30 Aralık 2015 Çarşamba

Steplerde Yaşayan Göçebe Topluluklarda Ordunun Oluşumu ve Savaşın Gelişimi. The formation of army and development of war in nomadic communities who lived in the steppes.

9. Steplerde Yaşayan Göçebe Topluluklarda Ordunun Oluşumu ve Savaşın Gelişimi. The formation of army and development of war in nomadic communities who lived in the steppes.
    Steplerde yaşayan göçebe topluluklar bu iki topluluk türüne göre de farklı bir gelişim süreci izlemişlerdir. Bunlar tarım toplumları gibi toprağa bağlı olmadıklarından uzun süre bir yere bağlı kalmadan yaşarlar. Ancak başka bazı özellikler bunları, dağlık bölgelerde yaşayan insanlardan da oldukça farklı bir toplum haline getirmiştir.
    Step göçebeleri diye bahsettiğimiz insanlar Orta Asya’da yaşayan insanlardır. Orta Asya; kuzeyde sık ormanlar ve yılın çoğu zamanı karlarla kaplı yaşanması hayli güç arazi (ve bu günkü Rusya, Finlandiya ve diğer İskandinav ülkeleri bölgesinde bulunduğu iddia edilen büyük buzul bölgesi); doğuda okyanus; güneyde yerleşik Çin ve Hint kültürlerinin bulunduğu bölgelere sınır olan, geçilmesi sadece belli boğaz ve geçitlere bağlı yüksek dağlar; batıda kuzey-güney istikametinde akan büyük nehirler ve aynı şekilde uzanan geçilmesi zor bir engel olan Ural Dağları ve Kafkas Dağları (veya çok uzun zaman önce kuruduğu söylenen iç deniz ve daha sonraları onun birer kalıntısı olan Hazar denizi ve daha batıdaki Karadeniz) ile çevrili çok geniş düzlüklerden oluşan kısmen de olsa dışarıya karşı tecrit edilmiş durumda bir coğrafyadır.
     Bölge kendi içinde parçalı olmayıp coğrafi olarak bütünlük arz eder. Tarım, bölgenin belli bölümlerinde sınırlı olarak yapılmakta olup bölgenin yerel bir türü olan Asya koyununun evcilleştirilmesi ile oluşan büyük sürüler temel geçim kaynağıdır. Bu bölge, atın da anavatanı olduğundan çok eski dönemlerden beri evcilleştirilerek et, süt ve derisinden faydalanıldığı gibi binek hayvanı olarak kullanılmaktadır.
     Geniş düzlüklerde su kaynaklarını ve hayvanlar için yeşil otları takip eden birçok göçebe kabile bu geniş düzlüklerde dolaşmaktadır. Önceleri  birbiri ile çok fazla karşılaşmayan bu kabileler, nüfusları ve hayvan sürülerinin sayısı, bunun yanında bazı bölünmeler sonucu kabile sayısı da arttıkça giderek daha sık karşılaşmaya başlarlar. Bu karşılaşmalarda mevcut kaynakların paylaşılmasında sorunlar yaşanmaya başladığından aynı zamanda birbirleriyle çatışmaları da gün geçtikçe artar. Kuraklık vb. doğal afetler ortaya çıktıkça bu kabileler mevcut su kaynaklarına yakın bölgelere yaklaşarak yoğunluk oluşturmaya başlarlar. Bu da ilişkileri ve aynı zamanda da çatışmaları artırır.
     Bu bölgede yaşayan insanlar yaşam tarzlarına uygun; çabuk toplanıp kurulabilen çadırlar ve ev eşyaları yaparlar. Bunlar ya keçilerin kılından örülmüş veya koyun tüyünden yapılmış keçeler ve derilerden imal edilirler. Bazı bölgelerde nehir veya iç deniz ve göller kenarında yerleşik, dağlık bölgelerin sınırlarında yarı göçebe yaşam tarzları kurulsa da hâkim kültür çoğunluğun sürdürdüğü göçebe yaşam kültürüdür. Göçebe demek sürekli hareket halinde olmak demek olduğundan atlar, öküzler ve bunlar tarafından çekilen iki tekerlekli arabalar yaygın olarak kullanılır. Ev olarak kullanılan çadır, ev eşyaları ve yiyecekler bu arabalarla taşınır.
    Bu toplumlarda işgücü ihtiyacı azdır. Hatta çoğu kabilede fazla işgücü olduğundan klasik anlamda kölelik gelişmez. Köle olarak alınan kişiler genellikle ya kabilenin savaşçı grubuna katılır veya çobanlık yaparlar. Evler, saraylar vb. yapılar olmadığından hizmetçiye ihtiyaç olmadığı gibi tarım da olmadığından veya çok kısıtlı olduğundan yerleşik toplumlardaki gibi hiçbir hakkı olmayan kölelere gerek duyulmaz. Dahası yiyecek ihtiyacının kıt olduğu bölgelerde köle ilave tüketici olduğundan bunlar daha çok günümüz işçileri gibi belli bir yükümlülük karşılığında toplumdaki bazı görevleri üslenirler. 
     Büyük hayvan sürüleri, evcilleştirilen çoban köpekleri ve at kullanılarak çok az kişi tarafından güdülebilirler. Gerek sürüleri güden çobanlar, gerekse geriye kalan erkek nüfus sürekli olarak bir nevi savaş talimi sayılabilecek faaliyetlerle uğraşırlar. Çobanlar, sürüye saldırabilecek kurtları uzaklaştırmak, saldıranları da etkisiz hale getirebilmek için devamlı bir alarm durumundadırlar. Kurt ve diğer vahşi hayvanlara karşı mücadelede ilk unsur köpeklerdir. Köpekler koku alma ve karanlıkta daha iyi görme yetenekleriyle sürüye yaklaşan yırtıcı hayvanları uzaktan görerek bir erken uyarı sistemi olarak görev yaparlar. İri çoban köpekleri müstakil saldırganlara karşı bire bir savaşarak ta görev yaparlar. Ancak sürü halinde avlanan kurtları etkisiz hale getirmek ve sürüyü zayiat vermekten korumak için köpekler genellikle tek başlarına yeterli olmazlar. Bunun için çobanların duruma müdahale etmesi gerekir.
      Ama kurtların sivri dişleri, kalın ve tüylü derileri ve sivri tırnakları olan pençeleri vardır. Bunların hiç birine sahip olmayan çobanların bir kurtla mücadele etmesi mümkün değildir. Dahası kurtlar saldırılarını bireysel olarak yapmazlar. Toplu olarak saldırırlar ve bu saldırılarında belli bazı taktik ve stratejileri vardır. Bu sebeple kurtlara yaklaşmak pek akıllıca değildir. Onun için onlara yaklaşmadan uzaktan etki edecek silahlara ihtiyaç vardır. Çok hızlı koşup süratle uzaklaşabildiklerinden ve yine çok kısa sürede geri dönüp sessizce ve aniden saldırabildiklerinden çobanların da hızla hareket etmeleri gerekir. Bence bu sebepten at hız için evcilleştirilmiş ve yaygın olarak kullanılmaya başlanmış, uzaktan fırlatılabilen hafif mızraklar ve uzun menzilli kompozit yaylar hedefe yaklaşmadan saldırabilmek için geliştirilmiş ve kullanılmaya başlanmıştır. Arazi pek fazla engebeli olmadığından ve bitki örtüsü fazla olmadığı için görüş imkânı oldukça uzun olduğundan bu silahlar ve at hayatta kalmak için en uygun vasıtalar olmuştur. Onun için Orta Asya kavimleri, çok uzun menzili olan ve taşınması kolay hafif kompozit yayı ve bu gün cirit oyunlarında da kullanılan kargıya benzer kısa hafif mızrakları geliştirmişlerdir. 
     Sorun sadece kurtlar ve diğer yırtıcı hayvanlar değildir. Kabileler arasında, gerek otlak alanları, gerekse su kaynakları için sürekli bir çatışma ortamı vardır. Bazı kabileler diğer kabileleri basarak hayvanlarını ve kadınlarını almak için sürekli tetiktedir. Bozkırda türemiş birçok haydut ve hırsız çetesi de bulunmaktadır. Bunlar da benzer silah ve araçlar kullandıklarından hız ve menzil savaşta başarı için en önemli unsurdur. Arazide engebeli alanlar ve saklanılabilecek yüksek dağlar veya surlar arkasında korunmuş köy ve şehirler olmadığından saldırılara karşı sadece iki seçenek bulunmaktadır. Birincisi savaşmak, ikincisi de kaçmak. Her ikisi için de hızla yer değiştirebilmek çok önemlidir. Bu sebeple at kullanımı yaygın olduğu, kompozit yaylar ve hafif kısa mızraklar kullanıldığı gibi hareket kabiliyeti ve hızı engellemeyecek şekilde zırh olarak ta hafif malzemeler kullanılır. Yerleşik toplumlarda önceleri bronz kaplamalı tahta kalkanlar ve bronz zırhlar kullanılırken daha sonra demirin yaygın olarak kullanılmaya başlanmasıyla birlikte ağır demir blok veya örme zırhlar kullanılmaya başlanmıştır. Ancak tam bir hafif süvari özelliği gösteren bozkır savaşçılarının silahları gibi zırhları da kalın deriler, keçeler vb. hafif malzemeden yapılmıştır. Kılıçlar da at üzerinde kullanılarak diğer attaki düşmanla savaşabilecek kadar uzun fakat hafiftir.
     Steplerde yaşayan insanlar bir bölgeye ve hatta üstü kapalı bir binaya bağlı kalmadıklarından özgür ruhlu insanlardır. Sürekli vahşi doğa ile mücadele ve diğer kabilelerle savaşmak zorunda olduklarından iyi savaşçılardır. Ancak bunların kendilerini koruyacak ne bir doğal engele ne de kale veya surlarla çevrili şehirlere sahip olmamaları yüzünden savaşmak ve hayatta kalmak için toplu hareket etmeyi öğrenmeleri gerekmiştir. Ayrıca bu kabileler bazı akraba kabilelerle birlik oluşturarak rakip kabilelerle savaştıkları için daha büyük gruplar ve bir emir komuta altında hareket etme tecrübeleri de vardır. Bu kabileler genellikle nüfuslarına göre değişik büyüklükteki askeri toplumlar olarak yaşarlar. Sürüleri ve atlar veya öküzlerle çekilen arabaları içindeki aileleri ile beraber hareket ettiklerinden bu kabilelerin birleşerek daha büyük askeri birimler kurmaları çok kolaydır. Sürüleri, çadırları, arabaları ve aileleri kendileri ile beraber hareket ettiklerinden bunların lojistik olarak desteklenmesi için ayrıca bir teşkilat kurmaya ve hazırlık yapmaya ihtiyaç yoktur.
      Bu kabile yaşamında genetik olarak kabilenin kurucusu soyundan gelenler hariç hiç kimsenin konumu garanti altında değildir. Herkes yaşamak ve bir yer edinebilmek için çalışmak ve bir kabiliyet göstermek zorundadır. Bu yaşam tarzı sebebiyle toplumda, tarım toplumlarında olduğu gibi bir sınıflaşma ortaya çıkmaz. Tek zenginlik sürüdeki hayvan sayısının çokluğu, erkek çocuk sayısının fazlalığı ve belki de at ve öküz sayısının fazlalığı ile ölçülür. Tarım yapılmadığından kimsenin toprağı yoktur. Yerleşik olarak yaşanmadığından evler ve saraylar da yoktur. Kabilenin en üst seviyesindeki kişisi ile köle arasında yaşam koşulları açısından çok az fark vardır.
     Tolumda saygınlık kazanmak için tek koşul başarılı olmaktır. Babanın başarılı olması çocuğun konumu üzerinde doğrudan bir etkisi yoktur. O da ancak başarı gösterirse saygın olur. Bu sebeple yerleşik toplumlardaki gibi soya dayanan bir aristokrasi oluşmasına engel olur. Bu kabilelerde aristokrasi diyebileceğimiz tek şey, efsanevi bir hayat hikâyesi olan, genellikle bir kurda veya gökten inen bir kadınla evlenen kutsal bir ataya bağlı bir soydan gelmiş kabile lideri ve onun kardeş ve çocukları kabul edilebilir.
Bu kişi genelde gök tanrıdan kut almış ilk ata veya atalardan biridir. Fakat bu kabile lideri ve yakınlarının da yerleşik kültürlerdeki aristokratlar, krallar vb. kişiler kadar yetkisi yoktur. Bu aile de diğer aileler gibi yaşamak için çalışmak zorundadır. Bir vergi mekanizması yoktur. Kabileyi koruyacak ve uygun bölgelere götürecek tedbirleri lider almak zorundadır. Bu tedbirleri alamazsa genellikle lider aynı aile içinden biriyle değiştirilir. Bu yapılamazsa bazı aileler kabileden ayrılıp başka bir kabileye katılabilirler. Bu durum kabileler için çok önemlidir. Çünkü bozkırda güçlü olanın yaşama hakkı vardır. Küçük kabile ve gruplar diğer kabileler ve haydutlar için cazip hedeftirler. Bu şekilde aileler tarafından terk edilerek sayıları kendilerini koruyamayacak kadar küçülen kabileler genellikle akraba oldukları diğer bir kabileye katılarak onlarla birleşirler veya onların yardımını alabilecekleri kadar yakınlarında ayrı bir grup halinde yaşarlar. Ancak bu durumda o kabilenin egemenliğini kabul etmiş olacaklarından bu istenen bir durum değildir.
     Bu şekilde birleşmelerle zamanla belli bölgelerde dolaşan ve merkezi bir lidere bağlanmış büyük gruplar oluşur. Bu grupların içindeki kabileler kendi askeri yapılarını ve bütünlüklerini koruduklarından bu birleşmeler çok güçlü bağlarla bağlı olmayan bir nevi kabileler konfederasyonu gibidirler. Bunlar durağan yapılar değildirler. Bazen daha güçlü bir başka boya katılanlar, bu oluşum içinde bazı kabilelerin diğerleri ile anlaşamayarak ikiye veya daha fazla parçaya bölünme ve ayrılan unsurlar gibi yeni unsurların katılması da gayet doğaldır. 
     Bu toplumda din adamlarının da etkisi sınırlıdır. Çünkü sabit bir tapınakları yoktur. Ya gök kubbenin altında veya onu simgeleyecek şekilde yapılmış bir çadırda dini merasimlerini yapar. Geniş bir din bürokrasisi de oluşamaz. Çünkü doğa ile iç içe ve fiziki bütünlük arz eden bir coğrafyada yaşayan bu insanlarda bir tür doğa dini gelişir. Bu dinin birçok ruhu, cinleri vb. olmasına rağmen gök kubbenin üstünde süt gölü cennetinde bulunan tek bir tanrısı vardır. Tanrı gibi yine onu dengelemeye çalışan tek bir şeytan vardır. Kötü ruhlarla ve cinlerle birlikte o da yer altında yaşar. 
      Bu tanrı herkesin üzerinde olduğundan ona herkes bireysel olarak tapınabilir, yani bir rahip veya aracıya ihtiyaç yoktur. Ancak ruhlar ve cinlerle irtibat kurabilen bir kişi vardır. O da kabilenin şamanıdır. Fakat şaman bir tapınak veya okulda yetişmez. Şamanlık babadan oğula da geçmez. Aynı kabile lideri seçimindeki tanrının kut vermesi gibi şamanın da daha çocukluğunda şamanların ruh hallerini yansıtan özellikler göstermesi gerekir. Yani şaman olmak için de tanrının kut vermesi veya ruhların onunla irtibat kurması gerekir. Şamanlar yönetim işlerine karışmazlar. Sadece kötü ruhları kovarlar, hastaları iyileştirirler, savaşlarda başarı için dua ederler ve törenler yaparlar.
     Basit olarak bir toplumsal hiyerarşi çizecek olursak; en üstte kabile lideri ve onun ailesi, onun altında eski savaşçılardan oluşan bir nevi meclis niteliğindeki yaşlılar heyeti ile şaman ve ailesi, onun altında da çok erkek çocuğu ve hayvanı olan zenginler, onların altında diğer kabile mensupları, en altta da köle veya ücretli işçi olarak sürüleri güden çobanlar gelmektedir. Fakat daha önce de belirttiğimiz gibi yaşam koşulları açısından en tepedeki ile en alttakiler arasında çok fazla bir fark yoktur. Mesela, töre denilen yazılı olmayan kanunlar karşısında herkes eşittir. Bir suç işleyen herkes ihtiyar heyeti tarafından yargılanır ve cezalandırılır.
     Kabilenin en önemli organizasyonu askeri organizasyonudur. Kabile üyesi olan her aile nüfusuna göre aile reisi komutasında küçük bir birlik oluşturur. Bu aile birlikleri ya kabile lideri akrabaları komutasına girerek daha büyük birlikler teşkil eder ve kabile lideri komutası altında toplanırlar veya küçük kabilelerde olduğu gibi her aile birliği doğrudan kabile reisi emrine girerler.
     Bu toplumlar kendi aralarında sürekli savaştıkları gibi sınır bölgelerdeki yerleşik toplumlara da zaman zaman akınlar ve baskınlar yapmaktadırlar. Bu akınlar küçük kuvvetlerle yapıldığından kadın, hayvan ve ganimet elde etmekten başka bir işe yaramıyor gibi görünse de aslında bu bölgelerin coğrafi özelliklerinin, yaşayan toplumların kültürel özelliklerinin, nüfuslarının ve asker sayılarının öğrenilmesi gibi ileride çok faydalı bilgilerin toplanmasını da sağlamaktadır.
     Birbirleri ile sürekli bir mücadele içinde bulunan ve asker uluslar şeklinde teşkilatlanan bu kabileler arasından zaman zaman güçlü liderler çıkar ve bunlar çevresindeki diğer kabileleri ve kabile topluluklarını konfederasyon şeklinde kendisine bağlayarak devlet gibi siyasi bir yapı oluşturmayı başarır. Bozkırın sınırındaki yerleşik tarım kültürünün kurduğu imparatorluklar yeni çıkan bu gücü yakından takip etmektedirler. Bu gücün kendilerine tehdit oluşturmaya başladığını fark ettikleri anda büyük kuvvetlerle askeri operasyonlar yaparlar. Bazen bu yeni gücü daha yeterince güçlenmeye fırsat bulamadan yakalayıp etkisiz hale getirseler de genellikle bu operasyonlardan istenen netice alınamaz. Çünkü bu güç sadece ordusu değil tüm ulusu mobilize halde ve çok hızlı yer değiştirebilecek durumdadır.
     Çoğunluğu ağır ve hafif piyadeden oluşan bu yerleşik kültürün ordusu bir türlü bu bozkır ordusunu yakalayıp kesin sonuçlu bir muharebeye zorlayamaz. Çünkü bozkır ordusu oldukça etkili ağır silahlara ve kendisinden çok fazla sayıda askere sahip bu ordu ile kesin sonuçlu bir savaşa girmenin kendi sonunu getireceğini bildiğinden yıpratma savaşları diyebileceğimiz bir hareket tarzını uygular. Düşmanla uzaktan teması koruyarak kesin sonuçlu savaşa girmeden geri çekilir. Düşman ordusu takip ederse onlardan daha uzun menzilli oklarıyla bu orduyu taciz eder ve zayiat vermek zorunda bırakır. Baskın ve pusularla bu ordunun keşif kollarını, lojistik tesislerini ve ikmal kollarını imha eder.
     Zaman geçtikçe düşman ordusu yeni yeni zorluklarla karşılaşmaya başlar. Kendi ülkesinden ve ana üslerinden uzaklaştıkça ikmal faaliyetleri zorlaşır. Çünkü bozkırda göçebe ulusların geri çekilmesiyle birlikte orduyu besleyecek hiçbir şey bulmak mümkün değildir. Sığınılacak veya işgal edilerek içinde barınılacak şehirler ve kaleler de yoktur. Su kaynakları kısıtlıdır ve olanlar da göçebeler tarafından geri çekilirken tahrip edilmiştir. İçlere gidildikçe, sürekli açık alanda barınmak zorunda kalan düşman ordusu alışık olmadığı doğa şartları karşısında zayiat vermeye başlar.
     Gerek baskın ve pusulardan, gerek sert doğa koşullarından ve yiyecek azlığından giderek zayiatları artan ve küçülen düşman ordusu her geçen gün zayıflamaya devam eder. Bu zayıflığın artık taarruz etmeye uygun olduğu kanaatine varan göçebeler, çok uzakta olduklarını ve kendilerine taarruz etmeyeceklerini düşünen düşman ordusuna karşı taarruz etmeye karar verdiklerinde işler tamamen tersine döner. Piyade olan düşman ordusuna göre çok uzak görünen aradaki mesafeyi yedek atları da kullanarak çok kısa bir sürede aşar ve tüm gücüyle bir gece baskını şeklinde düşman ordusuna saldırırlar. Saldırı sadece cepheden değil her yönden yapılmaktadır. Süvari ordusu düşman derinliklerine de birlikler gönderip saldırdığından piyade ordusu kısa sürede kuşatılır ve gerisi ile irtibatı kesilir. Süvari ordusu çok fazla hareketli olduğundan bir bölgede iyi savunma yapılarak püskürtülse bile bu bölgedeki süvariler kısa sürede etki alanı dışına çıkarak toplanırlar, uygun görürlerse aynı bölgeden ama çoğunlukla başarı vadeden başka bir bölgeden saldırılarına devam ederler.
Süvari ordusu atlı habercilerle daha kolay haberleştiğinden, inisiyatif daha fazla olduğundan ve görev tipi basit emirlerle idare edildiğinden emir komuta yeteneği piyadelere göre daha yüksektir. Bu sebeple hareketleri esnek, çevik, senkronizedir ve kolayca orkestra edilebilmektedirler. Piyade ordusu bu yeteneklere aynı oranda sahip olmadığı gibi oldukça hantal ve ağırdır.
     Bu tür savaşlardan, çok yetenekli komutanlar tarafından komuta edilen yerleşik ordular hariç yaya ordular genellikle bozkırın derinliklerinde yok olup giderler. Ağırlıklar, mühendislik faaliyetleri vb. unsurlar öncelikle esir edilirler. Çünkü gelecekte düşman topraklarına taarruz etmeyi düşünen bozkır ordusu komutanı bunlara ihtiyacı olacağını bilir. Bunlar basit esirler değildirler ve yeni ücretli askeri personel olarak görev yaparlar.
     Bu başarı bozkır devletimizi daha da büyütür ve itibarını artırır. Bozkırda tek bir kutsallık vardır ve o da başarıdır. Düşmana karşı başarılı olan liderin tanrı tarafından kutsandığı kabul edilir. Çünkü tanrı onu kutsamasa, o bu kadar başarılı olamazdı. Böylece bozkır liderleri tanrı tarafından kut almış kişiler olduğunu gösteren ünvan ve lakaplarla çağrılmaya başlanır. Tanrının kutsadığı biri ise hızla diğer kabileleri de etrafında toplar. Yeni devletimiz çevrede katılan diğer kabilelerin de katılımıyla hızla genişler. Bu aynı zamanda ordunun da büyümesi demektir. Büyüyen bir ordu ise ancak yeni savaşlarla hayatta tutulabilir. Bu sebeple bu orduya ve yeni katılan kabilelere cazip yeni hedefler gösterilmelidir. Bozkırda zenginlik olarak kabul edilebilecek pek fazla bir şey yoktur. Ama komşu yerleşik kültürün imparatorlukları; ipek kumaşlar, altın ve gümüş takılar, büyük saraylar, kaleler, şehirler ve beyaz tenli güzel kadınlarla doludur. Bu durum yeni orduyu savaş için motive etmeye yeterli olur. Böylece kitleler halinde bozkır süvari orduları komşu yerleşik uluslara akınlar yapıp talanlar yapmaya başlar.
     Bu ordular sürekli atlar üzerinde yaşadıklarından hareket ve manevra kabiliyetleri çok yüksektir. Hayatları savaş ve doğayla mücadele içinde geçtiğinden uzun menzilli kompozit yaylarını ve kısa hafif mızraklarını çok isabetli olarak kullanırlar. At üzerinde kılıç kullanmada da gayet maharetlidirler. Hafif süvari olan bu savaşçılar hem vur kaç tarzı çatışmalarda, hem de kesin sonuçlu meydan muharebelerinde çok başarılıdırlar.
Kale kuşatmalarına çok uygun değildirler ama bu önemli değildir. Çünkü yaşadıkları bölgede kale diye tabir edilebilecek önemli bir yapı yoktur. Kalelerin olduğu bölge dışı muharebelerde ise bu bölgeden edindikleri müttefikleri ve kiraladıkları uzmanları kullanırlar. Ayrıca kalelere doğrudan saldırma yerine dolaylı tutum denilebilecek bazı yöntemler de geliştirmişlerdir. Bu insanlar birkaç denemeden sonra kalelerin yaşayan organizmalar gibi olduğunu fark etmişlerdir. Kaleler uzun süre kendi başlarına yaşayamazlar. Kalelerin çevresinde bulunan küçük köyler, tarım alanları, hayvan sürüleri vb. kaleleri besleyen can damarlarıdır. Bunlar olmadan kaleler ancak belli bir süre kendi kendilerine yeterli olmaktadır. Onun için bu göçebe toplumların orduları önce kalelerin etrafındaki köyleri, tarlaları tahrip etmekte, hayvan sürülerini ele geçirmekte ve kalenin çevresini uzaktan kuşatarak tecrit etmektedir. Kaleler bir süre sonra ya açlık sebebiyle teslim olmakta veya iç karışıklıklar çıkmakta ve zayıflayan kaleler içeriden işbirlikçilerin yardımıyla ele geçirilmektedir.
     Yerleşik kültür de boş durmaz. Bozkır devletinin zayıf taraflarını araştırır. İç çatışmaları ve rekabetleri tespit ederek kullanmaya çalışır. Bazı bozkır kabilelerini yüksek ücretlerle kiralayarak kendi ordusuyla birlikte savaşmaya ikna eder. Casuslar göndererek propaganda ve psikolojik harp faaliyetleri ile bozkır devletini içten parçalamaya çalışır. Konfederasyona katılmamış bazı büyük kabilelere soyluluk unvanları ve askeri rütbeler vererek müttefik haline getirmeye çalışır. Eğer bunda başarılı olamazsa bu ünvan ve rütbeleri bizzat bozkır devleti liderine verir. Çok sayıda kadın, kumaş, hayvan, altın ve gümüşle barışı satın almaya çalışır. Bozkır devletlerinin saldırıları yerleşik kültürün devletinin özellikle iç karışıklıklar ve istikrarsızlıklar yaşadığı dönemlerde artış gösterip başarılı olduğundan iç istikrarsızlığa sebep olan unsurlarla merkezi otorite bu bozkır devleti ordularını kendi taraflarına çekerek rakiplerine saldırmaları için işbirliği yaparlar.
     Bozkır ulusları her şeyi belirleyecek bir unsur haline gelmiştir. Her kabile küçük bir askeri birlik şeklinde teşkilatlanmış küçük militarist bir devlet gibi yaşadığından güçlü bir lider çıkıp tanrıdan kut aldığını ispat edince güçlü bir mıknatıs gibi çevresindeki kabileleri hızla kendi etrafına çekerek kısa sürede dev bir imparatorluk kurabilmektedir. Yerleşik hayat olmadığından bu imparatorluğun güçlü bir bürokrasiye ihtiyacı yoktur. Ordu kabile birliklerinden oluştuğundan asker beslemek için çok miktarda paraya yani vergi toplamaya da ihtiyacı yoktur. Hukuk her kabilenin töresinden ve bozkırın ortak töresinden oluşmakta olup hukuk sistemi de eskiden olduğu gibi yürütülür. Binaları olan kurumsal bir din ve güçlü bir din adamları sınıfı da olmadığından dini otorite siyasi otoriteye rakip olamaz. Kabileler zayıf bağlarla merkeze bağlı olduğundan baskı vb. sebeplerle isyanlar da çıkmaz.
     Ancak bu devletin bazı önemli zayıflıkları da vardır. Nasıl tanrının kut vererek zaferler kazandırdığı lider etrafında hızla toplanmışlarsa, bu lider veya ardılları artık zafer kazanamadıkları zaman tanrının kutunu geri aldığı düşüncesiyle kabileler hızla birlikten ayrılır ve imparatorluk kurulduğundan da hızlı bir şekilde dağılır. Kabileler kut almış başka bir liderin etrafında toplanmaya başlarlar. Ayrıca bu imparatorlukların saltanatın devamı konusunda belirlenmiş bir kuralları da yoktur. Genellikle imparator ölünce topraklar onun oğulları arasında paylaşılır. Bunlar da tüm imparatorluğa egemen olmak için aralarında savaşmaya başlarlar. Bazen bu durum devletin zayıflayarak yok olmasına, bazen de bir varisin diğer varisi yenilgiye uğratması ile devletin yeniden bütünleşmesi ile son bulur. Ama çoğunlukla eşit güçte olan varisler yüzünden devlet bölünür. Bunlardan biri yerleşik kültür ile ittifak yaparak diğer devlete saldırır ve onu ortadan kaldırır.
     Bu durumda büyük kitlesel göçler yaşanır. Göç edenler ya bir yanlarındaki kabilelerle savaşarak onların yerlerini işgal ederler ve onları daha ileriye iterler veya onlarla da birleşerek yollarına devam ederler ve küçük bir kartopunun yuvarlandıkça büyüyerek çığa sebep olması gibi her gittikleri yerdeki kabilelerle birleşerek büyük kitleler halinde ilerlemeye devam ederler. Böylece ilerleyen bu büyük kitle ilerleme istikametindeki tüm göçebe ve yerleşik yapıları yıkarak, yok ederek ve bunların kalıntılarını da bu kitleye katarak ivmesini kaybedene kadar ilerler. Böylece tarih boyunca birçok defa gerçekleşen; Çin, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa’ya doğru ilerleyen kitlesel atlı ulus istilaları ortaya çıkar. Bunlar çok tahripkâr etkiler yaratmakla birlikte dünyanın değişik bölgelerinde kurulmuş olan yerleşik medeniyetler arasında irtibat kurulmasına, artık durağanlaşmakta olan yerleşik kültürlerin yeni tehlike karşısında zorunlu olarak değişerek gelişmesine, dünya çapında ticaret, din, kültür yollarının açılarak tüm kültürlerin birbirleri ile etkileşime girmesine ve elde ettikleri gelişmelerin birbirlerine aktarılmasına da sebep olur.

30.12.2015. M.Ç.

1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2.  http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html

12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html

14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder