye arasında Azerbaycan’da etkili olmak için yapılan mücadele şiddetlenmiş, bu mücadelede diğer bir taraf ta Azerbaycan Türkleriyle aynı mezhepten olmasını kullanarak etkili olmaya çalışan İran olmuştur.  
Kafkasya’nın diğer bir sorunlu bölgesi de Gürcistan olmuştur. 1988 yılında Bakü’de başlayan özgürlük hareketleri kısa süre içinde Gürcistan’a yayılmış, Sovyetler Birliği’nin tüm baskılarına rağmen Gürcistan, 1990 yılının Mart ayında bağımsızlığını ilan etmiştir. Bunun üzerine Rusya’nın da desteğiyle ülkede ayrılıkçı olaylar ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, Gürcistan-Türkiye ilişkileri de Gamsahurdia’nın aşırı milliyetçi politikaları ve yurtlarından çıkarılmış olan Ahıska Türklerinin geri dönüşüne izin vermemesi sebebiyle iyi değildir.
1991 yılının Aralık ayında kurulan Rusya Federasyonu da Sovyetler Birliği politikalarına devam edince ülkedeki istikrarsızlık sebebiyle Gamsahurdia 6 Ocak 1992’de yönetimi bırakmak zorunda kalmış ve Eduard Shvardnadze yeni devlet başkanı olmuştur. Bundan sonra Gürcistan-Rusya ilişkilerinde bir yumuşama olmuş fakat Shvardnadze tamamen Rus yanlısı bir politika izlemediği gibi ülkedeki Rus üslerinin kapanmasını da gündeme getirmeye başlamıştır. Bunun üzerine Rusların desteğiyle Abhazya’daki çatışmalar tekrar yoğunlaşmış ve bölge fiilen Gürcistan’ın kontrolünden çıkmıştır.[5] Rusya’nın baskılarına dayanamayan Gürcistan, 1993 yılında, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’na girmek zorunda kalmıştır. 
Shvardnadze döneminde Türk-Gürcü ilişkileri de hızlı bir şekilde gelişmeye başlamıştır. Buna Hazar havzasındaki petrol ve doğalgazın Gürcistan üzerinden Türkiye’ye ulaştırılması projeleri de katkı sağlamıştır. Gelişmelerin ardından Rusya, 1999 yılında İstanbul’da yapılan AGİT zirvesinin ardından, Gürcistan’daki üslerini kapatmak zorunda kalmıştır.[6]
  Diğer bir Güney Kafkasya devleti olan Ermenistan’da, 1989 yılında kurulan Ermeni Ulusal Hareketi (EUH), 1990 Ağustos’unda, Sovyet Ermenistan Hükümeti’ni kurduğunu ilan etmiş ve devlet başkanlığına Levon Ter Petrosyan seçilmiştir. Ermenistan Eylül 1991’de de bağımsızlığını ilan etmiştir.
Diğer Kafkas ülkelerinin milliyetçi ve Rusya karşıtı politikalarının tersine Ermenistan bağımsızlığın ardından tamamen Rusya yanlısı bir politika izlemiştir. Böylece Ermenistan, Rusya için bölgedeki tek dayanak noktası olduğundan, Karabağ Savaşı dâhil tüm bölgesel sorunlarda Rusya tarafından desteklenmiştir. Ermenistan, 1991’de, BDT’ye[7]  ve 1992 yılında Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO)’ne[8]  üye olmuştur. 
Böylece, Rusya ile askeri ve politik işbirliğini, kendi savunması ve güvenlik politikası için bir ana unsur olarak gören Ermenistan, 18 Nisan 1997’de ülkesinde bulunan Rus üslerinin hukuki statüsünü onaylamıştır. 1998 yılının Şubat ayında devlet başkanı olarak seçilen Robert Köçeryan [9] da tamamen Rusya’ya dayanan bir politika yürütmeye devam etmiştir.[10] Ermenistan, bir yandan Karabağ ve arada kalan Azerbaycan topraklarını işgal ederken diğer yandan bölgede kuzey-güney istikametinde bir güvenlik mihveri yaratmak maksadıyla İran ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. Azerbaycan ile çatışmasına rağmen, Rusya ve Karadeniz ile bağlantısını sağlayan Gürcistan ile bir çatışmadan özellikle kaçınmış, hatta Gürcistan’daki Ermeni azınlığın bağımsızlık yönündeki hareketlerini de dizginlemiştir.
Bu gelişmeleri başından itibaren büyük bir dikkatle takip eden Türkiye, Soğuk Savaş süresince ana tehdit olarak gördüğü Sovyetler Birliği ile arasında tampon devletler oluşturmak, Sovyet askeri varlığını sınırlarından olabildiğince uzaklaştırmak için Kafkasya’da kurulan yeni devletlerin bağımsızlıklarını derhal tanımıştır. Türkiye bu devletlerin bağımsızlıklarını desteklerken bölge ülkeleri arasında seçici davranmak durumunda kalmıştır. Bu dönemde, Karabağ Savaşı sebebiyle Ermenistan ile ilişkiler daha kurulmadan bozulmaya başlamış ve Türkiye doğal olarak Azerbaycan’ı desteklemiştir. Gürcistan ile başlangıçta soğuk başlayan ilişkiler ise ortak tehditlerle mücadele etmeleri sebebiyle zaman içinde hızla gelişmiştir. Türkiye-Gürcistan ilişkilerinde en hassas konu Türkiye’de de büyük miktarda nüfusa sahip olan Abhazlar ile ortaya çıkan çatışma olmuştur. Türkiye, iç baskılara rağmen stratejik önceliklerini göz önüne alarak resmi düzeyde Abhazları desteklemekten daima kaçınmıştır.
Türkiye, bağımsızlığını kazanan ülkelere başlangıçtan itibaren destek vermeye çalışırken Rusya, Ermenistan ile sıkı ilişkiler içine girerek Azerbaycan ve Gürcistan içinde ayrılıkçı hareketleri destekleyerek bu iki ülkenin istikrarsızlaştırılması için çalışmıştır. Bu durum, Gürcistan ve Azerbaycan yönetimlerini, bağımsızlıklarına yönelik tehditlere karşı mücadele edebilmek için ittifaklar arama politikasına yöneltmiş, bunun sonucu olarak bu devletlerin dış ilişkileri, iç içe geçmiş üç halka şeklinde ortaya çıkmıştır. Bunlar; bölge ülkeleri, bölgeye komşu ülkeler ve uzak güç odakları olan ülkelerdir. İlk halkadaki Ermenistan’ın ve ikinci halkadaki İran’ın RF ile olan yakın işbirliği Azerbaycan ve Gürcistan’ın Rus tehdidine karşı koyacak ittifak seçeneklerini sınırlamıştır. Bu sebeple iç halkada Ermenistan’a karşı Gürcistan ve Azerbaycan ittifakı, ikinci halkada bulunan İran ve RF’den gelen tehdidi dengelemek için ise bu halkadaki Türkiye ile işbirliği tek seçenek olarak öne çıkmıştır. Türkiye de; kendi güvenliği, petrol ve doğalgaz boru hatlarının kendi topraklarından geçirilmesi, Ermenistan’ın İran ve Rusya ile bir jeopolitik eksen oluşturma çabalarının dengelenmesi maksatlarıyla bu işbirliğini desteklemiştir.
Böylece, SSCB’nin dağılması sonrası Güney Kafkasya’da Rusya-Ermenistan-İran düşey jeopolitik eksenini kesen Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan yatay jeopolitik ekseni doğmuştur.[11] Türkiye, kısa süre içinde bu iki ülkeye ekonomik, askeri ve siyasi alanlarda destek vermeye başlamış, öncelikle bu ülkelerin bağımsızlıklarını korumalarını ve ülkelerini savunabilecek güçte birer ordu kurmalarını sağlamaya çalışmıştır.[12]
Aynı dönemde, Kuzey Kafkasya’da Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyetler arasında da çatışmalar ortaya çıkmış ancak Türkiye bu çatışmalara müdahale etmekten kaçınmıştır. İlk çatışmalar Oset ve İnguşlar arasında ortaya çıkmıştır. 1992 yılında İnguşlar, Sovyetler Birliği’nin Osetlere verdiği Prigorodny bölgesini geri almak için saldırılara başlamışlar fakat Ruslar Osetleri destekleyince başarısız olmuşlardır.[13] Rus tankları Kasım 1992’de İnguş köyleri bombalamış ve katliamlar yapmıştır.
Bu bölgedeki çatışmalardan en önemlisi olan Çeçenistan Savaşı ise 1994 yılında ortaya çıkmıştır. Devlet başkanı Cahar Dudayev’in önderliğinde Çeçenistan, 1994 yılında, şeriatla yönetilen bir İslam devleti olduğunu ilan etmiş,[14] bunun üzerine Rus-Çeçen savaşı başlamıştır. Türkiye Çeçenlere açık destek vermekten daima kaçınmıştır.[15]

Makalenin kalan kısmını oluşturan bölümleri okumak için:




[1] Elnur Cemilli, ABD’nin Güney Kafkasya Politikası, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.13.
[2] Cemilli, a.g.e. s.49-51.
[3] Gabil Hüseyinli, Azerbaycan’da Siyasal Partiler ve Siyasal İlişkiler, Avrasya Dosyası, Azerbaycan Özel, İlkbahar 2001, Cilt: 7, Sayı: 1, s. 161-176
[4] Detaylı bilgi için bkz. Cemilli, a.g.e., s.47-65.
[5] Elkhan Nuriyev, Jeopolitik Hamleler ve Yaklaşan Tehlikeler, Kafkasya Vakası, Harp Akademileri Dış Basın Bülteni, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, Yıl:37, Sayı:279, 2001,s.57-58.
[6] Detaylı bilgi için bkz. Elnur Cemilli, a.g.e., s.95-112.
[7] İngilizce adıyla; CIS (Commonwealth of Independent States) olarak bilinmektedir.
[8] İngilizce adıyla; CSTO (Collective Security Treaty Organization) olarak bilinmektedir.
[9] Detaylı bilgi için bkz. Murteza Hasanoğlu-Elnur Cemilli, Güney Kafkasya’da ABD Politikası, IQ Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.135-150.
[10]Yıldız Deveci Bozkuş, Rusya’nın Gürcistan’a Müdahalesinin Ermenistan’daki Yankıları, http://www.eraren.org/ index.php?Lisan=tr&Page=Makaleler&MakaleNo=3213, Son Erişim Tarihi:  11.11.2015.
[11] http://www.eraren. org/index.php? Page=DergiIcerik&IcerikNo=364, Son Erişim Tarihi: 11.11.2015.
[12] Cemilli, a.g.e., s.29-30.
[13] Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, 12. Baskı, Çev. Mehmet Turhan-Y.Z.Soydemir, Okyanus Yayınları, İstanbul, 2014, s. 415.
[14] Huntington, a.g.e, s. 402.
[15] Huntington, a.g.e, s. 416.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder