4. Tarım Toplumlarının Ortaya Çıkışı ve Orduların
Gelişimi. The emergence of agricultural societies and the development of the
armies.
Muhtemelen
bazı yabani hayvanlar tarihin en eski dönemlerinden itibaren evcilleştirilmeye
başlanmıştır. Ancak şimdi, bazı bölgelerde yaşayanlar bu yabani hayvanları
kontrollü bir şekilde üretmeye ve et, süt, yumurta, yün vb. ihtiyaçlarını
garanti altına almak için ilk hayvancılık deneyimlerini yaşamaya başlarlar. Bu
gruplardan hayvancılığı öğrenen diğer gruplar da hayvan evcilleştirme işine başlarlar.
Böylece çoban toplumlar ortaya çıkar. Bundan sonra da insanlar yaşam alanı
içinde sürekli hareket etmeye devam ederler ancak bu hareketlerde takip edilen
yollar av hayvanlarının mevsimsel olarak takip ettikleri göç yollarından çok
artık evcilleştirdikleri hayvanların mevsimlere göre ot, su ve barınak
ihtiyaçlarını takip edecek şekilde; otların yeşerme, büyüme ve kuruma döngüsüne
göre değişir. Ayrıca, yıl boyunca yeşil otların ve kurumayan su kaynaklarının
bulunduğu bazı bölgelerde sürekli olarak kalan gruplar ortaya çıkmaya başlar.
Bu döngüye uygun bölgelerin bazılarında mağaralar veya uygun barınma alanları
olmadığı için insanlar böyle yerlerde kalırken sazlar ve çalılardan
faydalanarak bazı basit kulübeler yapmaya başlarlar. Evcil hayvanlarını
geceleyin vahşi hayvan saldırılarından koruyabilmek için onlar için de benzer
şekilde ağıllar yaparlar.
Evcilleştirilen
hayvanların sayısı arttıkça küçük küçük sürüler ortaya çıkar. Hayvancılık
beslenme ihtiyacını her gün avlanmaya çıkmak zorunda kalmadan karşılamaya
başladığından bu durum klanımıza büyük bir rahatlama sağlar. Ama bu hayvanlar,
gerek vahşi hayvanların, gerekse bu hayvanları çalmak isteyen klan içi bazı
insanlar ve kılan dışı bazı grupların dikkatini çeker. Bu durum hayvancılıkla
uğraşmaya başlayan toplumlara karşı yapılan hırsızlık ve saldırı olaylarında
artışa sebep olur. Bu da savunma ve güvenlik konusunun yine en önemli konu
haline gelmesine sebep olur.
Böylece
sürülerin güvenliği en önemli güvenlik konusu olur. Gerek klan içinden
kiralanan gerekse savaşlarda elde edilen esir çocuklardan devşirilen bir
çobanlar sınıfı oluşur. Bunlar yabani hayvanlara karşı sürünün savunması ve
erken uyarı vasıtası olarak köpek cinslerini evcilleştirirler ve bu maksatlarla
eğiterek kullanmaya başlarlar. Hırsızlık vb. durumlar için daha önce bazı temel
konularda oluşturulan ve bu günkü kanunlar yerine geçen yeni kurallar ortaya
konulur. Bunlar da töreye eklenerek yazılı olmayan hukuk kurallarında mülkiyet
hukuku yönünde yeni gelişmelere sebep olur. Ailelerin eli silah tutan erkekleri,
sürünün hırsızlara ve dış düşmanlara karşı korunması için teşkilatlanırlar.
Kalabalık şekilde saldıran düşmanlara karşı komşu aileler ve klan lideri ile
işbirliği yapılır. Bu işbirliği sonucunda, kendilerini düşmanlara karşı koruyan
klan veya grup liderine, sağlanan koruma karşılığında, yıllık belirli bir
oranda hayvan, deri veya yün ücret olarak verilmeye başlanır. Aynı şey
sürülerini uğursuzluklardan, kötü ruhlardan vb. korumak için dua eden,
hayvanların sağlıklı ve verimli olması için tanrılarla konuşan şamanlar için de
uygulanır. Bu durum ilk vergi sisteminin temellerini atar.
Hayvanları
evcilleştirerek beslenme sorununu kısmen de olsa çözen insanoğlu için bu hayvanların
beslenmesi en önemli mesele haline gelmiştir. Bu sebeple, bol ot veren büyük
düzlükler, su kaynakları, nehir ve göl kenarları gibi yerler yeni mücadelenin
odak noktası haline gelir. Bu arada sürülerinin gübrelerinin atıldığı
yerlerdeki otların, hele bir de yeterli su alırsa, diğer otlara göre daha fazla
büyüdüğünü ve daha uzun bir süre yeşil olarak kaldığını fark etderler. Böylece
daha tarım başlamadan önce ot verimini artırarak sürülerinin beslenme sorununu
çözmek için birçok denemelerde bulunulur. Bu denemeler sonucunda, başakları
daha fazla büyüyen ve gelişen bazı tahıllar daha sonra tarımın başlamasına da
vesile olacaktır.
Hayvancılık
sebebiyle artık sık sık avlanmaya gitmek zorunda kalmayan insanların daha fazla
boş zamanları olmaktadır. Bu da insanların gözlem yapma, bu gözlemlerden
sonuçlar çıkarma ve deneyler yapma imkânlarını artırır. Daha önce kış
geldiğinde ağaçların üzerinde kalarak kuruyan bazı meyvelerin kışın yenilebilecek
oldukça lezzetli yiyecekler olduklarını zaten biliyorlardı. Boş vakti artan
insanlar şimdi bu meyveleri yaz mevsiminde bilinçli bir şekilde toplayarak kış
için stoklamaya başlarlar. Bu meyvelerden daha verimli olanlar toplandığı ve
kurutulduğu için kışın meyvesi yendikten sonra sağa sola atılan çekirdeklerden
daha lezzetli ve daha fazla meyve veren yeni meyve ağaçları yetişmeye başlar.
Bunun farkına varan insanlar, yemekten hoşlandıkları besleyici ve tatlı
meyvelerin çekirdeklerini bilinçli olarak yaşadıkları bölgelerin çevresine
ekerek bu meyvelerin yabani türlere göre sayılarının artmasını sağlarlar.
Kışın
hayvanların yemesi için bazı otlaklar ayrılır ve buraları gübrelenip sulanarak
daha fazla ot elde edilmeye çalışılır ve biçilen otlar kurutularak kış için
depolanır. Bu işlem sırasında bazı tahıl türlerinin başaklarının daha da
büyüdüğü ve bunların insan yiyeceği olarak kış için depolanabileceği fark
edilir. Daha sonra bu başaklardan bazıları toprağa ekilerek daha fazla verim
veren otlaklar elde edilmeye çalışılır. Bu olay zamanla geliştirilir ve sapları
hayvanlar için başakları insanlar için yiyecek olarak kullanılmak maksadıyla
daha fazla alan işlenerek tahıl ekilmeye başlar. Aynı şeyler bazı sebze ve
meyveler için de uygulanır. Her yıl, bir önceki yıl en fazla ürün veren
bitkilerin tohumları ekilerek verimli tarım bitkileri geliştirilir. Bu olay
komşu bölgelere de yayılarak yavaş yavaş tarım yapan küçük topluluklar oluşmaya
başlar. Geçen zaman içinde saban, çapa, un öğütme araçları gibi bazı tarım
araçları icat edilir ve bunların kullanımı yaygınlaşır. Artık daha fazla alan
tarım yapmak için tarla olarak kullanılmaya başlanır. Böylece tarım yapılan
bölgelerde tarlalara bağımlı olarak yaşamaya başlayan insanlar yerleşik hayatın
ve ilk köylerin temellerini atarlar.
İnsanoğlu
daha önce günlük gıda ihtiyacını karşılamak için her gün avlanmak veya yaban
meyve ve bitki köklerini toplamakla tüm vaktini geçirmek zorunda kalmasına
rağmen sürekli bir açlık tehlikesi içinde yaşarken şimdi tüketebileceklerinden
fazla gıda üretmeye ve bu gıdayı yıl boyunca bozulmadan depolamaya başlamıştır.
Bu fazla üretim, çiftçilik veya hayvancılık yapmayan bir miktar daha insanı
beslemeyi mümkün hale getirmiştir. Bu sayede tarım aletleri, savaş araç ve gereçleri
ile bazı sanat objeleri üretme kabiliyeti olan ve bunları tarım ve hayvancılık
ürünleri ile takas ederek yaşayan insanlar ortaya çıkmaya başlar. Hatta bunları,
ilk sanayiciler diyebileceğimiz bu üreticilerden alarak civardaki diğer
insanlara satan bir tüccar sınıfı da oluşmaya başlar.
Fakat
yeni ortaya çıkan bu durum, bazı sorunları da beraberinde getirir. Çünkü insanlar
fazla miktarda tarım ürünü üretip bunları ev olarak inşa edilmeye başlanan
toprak veya taş-çamur karışımı binalarda depolamaya başlayınca bu hazır gıdaya
göz koyan bazı yeni hırsızlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunların bir kısmı
bazı hayvan türleriyken bazıları da hırsızlıkla geçinmeye tercih eden fırsatçı
insanlardır.
Tahıl
depolarına ilk dadananlar fare gibi bazı küçük hayvanlardır. Bunlar, insanlarla
iç içe yaşamaya ve insanların yiyeceklerini paylaşmaya başlarlar. Bu da fare
gibi her türlü pisliği yiyen ve birçok mikrobu vücudunda barındıran hayvanlar
yüzünden insanlara geçen bakteri ve mikroplarla birçok yeni hastalığın ortaya
çıkmasına sebep olur. Bunların bazıları salgınlara ve toplu ölümlere sebep
olarak insan ırkını tehdit etmeye başlar. Uygun olmayan depolama koşulları
sebebiyle tahıllarda oluşan gözle görülmeyen mantar ve toksinler sayesinde bu
hastalıklar daha da artar. Ama insanoğlu göründüğünden çok daha dirençli bir
canlı türüdür. Vücutları kısa sürede bu mikroplara karşı bağışıklık kazanmaya
başlayınca ölüm oranları azalır. Ayrıca bitkilerden yapılan ilaçlar veya ilkel
bazı tedavi yöntemleri de bulunmaya başlandığından toplu ölümler artık önemli
bir tehdit olmaktan çıkmaya başlar. Gıda maddelerinin fare vb. hayvanlarca
yendiğini ve hatta bunlar yüzünden bazı hastalıkların ortaya çıktığını fark
eden insanlar, büyük kil çömlekler vb. icat ederek bu hayvanların giremeyeceği,
nem vb. gibi sebeplerle küflenme ve bozulmaların da azaltılacağı yeni depolama
yöntemleri geliştirirler.
Fakat
esas tehlike bu depolarda gözü olan ve ne yapılırsa yapılsın bu depolara
ulaşmanın bir yolunu bulan diğer bir canlı türünden, yani insanlardan gelmektedir.
Aynı yerleşim yerindeki bazı insanlar diğerlerinin depolarını soymaya
başlamıştır. Bu hırsızlıklar, sonu genellikle ölüm veya yaralanmayla biten
kavgaları artırır. Artık toplumda bir güven bunalımı yaşanmaya başlanmıştır. Toplum
çatırdamaya ve birbirinden uzaklaşarak parçalanmaya başlar. Evler ve ağıllar
birbirinden daha uzağa yapılır. Fakat bu durumda da, ayrı ayrı küçük gruplar
halinde yaşayan insanlar, dışardan gelen yabancı hırsız ve yağmacılara karşı
cazip bir hedef haline gelirler. Yağma ve ölümler azalacağına artar. Bu duruma
bir çözüm bulunmak zorundadır.
Sonunda bu duruma çare arayan insanlar bir araya
gelip yeni tedbirler almaya karar verirler. Buna göre ev ve ağıllar bir araya
toplanmaya başlanır. Evler kare veya daire şeklinde ve kapı pencere olmayan
duvarları dışarıya gelecek şekilde birbirlerine yapışık şekilde yeniden inşa
edilir. Tüm evlerin girişleri merkeze bakan tarafta veya çatıda yapılır Böylece
dışarıdan gelecek saldırılara karşı önlem alınmış olur. Bu ilk çekirdek
yerleşim yerinden dışarıya çıkış için, bir veya değişik yönlere doğru birkaç yerde
ev yapılmayarak boşluk bırakılır. Merkezde insanların toplanabileceği, hayvan
sürülerinin toplanıp toplu veya müstakil olarak otlak yerlerine götürüleceği ve
orta yerinde bir çeşme bulunan bir meydan bırakılır. Bu meydanda gece gündüz
evleri gözetleyen ve hırsızlara karşı güvenliği sağlayan bekçiler bulunmaya
başlar. Bu bekçilere bir lider seçilir ve her ev, korunacak mal miktarıyla orantılı
olarak bunlara belli bir miktar tahıl veya hayvan verir. Bu meydan zamanla
dışarıdan kölelerin veya alınıp satılan çeşitli ürünlerin takas edildiği bir
Pazar olarak ta kullanılır. Tarım ve savaş alet ve malzemeleri imal edenler de
ya bu meydanda veya bu meydana bakan evlerle aynı hizada inşa edilmiş binalarda
çalışırlar ve ürettiklerini takas ederler.
Bu
ilk yerleşim çekirdeği için belli kuralların konması kısa sürede önemli bir
ihtiyaç haline gelir. Bu kurallar toplumda en güçlü (sadece fiziksel olarak
değil, mal-mülk, nüfus sayısı vb. olarak) kişiler ve yeni teşkil edilen iç
güvenlik teşkilatının başı tarafından ortaya atılır. Toplumda tartışılır ve
yeni kanunlar olarak kabul edilir. Fiziksel güç (yani güçlü aileler, güvenlik
teşkilatı ve genel olarak halk) bu kanunların itirazsız kabul edilmesi ve uygulanması
için yeterli değildir. Çünkü bu gücün göremeyeceği ve etki edemeyeceği
durumlarda kötü niyetli kişiler yine ceza korkusu olmadan suç işlemeye devam
ederler. Bunun için hiç kimse onları görmese bile onları görüp cezalandıracak
bir güce ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı da şamanlar karşılar.
Şamanlar
artık o eski göçebe döneminin ruhlarla irtibat kuran teatral dans ve gösteriler
yapan basit din adamları değildir. Tarımın başlaması ve yerleşik bir hayata
geçilmesiyle birlikte onlar da çok değişmişlerdir. Tapınak olarak kullanılan
binalar inşa etmeye başlamışlar ve artık onlar da, gök kubbenin altında tehlike
içinde ama özgür olarak dolaşan insanoğlunun güvenlik için kendisini kapalı
binalar ve sınırları nispeten dar yerleşim alanlarına hapsettiği gibi, tanrıları
ve ruhları aynı şekilde yerleşim yerleri içindeki binalara hapsetmeye
başlamışlardır.
Uçsuz
bucaksız göklerde ve yeryüzünde görünmez bir şekilde yaşayan güçlü tanrılara,
doğada her yerde tapınmak ve dilekte bulunmak mümkünken artık durum oldukça değişmiştir.
Açık havada yapılan törenler, ruhlar ve tanrılar tarafından kolayca duyulup
görülebilirken artık törenler kapalı mekânlarda yapılmaya başlanınca doğadan
kopan insan, tanrılardan ve ruhlardan da koptuğunu fark eder ama yine de
değişen yaşam koşulları sebebiyle doğaya, tanrılara ve ruhlara her istediğinde
gidemez. Hal böyle olunca tanrılar yeni inşa edilen tapınaklara gelmek zorunda
kalırlar.
İşte
bu sebeple, tanrıları temsil eden bazı heykeller yapılarak tapınaklara
konulmaya başlanır. Ama bu süreçte tanrılar da değişim geçirmek zorunda kalır.
Eskiden aynı soydan gelen klanın ilk atası kabul edilen kutsal ruhun veya totemin
önemi azalmıştır. Çünkü bu köy belki de o büyük klanın çok küçük bir
parçasıdır. Ayrıca başka klanlardan, gerek sığınmak maksadıyla, gerekse köle
olarak köye gelip yerleşen insanlar da vardır. Bu yüzden soy esasına göre
belirlenen totem biraz geri plana çekilir veya tamamen ortadan kalkar ya da
temsil ettiği şeyler değişir. Artık esas unsur yeni kurulan köydür. Köyü
koruyan ve temsil eden yeni bir totem veya tanrı yaratılır. Doğada yaşarken
etkili bir tanrı olan şimşek tanrısı da değerini yitirmiştir. Çünkü yeni
yerleşilen ovalık alanda şimşek daha az çakar ve kapalı evler içindeyken o
kadar da korkunç görünmez. Bu gibi işlevini kaybeden tanrılar yok olur veya
görevleri değişirken bazı yeni tanrılar ortaya çıkar. Mesela ürünün verimli
olması ve sel, fırtına veya kuraklıktan yok olmaması için yeni tanrı veya tanrı
sembolleri ortaya çıkar.
Ölen
insanlar başlangıçta her evin zeminin gömülürken daha sonra mezarlık olarak
belirli bir bölge oluşur. Burada, yer altına konan ölülerin ruhlarına işkence
etmek isteyen ve onları koruyan yer altı ruhları ve tanrıları oluşur. Velhasıl
hayat değiştikçe ve ihtiyaçlar ortaya çıktıkça bu ihtiyaçlar için tanrılar veya
ruhlar yaratılır ve bunları temsil eden heykeller yapılarak tapınaklara
konulur. Artık çok tanrılı bir din ortaya çıkmıştır. Bu din zaman geçtikçe daha
kurumsal hale gelir. Eskiden doğa güçleriyle irtibat kuran ve onları etkileyen
şaman figürü kaybolur ve tapınağa bağlı ve onu yöneten bir başrahip ve onun
erkek ve kadın yardımcılarından oluşan bir din insanı sınıfı oluşmaya başlar.
Bu
kişiler normal insanlar tarafından görülemeyen sonsuz güçleri kontrol
ettiklerinden veya onlara aracılık ettiklerinden herhangi bir işte çalışmazlar.
Tapınaklarda, toplum için yeni yeni icat ettikleri dinsel törenler yaparlar.
Ama tabii ki bunlar bedavaya yapılmaz. Her törenin ve insanlarının tanrılara
iletmesini istedikleri her talebin bir bedeli vardır. Bu sebeple din adamları,
tapınaklarda yapılan sunağa getirilen hediye ve kurbanlarla bedavaya geçinirler
ve bu hediyeler arttıkça din adamlarının refahı artar ve din kurumu gittikçe
güçlenir.
Bu
arada, başlangıçta merkezdeki bir meydan etrafında yapılan binalar kompleksinin
etrafına yine daire veya kare şekilde aynı mantıkla yeni ev kuşakları yapılmaya
devam eder. Artık yerleşim yeri giderek büyümekte ve merkez etrafında oluşan
kuşaklarla daha emniyetli bir hale gelmektedir. Bu kuşaklar arasındaki mesafe;
gerek doğa olaylarına (mesela sıcak ve soğuk) gerekse iç ve dış düşmanlara
karşı korunmayı kolaylaştırmak için oldukça dardır.
Zaman
içinde bu yerleşim yeri oldukça büyür ve gerek güvenlik, gerekse geçim
koşulları ve barınma açısından geniş imkânlar sağladığından etrafta dolaşan
küçük göçebe toplulukları da kendisine çeker. Bu durum küçük köyümüzün
büyümesine sebep olur. Büyüme, yerleşim yerinin yönetilmesi için yeni sorunlar
ortaya çıkarır. Başlangıçta bu gün doğrudan demokrasi diye tanımlanan yerleşim
yerindeki işlerle ilgili tüm yetişkin erkeklerin katılımıyla oluşan bir
meclisin aldığı ortak kararla yönetilirken artan nüfus ve gelişen yeni iş
kollarıyla birlikte önce toplantı yapılan merkezdeki meydan küçük gelmeye
başlar. Daha sonraları herkesin aynı anda toplanması mümkün olmamaya başlar ve
toplananların da ortak bir karar üzerinde uzlaşması zorlaşır.
Buna
bir çözüm olarak her aileyi, mahalleyi, meslek grubunu veya bunların hepsini
kapsayan toplantılarla yetinilmeye başlanır. Bu toplantılar devam ederken
ailesi daha kalabalık, sürüleri ve yılda ürettiği tarım ürünü daha fazla
olanlar ve güçlenen dinin liderinin katıldığı daha dar kapsamlı toplantılar da yapılmaya
başlanır. Bu süreç bu şekilde devam ederken giderek daha dar bir çevreden olan
daha az sayıda kişi yönetimde esas güç sahibi olmaya başlar.
Tarım
emek ihtiyacını artırmıştır. Eskiden küçük alanlarda yapılan tarım; tohumlukların
gelişimi; toprağı sürme, çapalama ve işleme malzemelerinin geliştirilmesi ve nihayet
öküz ve yaban eşeği gibi hayvanların toprağı sürme ve ürünleri taşıma gibi
işlerde kullanılmaya başlanmasıyla giderek daha büyük alanlarda yapılmaya
başlanır. Tarım için kullanılan toprak miktarının artması ve daha verimli
tohumların geliştirilmesi, üretimin hızla artmasına sebep olur. Takas yoluyla
yapılan ticaretin gelişmesiyle de daha fazla üretim daha fazla gelir getiren
cazip bir faaliyet haline gelir. Bu da iş gücü ihtiyacını artırır.
Eskiden
beri savaşlarda ele geçen kadın ve çocuklar köle olarak alınmaktadır. Ancak
göçebe ve yarı göçebe toplumlarda emek ihtiyacı oldukça düşük olduğundan
kölelik kurumsallaşmamıştır. Köleler aileye katılır ve en kötü ihtimalle
kadınlar ikinci eş veya cariye, çocuklar da üvey evlat muamelesi görürler.
Ancak tarımın artmasıyla birlikte köleler açısından işler değişmeye
başlamıştır. Savaşlarda kadın ve çocuklardan başka savaşmayı bırakarak teslim
olan ve dolayısıyla köle olmak pahasına yaşamayı seçen yetişkin erkekler de
köle olarak alınır ve tarlalarda çalıştırılır. Ayrıca, aynı köydeki başka
kişilerin veya başka bölgelerdeki insanların savaşlarda ele geçirdikleri
köleler de satın alınmaya başlanır. Eşya ve gıda ürünleri pazarının yanında bir
de köle pazarı oluşur. Dışarıdan gelen köle tacirleri düzenli olarak köleler
getirerek köyün meydanında satarlar. Bu köleler eski zamanlardaki köleler gibi
aileye katılarak eve alınmazlar. Aksine kaçmamaları için çalışmadıkları
zamanlarda bir yere kapatılırlar ve özgür insanlarla aynı haklara sahip
olmazlar. Şiddet uygulamaya meyilli ve savaşkan insanlar daha üstün insan,
savaşamayan veya ölmek yerine kısıtlı da olsa yaşamayı seçen kişiler de daha
alt seviyede bir insan durumuna düşer.
Köyümüz
artık oldukça büyümüş ve gerek yakın bölgelerde hala göçebe/yarı göçebe yaşayarak
hayvancılıkla geçinen insan grupları tarafından, gerekse köyümüz gibi yakın
bölgelerde oluşmaya başlayan diğer köyler tarafından, bol ganimet elde edilecek
cazip bir hedef olarak görülmeye başlanır. Bu sebeple bazı küçük saldırılar
gecikmez. Bu saldırılar iç güvenliği sağlayan daimi silahlı kişiler ile
silahlarını alarak evlerini ve köylerini korumak için savaşan köy halkı
tarafından karşılanır ve püskürtülür.
Ancak
saldırılar arttıkça ve baskın şeklinde kalabalık gruplar tarafından saldırılar
yapıldıkça bunlara karşı savunma yapmak daha da zor hale gelir. Silah ve
teçhizat temin edebilen halk köyün küçük ordusunu teşkil edecek şekilde
gruplanır ve örgütlenir. Kölelere şehrin tamamını çepeçevre koruyacak şekilde
bir dış duvar inşa ettirilmeye başlanır. Gözetleme kuleleri yapılarak daimi bir
nöbet sistemi kurulur.
Artık
bazı madenler işlenebildiğinden bu madenlerden yeni silahlar yapılır. Kılıç,
mızrak ve bıçak gibi silahlar surların üzerinden fırlatılacak şekilde hafif ve
düşman içeri girmeyi başarırsa dar sokaklarda rahatça onlarla çarpışılacak
şekilde kısadır. Surlardan içeri girmek için surların altında toplanan
saldırganlara karşı ağır taşlar ve sıcak su kapları temin edilerek kullanılır.
Ağaç dallarından yapılan kuşatma kuleleri ve merdivenlerini yakmak için hayvansal
ve bitkisel yağlar bazı bitki liflerinden ve hayvan tüy/yünlerinden örülerek
yapılan bezlere emdirilerek yakılır ve düşmana atılır. Ok, uzun süre önce
keşfedilmiş olduğundan daha uzağa atılacak şekilde yeni yaylar yapılır ve artık
metallerle de kaplanan zırhları delebilecek şekilde metal uçlu yeni oklar
geliştirilir. Uzun süreli bir kuşatmaya dayanacak şekilde içeride büyük tahıl
ve diğer yiyecek depoları yapılır.
Fakat
saldırıların şehre hiçbir engelle karşılaşmadan yaklaşmasının uygun olmadığı
fark edilince komşu bölgelerden bir ordunun yola çıktığı haberi alınır alınmaz
hazırlanan bir ordu düşman ordusunu, yaklaşma istikametlerinde dar boğaz, geçit
ve gediklerde, savunmaya uygun diğer yerlerde durdurmak için şehir dışına
gönderilir. Bazen de uygun bir bölgede bulunan düzlükte düzen alınarak açık
alanda düşmanla savaşılır. Eğer bunda başarılı olunmazsa surların arkasına
çekilerek burada savunmaya devam edilir.
Savaşlar
arttıkça savaş organizasyonu ve askeri teşkilatlanma da gelişir. Tarım toplumu
olan köy halkı yılın değişik zamanlarında değişik işlerle uğraştıklarından
savaş durumunda aniden toplanmada sorunlar yaşamaktadır. Bu mahsuru gidermek
için küçük te olsa bir daimi ordu oluşturulur. Zamanla bu orduya kölelerden de
yetenekli savaşçılar dâhil edilir. Bunlar kendi sahiplerinin komutasında veya
onun adına savaştığından bu orduya daha fazla asker sağlayan ailelerin toplum
üzerindeki etkileri artar. Daha fazla üretim yapma kapasitesi olan ve daha
fazla savaşçıyı donatıp besleyebilen aileler ayrı bir sınıf oluştururlar.
Nihayetinde bunlardan en güçlü olanı köyün yöneticisi yetkisini ele geçirir ve
ilk krallıkların temeli atılır.
Yönetimi
ele geçiren kral, köy içinde kendinden sonra en güçlü ailelerden alt seviye
yönetim kadrosunu kurar. Bazı temel devlet kurumlarını oluşturmaya veya daha
önceden var olanları geliştirmeye başlar. Bunlardan en önemlisi de doğal olarak
güvenlik teşkilatı ve ordudur. Mevcut iç güvenlik sistemi yeni personel ve yeni
kurallarla yeniden teşkilatlandırılır. Ancak bu teşkilat artık sadece köyü ve
köyün vatandaşlarını köy içindeki hırsızlık ve çatışmalara karşı korumakla sorumlu
değildir. Bu teşkilat kralın ve onun altında çalışan yönetim kadrosunun da,
yani devletin ve düzenin de koruyucusudur. Ordu ise giderek daha büyür ve daha
profesyonel hale gelir. Vatandaşlar hala şehir savunmasına katılmaktadır. Ancak
şehir dışına yapılan akınlar ve şehrin daimi savunma tedbirlerinin yürütülmesi
esas olarak en azından çekirdeği sürekli bir profesyonel kadrodan oluşan yeni
ordu tarafından yerine getirilir.
Tabii
bu kadar askerin ve diğer devlet görevlilerinin beslenmesinin bir kişi
tarafından karşılanması mümkün değildir. Bunun için vatandaşlardan artan
oranlarda yeni vergiler alınır. Eskiden beri var olan bazı kurallara, ihtiyaç
duyulan bazı yeni kurallar eklenerek bir hukuk sistemi geliştirilir. Hukuk
işleri ile ilgilenen kişiler başlangıçta genellikle din adamları sınıfından iken
zamanla sadece bu işlerle uğraşan devlet görevlileri de ortaya çıkar.
Vergi
sistemi ile gelirlerini artıran, din adamları ve üst sınıfların da desteğini
sağlayan yeni kralın ekonomik ve siyasi gücü giderek arttığından, artık; satın
alınmış veya savaşlarda ele geçirilmiş kölelerin de katılımıyla daha büyük bir
ordusu vardır. Daha önce saldırganlara karşı hedef konumunda olan yeni
krallığımız bu saldırıları etkisiz hale getirebilecek kadar güçlendiğinde
krallığın çevresindeki diğer köylere, şehirlere ve krallıklara saldırmaya karar
verir. Böylece tehdidi kaynağında ortadan kaldıracak ve egemenlik alanını
genişletecektir. Civardaki diğer yerleşim yerlerinden kabul edenler kendi
rızalarıyla, etmeyenler de orduyla dize getirilir ve kralın egemenliğine
sokulur.
Krallık
haline gelmiş olan küçük köyümüzün sınırları her geçen gün genişler. Bu sebeple
daha gelişmiş bir devlet teşkilatına, daha büyük ve teşkilatlı bir orduya, daha
gelişmiş silah ve teçhizata ihtiyaç vardır. İşgal edilen yeni topraklarda
yaşayan insanlar kraliyete karşı en azından başlangıçta, bir aidiyet duygusu
taşımadığı için iç karışıklıklara ve dış saldırılara karşı ne devlet sistemini,
ne de devletin sınırlarını korumaya gönüllü değildirler. Bunun için işgal
edilen toprakları koruyacak ve bu toprakların devletin egemenliğine saygı
duymasını sağlayacak ilave askeri güce ihtiyaç vardır. Devlet her yeni işgal
ettiği bölgeye bir askeri birlik yerleştirir. Orada kısmen de olsa kendine
bağlı bir nüfus oluşturmak için krallığın eski topraklarından yeni işgal edilen
topraklara bir miktar nüfusu göç ettirir. Böylece giderek kalabalıklaşan merkezi
yerleşim yerinin bu nüfus artışının sebep olabileceği sosyal ve ekonomik
sorunlara da çare bulunmuş olur.
Yeni
işgal edilen yerlere din adamları gönderilerek krallığın dininin, dolayısıyla
da kültürünün yayılmasına böylece yeni halk kesimlerinden en azından bir
kısmının kurucu halkın kültürü içinde asimile edilmesine çalışılır. İşgal
edilen yerlerdeki eski yöneticilerin bazılarının bağlılığı sağlanır ve bu
bölgelerdeki yönetim kadrolarında kullanılır. İşgal edilen bölgenin yenilen
ordusundaki askerlerin bir kısmı teşvik edici maaş ve ödüllerle krallığın
ordusuna katılır. Gerekirse başka bölgelerden paralı askerler temin edilir ve
işgal edilen bölgelere konuşlandırılır.
Bu
arada askerlik teknik (silah, teçhizat ve malzeme), taktik ve stratejileri
geliştirilir. Bunun için yenilen ordunun silah ve teçhizatından uygun
görülenler muzaffer ordu tarafından kullanılmaya başlanır. Bunlar geliştirilerek
daha gelişmiş silah ve teçhizatlar üretilir. Yetenekli mühendisler, silah
üreticileri vb. devlet merkezine gönderilerek bunlardan yararlanılır.
Dolayısıyla genişleme maksadıyla yapılan saldırılar ve bunun sonucunda işgal
edilen yerler sadece devletin sınırlarını ve gelirlerini artırmakla kalmaz, her
açıdan olduğu gibi askerlik açısından da belli bir gelişme ve dönüşmeye sebep
olur. Böylece devlet sadece kendi birikimleri ile değil işgal edilen
bölgelerdeki insanların birikimleri ile de, diğer devletçik veya insan
topluluklarına göre giderek hızlanan bir gelişme sağlar. Bu da şiddet
kullanımını daha da cazip bir hale getirir. Savaş, bireysel bazda daha fazla
saygınlık, ganimet ve güç anlamına geldiğinden orduya işgal edilen eski
topraklar dâhil her bölgeden katılımlar artmaya başlar.
Ordu
büyüdükçe ve profesyonelleştikçe mevcut silah ve teçhizatta olduğu gibi kıyafet
ve eğitimde de bir standartlaşma ve gelişme ortaya çıkar. Her askeri gruba bir
flama veya sancak verilir. Orduda konuşulan değişik dillere bağlı olmayan ortak
bir haberleşme sistemi kurulur. Bunun için borular, davullar, duman işaretleri
vb. kullanılır ve geniş bir alana dağılan ordu artık bir komuta merkezinden
verilen emirleri takip edip uygulayacak hale gelir. Kalkanlar daha dayanıklı ve
standart bir hale gelir. Standart sayıda personelden oluşan birlik teşkilatları
kurulur. Ordu içinde komuta seviyelerinin dışarıdan da anlaşılmasını sağlayan
rütbe işaretleri belirlenir ve elbiselere takılır. Artık elbiseler de standart
bir üniforma haline gelmeye başlamıştır. Kılıç, ok-yay, mızrak vb. silahlarda
da bir standartlaşma ortaya çıkar. Benzer silahlarla ve teçhizatla donatılmış,
benzer kıyafetler giyen ve tek elden sevk ve idare edilen, benzer eğitimleri
yaparak eğitilen askerlerden oluşan ordu artık kendi içinde ayrı bir ruh,
kültür ve felsefe kazanmaya başlar. Ordu mensupları kendi etnik ve dini
kökenlerinden olanlardan çok içinde yaşadıkları orduya karşı bağlılık
hissetmeye başlarlar. Ordu artık yeni bir ruh kazanmış ve yeni bir canlı
organizma haline gelmiştir. Öyle ki ordu personeli herkesten çok (ve hatta
kraldan bile çok) kendi liderlerine karşı bağlılık hissetmeye başlar. Bu durum
zayıf kişilikli ve orduyla pek fazla ilgilenmeyen kralların bir askeri darbeyle
tahttan indirilerek yerine ordu komutanlarından yeni kral seçilmesi gibi
olaylara sebep olmaya başlar.
Artık
dini hiyerarşinin yanında askeri bir hiyerarşi de oluşmuş ve devlet daha çok
dini veya askeri bağları olan bir kral ile onun altında yine bu sınıflardan
oluşan bir alt bürokratik grup tarafından yönetilmektedir. Devlet genişledikçe
mevcut toprakların yönetimi bu kişiler arasında paylaştırılarak yürütülmeye
başlanır. Nitekim günümüze kadar gelmeyi başaran bazı aristokrat/soylu ailelere
bakılınca bu durumun yakın zamanlara kadar etkili olduğu görülebilir.
Osmanlının bazıları bu gün de aile varlığını sürdüren ayan kökenli köklü
ailelerinin kurucuları ya asker veya din adamı kişiler tarafından kurulmuştur.
Örnek verecek olursak Alemdar Mustafa Paşa, Karaosmanoğluları Ailesinin
kurucusu Yeniçeri kökenli Kara Osman gibi kişiler hep asker kökenlidir. Bu
günkü Ürdün krallığının kurucusu kendisinin peygamberimizin soyundan geldiği ve
onun aşiretinden olduğu iddiasıyla bu devleti kurmuş, Mevlana’nın torunları,
eğer Osmanlı soyu tükenirse onların yerini almaya halef bir soy olarak kabul
edilmiş, bütün Türk devletlerinin kurucuları gök tanrının kendisine gönderdiği
kadınlarla evlenerek kutsal bir soyun temelini atmış olan Oğuz Han’ın
torunlarından olduğunu iddia etmişlerdir. Üstelik bu hakanlar hep bir kutsal
kişilik edinmeye çalışmışlar, isimleri bile Tanrıda Kut Bulmuş Ulu Bilge Kağan
gibi dini bir anlam ifade etmiştir.
Tekrar
konumuza dönecek olursak, ordular büyüyüp savaşlar arttıkça yeni yeni taktik ve
teknikler ortaya çıkmaya başlamış ve üst seviyede stratejiler oluşturulmuştur.
Savaş artık devletin ve onun kontrolündeki insanlardan oluşan ulusun temel varoluş
ve gelişme vesilesi olunca orduda profesyonelleşme daha fazla artmıştır.
Eskiden hayvan sürülerine karşı uygulanan sürek avlarından geliştirilen savaş
taktik ve stratejileri, zaman, mekân ve kuvvet üçgeninde yeni silahlara ve yeni
ihtiyaçlara göre sürekli olarak yenilenmiş ve geliştirilmiştir.
Sınırları
genişlemiş, içerde belli bir düzen kurmuş, iç ve dış düşmanlara karşı her an
hazır güçlü bir ordu teşkil etmiş olan yeni siyasi yapı sayesinde artık üretim
tekniklerinde de değişme ve ürünlerde çeşitlenme ortaya çıkmıştır. Bunun
sonucunda tarım aletlerinin yansıra harp silah ve araçlarını da üreten gelişmiş
bir sanayi kolu oluşmuş, bu sanayi kolunda yetişmiş becerikli ustalardan oluşan
yeni bir sınıf ortaya çıkmıştır. Bu sınıfın bazı mensupları orduya, çiftçilere
ve hayvancılık yapanlara üretim yapan bağımsız girişimciler olmakla birlikte,
yiyecekleri halk tarafından karşılanan, bir işkolunda çalışmadığı için oldukça
fazla boş vakti olan din adamları sınıfı da bazı bilimsel ve teknolojik
konularda ustalaşmış veya yetenekli kişileri kendi bünyelerine almışlardır.
Mesela Etrüsklerde inşaat işleri genelde din adamları sınıfının tekelinde
kalmış ve elde ettikleri bilgi ve tecrübeleri bir sır gibi saklayıp sadece
kendi sınıfları içindeki kişilere öğretmişlerdir. Böylece toplumda etkinlikleri
daima üst seviyelerde kalmıştır. Bu geleneği Etrüsklerden alan Romalılar da aynı
geleneğe uzun süre bağlı kalmış, hatta Roma’da Hristiyanlık etkin din olduktan
sonra Papalar da bu eski unvanları kullanmaya devam etmişlerdir. Bu gün
Papaların kullandığı en önemli unvan ‘’Pontifex Maksimus’’ unvanıdır ve bu
unvan ‘’Büyük Köprü Mimarı’’ anlamına gelmektedir. Öte yandan bu gün tüm
dünyada yaygın olan Masonluk, antik dönemde başlayan Musevi dinine mensup bazı
inşaat ustalarının gizli mimari ve mühendislik sırlarını sadece kendi
mensuplarına öğrettikleri bir gruba köken olarak kendini bağlamaktadır.
Şimdiye
kadar açıklamaya çalıştığımız bu gelişmeler, dolaylı yönden, daha insanların
mağaralarda yaşadıkları dönemlerde mağara duvarlarına çizdikleri basit
resimler, şamanların dini törenlerde tahta ve taşları kullanarak yapmaya
başlanan ilkel ve esas olarak ritme dayanan müzik, kabile toteminin simgelemek
için ağaç kütüklerinde yapılan basit heykellerle başlayan sanat yaşamını da
hızlı bir ilerlemeye zorlamışlardır.
Bunu
örneklerle açıklamaya çalışalım. Nüfus arttıkça ve devletin sınırları genişledikçe
mevcut dinin din adamları sınıfı da artmış ve tapınaklar büyüyerek yerleşim
yerlerinin en görkemli yapılarının başında gelmeye başlamıştır. Bu yapıların
duvarlarına taş ve ahşap oyma süslemeler, tanrıları ve dinsel yaşamı simgeleyen
resimler, tanrıları simgeleyen putlar ve eski dönemlerin önemli din adamlarının
heykel ve resimlerinin yapımında bir artış meydana gelmiştir. Bu da sanat
objelerine ve sanatçıya olan talebi artırmıştır. Yetenekli ressam, heykeltıraş
ve oymacılar artık sadece bu işleri yaparak yaşamlarını sürdürebilecek duruma
gelmiştir. Öte yandan kralların ve önemli devlet adamlarının sarayları ve büyük
evleri de artmış ve bu durum yine sanat objelerine karşı olan talebi artırıcı
bir unsur olmuştur.
Tapınaklarda
ayinler sırasında müzik aletlerinin ve ilahilerin kullanılması ile saray ve
ordunun törenler ve eğlenceler için müzik talebi müzisyenlerde de diğer sanat
kollarındaki gibi gelişmelere sebep olmuştur. Öte yandan krallar ve din
adamları ile başlayan gösterişli mezarlar ve anıtlar yaptırma geleneği sanat
insanlarına talebi artırmakla kalmamış, onları seçkin bir konuma da
yükseltmiştir. Talebin artmasıyla bu sanatçılar talebi karşılamakta zorlanınca
yine yetenekli gençleri yanlarına çırak olarak almışlar, din konularından sonra
sanat konuları da sistemli bir eğitim ve öğretim yapısı geliştirmeye
başlamıştır. Mimarlar ve mühendisler gibi din adamları ve sanatçılar da ordu
ile seferlere katılmaya başlayınca hem bu seferlerin sanatsal üretimlerinin
yapılması, hem de bu sanatçılar ile mimar, mühendis ve din adamlarının sefere
gidilen yerlerde kendileri ile ilgili yerel çalışmaları inceleme imkânları
bulmalarını sağlamıştır. Bunların bazılarının kendi yeteneğini gösteren
eserleri işgal edilen yeni yerleşim yerlerinde de meydana getirmeleri sayesinde
sanat, bilim ve din yeni topraklara yayılmıştır. Bir yandan da yerel
unsurlardan işlevsel ve ilgi çekici olanlar merkeze taşınarak bilgi, inanç ve
sanat daha kozmopolit unsurlar taşıyan ancak daha geniş alanlarda ortak
unsurlar meydana getiren bir hale gelmiştir.
Tanrı
heykelleri ve resimleri, sıradan insanlar tarafından da evlerine koymak için
talep edilmeye başlayınca pazar iyice büyümüş, daha üst sınıflara üretim yapan
büyük yeteneklerin yanında sanatla geçinen daha az yetenekli geniş bir kitle
oluşmuştur. Böylece sanat yaygınlaşmış, kademelenmiş ve derinleşmiştir.
Seçkinler için daha seçkinci tarzlar oluşurken halk sanatı da bu gelişmeyi
takip etmiştir.
Asker,
din adamı, yönetici, sanatçı, çiftçi ve hayvancılardan oluşan sınıfların
oluşması ile birlikte bu sınıfların yeni ihtiyaçlarının da ortaya çıkması
kaçınılmaz olmuştur. Bu durumda, bu ihtiyaçların birileri tarafından
karşılanması gerekmektedir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi bunların üretimi,
ilk sanayiciler diyebileceğimiz esnaf sınıfı tarafından yapılmıştır. Ancak
üreticilerin ürettikleri ürünleri yaşadıkları yerlerden uzaklara taşımaları
zordur. Muhtemelen bir köyde yaşayan insanlar bu ürünleri doğrudan üreticilerin
dükkânından almaktadırlar. Ancak her yerde her türlü ürün üretilmemektedir.
Bunun başlıca iki sebebi vardır. Bazı malzemelerin üretimi için gerekli
hammadde her yerde yoktur ya da olsa bile miktar veya kalite olarak
yetersizdir. Diğer sebep ise bu hammaddeleri kullanarak yeni ürünler üretmeyi
sağlayacak teknoloji her yerde bulunmamaktadır. Bu duruma bir örnek verecek
olursak bakır ve kalaydan oluşan bronz çok eski dönemlerden beri Mısır’da
üretilmekteydi. Çünkü bu madenler Mısır ve civarında elde edilebilmekteydi. Bu
metalin üretilmesi nispeten kolay olduğundan dünyanın birçok yerinde de erken
dönemlerde kullanılmaya başlanmıştı. Böylece bronz ile; zırhlar, tarım
aletleri, kılıçlar, mızrak uçları vb. üretimi her yerde yaygın hale gelmişti. Fakat
diğer madenler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Örneğin
ilk olarak, Anadolu topraklarında yaşayan Hititler demir madenini topraktan
çıkarmayı ve işlemeyi öğrenerek üretimine başladılar. Çünkü demir Anadolu’da
bol miktarda bulunuyordu. Demir, bronza göre daha sert ve dayanıklı olduğundan
bu madenden yapılan araç ve silahlar daha fazla talep edilir hale geldi. Fakat
bu madenden alet ve silahları talep edenler için daha önce bahsettiğimiz iki
sebepten dolayı bu iş o kadar kolay değildi. Çünkü demir onların yaşadığı
bölgede bulunmuyordu, bölgelerinde demir olanlar da bu demiri nasıl bulup
işleteceklerini bilmiyorlardı.
Bu
durum özellikle askeri alanda önemini hemen ortaya koydu. Demirden yapılma
kılıç, bıçak, ok ve mızrak uçları kullanan Hititler, bronzdan silahlar kullanan
Mısırlılara karşı üstünlük sağlamaya başladılar. Doğal olarak Mısır
hükümdarları ve ordusu bu tür silah ve araçları elde etmek istediler. Ancak ne
maden bulabilmeleri nede bu madeni işletebilmeleri imkânsızdı. Çünkü o zamanlar
henüz hammadde ticareti gelişmemiş olduğu gibi yeni bir teknoloji keşfedenler
bu üstünlüklerini kaybetmemek için bu teknolojinin başkaları tarafından
öğrenilmemesi için sıkı tedbirler alıyorlardı. Mesela demir işçiliği ustaları
dar ve sırcı bir tarikat gibi örgütlendiler. Bu sanat sadece bu örgüte üye
olanlar ve onların çocuklarına öğretildi. Bu üründen yapılan silah, araç ve
gereçler üzerinde devlet sıkı bir kontrol uyguladı. Bu silahlar, askeri
birlikler hariç sıradan halka verilmedi. Bunların ülke dışına satışı ve demirci
ustalarının ülkeden ayrılmaları yasaklandı.
İşte
bu durum karşısında, demirden silah ve araçlar için Mısırlılar yüksek fiyatlar
ödemeye başladılar. Bu da silah kaçakçılığını ortaya çıkardı. Demir ustalarına
da yüksek ücretler önerince bazı demir ustaları gizlice Mısır’a kaçtı. Böylece
demirden silahlar Mısır ordusuna da girmiş oldu. Böylece daha sonra gelen
ustalarla Mısır’da da demircilik teknolojisi de edinilmiş oldu.
Bu
durum uluslararası ticaret diyebileceğimiz yeni bir duruma sebep oldu. Fakat
başlarda henüz yeterli yol ve araç olmadığından bu ticaret çok hızlı
gelişemedi. Bunda henüz ticareti yapılmaya değer çok az ürünün olması da etkili
oldu. Fakat her şeye rağmen, gerek ülke içinde, gerekse ülkeler arasında
ticaret yapan bir tüccar sınıfı ortaya çıkmaya başladı. Daha en baştan beri,
her türlü faaliyetten vergi alarak ortaya çıkan ve gittikçe gelişen devlet
mekanizması getirdiği gelir miktarının çokluğunun farkına varınca ticareti
teşvik etmeye, bazı ticaret merkezleri kurmaya, yollar ve bu yollar üzerinde
konaklama yerleri tesis etmeye, ticaretin güvenliği için emniyet teşkilatı
oluşturmaya başladı. Konumu itibarıyla önemli yolların kesişim noktalarında
olduğundan ticaret merkezi olmuş komşu ülkelerdeki şehirler de artık en önemli
askeri hedef haline geldi.
Böylece
toplumda üretenler ve üretenlerin ürettiklerinden pay alarak yaşayanlar olarak
genel iki insan türü ortaya çıktı. Üretenler her şeyin gerçek sahibi ve tüm
gelişmelerin gerçek nedeni olmasına rağmen bunun farkına varamadıklarından güç
üretmeyenlerin elinde toplandı. Bunlardan din adamları, fiziksel hiçbir güçleri
olmamasına rağmen, kendilerini tanrıların temsilcisi olarak göstererek toplumu
psikolojik olarak kontrol altına almaya çalıştılar. Bunun aksine askerler kaba
kuvvete sahip olarak ve bu kuvveti sınırsız şiddet uygulamak için
kullanabileceklerini göstererek hem fiziksel hem de psikolojik kuvveti ele
geçirdiler. Bu sebeple, yönetim daima, bu iki meslek grubunun birinden seçilen
kişi veya kişilerce ya da bu iki kesimin desteğini almış/liderliğini kazanmış
kişilerin eline geçti. Bu sebeple, erken dönem krallarının her zaman askeri
kişiliğinin yanında dini bir kişiliği de olmuş, hatta bunlar tanrı krallar
olarak kutsallığı sömürmenin en uç noktalarına kadar gidebilmişlerdir. Öte
yandan bu krallar daima ordunun başında olmuşlar, ordunun kontrolünü ellerinde
tutmaya çalışmışlar ve devlet kurumsallaşıp köklendikten sonra ayrıca, sadece
kendilerine bağlı profesyonel ordular beslemişlerdir.
Tüm
bu faaliyetlerin yürütülebilmesi için tek kaynak halktan toplanan vergiler
olmuştur. Devlet mekanizması ve onun başında bulunan krallar bu vergileri, onların
sadakatini satın alarak kendi iktidarlarını ayakta tutacak şekilde, dini
kurumlar ve ordu arasında paylaştırmışlardır. Eğer dirayetsiz bir kral gelir de
vergileri uygun toplatamaz ve bunları bu iki sınıf arasında dağıtamazsa, ya da
dağıtım işinde birini diğerine göre kayırırsa bu iki sınıf tarafından ya tek
başlarına ama genellikle de işbirliği içinde iktidardan indirilmiş ve yerine
kendilerinden birini veya kraliyet ailesinden kendi isteklerini yerine
getirecek birini yeni kral seçmişlerdir. Bu durum yakın tarihlere kadar böyle
devam edegelmiştir. Örnek verecek olursak Osmanlı’da Yeniçeri veya Sipahi
isyanları daima meydana sancak açılarak bunun altına din adamlarının
kışkırtması ile büyük halk kitlelerinin toplanması şeklinde başlamıştırr. Hatta
Yeniçeriler, dini gruplarla o kadar iç içe girmişlerdir ki Bektaşilik tarikatı
bu askeri grubun resmi dini yaklaşımı olarak kabul edilmiştir. Öte yandan
İstanbul’daki dini medreselerde eğitim gören talebeler de daima bu isyanların
ön saflarında yer almışlardır.
Zaman
zaman kral, din adamları ve ordu sacayağında dengesizlikler de ortaya
çıkmıştır. Bu durumda diğerlerine göre daha fazla büyüyen ve yükselen ayak
dengeyi bozmaya başlar başlamaz geri planda kalan iki taraf birleşerek güçlenen
tarafı geri çekilmek zorunda bırakmıştır. Mesela Cengiz Han, kendisini Cengiz
Han’dan üstün görmeye ve Cengiz Han’ın otoritesini küçük düşürmeye başlayan
şamanı, bundan rahatsız olan yakınlarının teşviki ve ordu mensuplarının
desteğiyle, şamanın kendi ailesinin de bulunduğu bir törende boynunu kırdırarak
öldürtmüş ve tanrıdan önce kendisine bağlı olacak ve onun emirlerini yerine
getirecek bir kişiyi yeni şaman olarak atamıştır. Böylece, durumu doğru dürüst
değerlendirmeden kendini fazla yüksek gören bir din adamının kafası koparılarak;
din adamları, askerler ve krala göre uygun konumuna geri getirilmiştir.
Fakat
zaman zaman zayıf kişilikli liderlerin de iktidara geldiği olmuştur. O zaman da
askerler veya din adamları beraberce veya tek başlarına iktidarı ele geçirmişlerdir.
Bu konuda din, orduya göre daha uzun süreli iktidarlar kurabilmiştir. Çünkü
kurumsallaşan ve sıkıca örgütlenen dinler, halkın dini duygularını sömürerek
iyice güçlenince, piyasadaki paranın ve değerli madenlerle arazilerin çoğunu
kolayca ele geçirebilmişlerdir. Böylece, din adamları orduların ve kralların
üzerine çıkmışlardır. Bu duruma en iyi örnek; Katolik Kilisesi’nin Avrupa’da
yüzyıllar boyunca kurduğu hâkimiyettir. Papalık zamanla o kadar güçlenmiştir ki
krallar gücü ellerinde bulunduran ve istediği gibi kullanan kişiler olmaktan
çıkmış, Papa’nın onayı olmadan tahta geçemeyen basit vasallar haline
gelmişlerdir. Bu durumun günümüzde bile etkinliğini sürdürdüğü ülkeler vardır.
Mesela İran’da Ayetullah’lar halkın oylarıyla seçilen devlet başkanlarının
üzerindedirler. Devletin gerçek anlamda kontrolü de bunların elindedir.
Bu
gelişmeler devam ederken küçük krallığımız çevresindeki göçebe/yarı göçebe
toplulukları ve zayıf krallıkları da egemenliği altına alarak büyümeye devam
eder. Bu sistemli şiddet kullanarak, yani savaşla gerçekleştirilir. Bu sebeple
ordu her zaman önemini korur. Öyle ki, tarih boyunca zaman zaman dinsiz veya
kralsız devletler ortaya çıksa bile ordusuz bir devlet hiçbir zaman olmamış, ordu
her zaman var olmuştur.
Krallığımız
büyüdükçe yeni ele geçirdiği yerlerde merkezdeki teşkilatın küçük birer kopyası
olan yeni yönetim yapılanmaları kurar. Buralara bürokratlar göndererek devlet
otoritesi tesis eder. Devletin desteklediği dinin ibadethanelerini inşa ettirir
ve bunlara din adamları gönderir. İç güvenlik ve dış saldırılara karşı korunmak
için yeni garnizonlar kurar ve bu garnizonlara askeri birlikler yerleştirir.
Genel hatlarıyla yeni sınırlarını belirler ve bu sınırları korumak için küçük
kaleler ve askeri garnizonlar inşa edilir. Bu kale ve garnizonlar sadece dış
ülkelerin veya kabilelerin saldırılarına karşı ülkeyi savunmakla uğraşmazlar,
ülkeye insan ve mal giriş çıkışını da kontrol ve denetim altına alırlar.
Dışarıdan gelen tüccarlardan ve dışarıya çıkan tüccarlardan devlet adına vergi
toplarlar.
Vergi
toplama ve fazla üretilen malların ihtiyaç duyulan başka mallar ile takası şeklinde
başlayan ticaretin gelişmesi yeni ihtiyaçları ortaya çıkarır. Öncelikle bu mal
ve hizmet değişiminin standartlaştırılması ve kolaylaştırılmasına ihtiyaç
duyulur. Bu maksatla para icat edilir. Önceleri altın ve gümüş gibi doğada az
bulunan metallerden yapılan bu paralar zamanla bakır vb. maddelerden de
yapılmaya başlanır. Para aynı zamanda devletin varlığının bir göstergesi olarak
algılandığından her devlet üzerinde kendi kralının kabartması olan kendi
parasını kullanmaya başlar.
Vergi
toplanması ve ticaretin gelişmesi toplanan verginin ve eldeki mal ve paranın
kayıt altına alınması ihtiyacını doğurur. Çünkü yeni seferler, yeni harcamalar
vb. için devlet elindeki para miktarını ve gelecekte elde edeceği gelir
miktarını bilmek zorundadır. Böylece yazı ve rakamlar bulunup kullanılmaya
başlanır. Fakat her mal ve hizmetin değeri her bölgede o mal ve hizmetin bolluk
ve kıtlığı ile talep oranına göre değişik değerler kazanır. Ayrıca komşu
bölgelerden ülkeye ticaret için gelen insanlarda mevcut resmi para yoktur. Ülke
içinde ve dışında bazı göçebe kabileler ise henüz para kullanmayı
bilmemektedir. Bu sebeple eski usul takas şeklinde ticaret uzun bir süre parayla
ticaretle birlikte yapılmaya devam edilir. Bu tür insanlardan, vergiler de,
ayni vergi (mal şeklinde vergi) olarak alınır.
Ticaret
ve savaşlar arttıkça yeni ticaret ve ulaşım yolları oluşur. Bu yollar üzerinde
yıl boyunca sürekli bir mal ve hizmet akışı olur. Yazı ve paranın bulunması ile
birlikte çevrede toplanan vergilerin bir kısmının merkeze taşınması, merkezin
emir ve kanunlarının çevreye dağıtılması, aynı şekilde raporların merkeze
gönderilmesi için bir haberleşme ulaşım ve sistemi kurulur. Bu iş için bazı
hayvanlar kullanılmaya başlanır. Tekerlek çok eskiden beri bilinse de; mal,
evrak ve insan taşımak için hayvanların ve bu hayvanların arkasında çekilen
arabaların kullanımı yaygınlaşır.
Ülke
içindeki geniş nehirler ve göller de ulaşım ve savaş maksadıyla kullanılmaya
başlanır. Bu nehir ve göllere uygun kayıklar, sallar ve küçük gemiler inşa
edilir. Deniz kenarında yaşayan insanlar ise sığ sularda ve Kızıldeniz gibi iki
kıyısı birbirine yakın sularda giderek artan bir oranda ticaret ve ulaştırma
için küçük deniz araçları kullanmaya başlarlar. Başlangıçta bu araçların
yolculuk esnasında saldırılara karşı savunması kendi mürettebatları tarafından
yapılırken denizdeki araç sayısı arttıkça saldırganların miktarı da arttığından
devletler kendi ticaret gemilerini korumak için içine asker yerleştirdikleri
gemilerden oluşan deniz filoları teşkil etmeye başlarlar. Zamanla bu askeri
gemiler, denizdeki diğer düşmanlarla mücadeleye uygun gemiler ile asker ve
personeli karşı kıyılara taşıyan personel gemileri, kıyıda hareket eden ordunun
ikmal maddelerini nakletmeye uygun yük gemileri şeklinde çeşitlenmeye başlar.
Savaş artık karalardan denizlere yayılmış ve ilk deniz kuvvetleri oluşmaya
başlamıştır.
Savaşın
kültürel, ekonomik ve teknolojik gelişme üzerine hızlandıran etkisinden daha
önce kısaca bahsetmiştik. Ancak bu etki ticaretin yaygınlaşmasıyla daha da
hızlanır. Sürekli olarak şehirler ve
ülkeler arasında gidip gelen tüccarların ortaya çıkmasıyla artık sadece başka
bölgelerdeki malların diğer ülkelere taşınmasıyla kalınmaz, yeni icat edilen
bir yenilik, yeni ortaya çıkan bir din veya düşünce sistemi, yeni geliştirilen
silahlar, savaş taktik ve teknikleri ile stratejiler kısa sürede geniş
bölgelere yayılarak eğer faydalı görülürse kalıcı hale gelmeye başlar. Bu
değişim sonucunda yakın bölgelerde yaşayan toplumlar arasındaki ortak bir yaşam
bicimi ve ortak bir kültür oluşmaya başlar. Böylece, yakın bölgeler arasında
temaslar arttıkça din, dil vb. birliği ile birlikte kendilerini aynı milletten hisseden
toplumlar uluşur.
Bu
yakınlaşmaların sonucu herkes için hayırlı olmaz. Tüccarların gidip gelirken
getirdiği bilgilerden yakın bölgelerde verimli topraklar, zengin ticaret
limanları veya bol doğal kaynaklar olduğunu öğrenen krallık idaresi bu
zenginlikleri nasıl ele geçirebileceğini düşünmeye başlar. Tüccar kılığında
casuslar gönderilerek bu bölgelerde yaşayan toplum ve devletlerin güçlü ve
zayıf tarafları araştırılır. Yaklaşma yolları, şehirler, asker miktarı ve
ordunun durumu, uygun savunma yerleri ve yaklaşma istikametleri konusunda
bilgiler toplanır. Bu bilgiler ışığında ordu yeniden düzenlenerek planlanan
saldırı için hazırlanır.
Casuslardan
hedef ülke veya bölgenin iç karışıklık yaşadığı veya komşuları ile çatışma
içinde olduğu, dolayısıyla saldırı için şartların uygun olduğu haberi gelince
kral ordusunun başında sefere çıkar ve saldırı sonucunda hedef bölgeyi ele geçirir.
Gerek ticaret gerekse savaşlarla krallığımızın gücü ve zenginliği artarken daha
geniş alanlarda yeni bilgilere ulaşılır. Bu da devleti daha güçlü hale getirir.
Gelir artışı ve genişleyen sınırlarla birlikte daha büyük bir ordu kurulur.
Zenginleşen kral daha büyük bir saray yaptırarak gerek kendi şahsi hizmetleri,
gerekse devlet hizmetleri için daha fazla personel istihdam etmeye başlar. Dini
kurumlar da bu gelişmeden payını alır ve büyük tapınaklar, yeni tanrı
heykelleri ve hatta yeni üretilen tanrı figürleri inşa ettirirler. Başkent
artan zenginlik ve iş imkânlarıyla bir çekim alanı haline gelir ve giderek büyür.
Büyük bir yönetim, din ve ticaret merkezi haline gelen başkentin nüfusu her
geçen gün daha da artar. Başkentin savunması için daha büyük surlar inşa edilir
ve giriş çıkışlar kontrol altına alınır. Şehirde düzeni korumak için daha büyük
bir kolluk sistemi ve suçun önlenmesi için de muhtemelen din adamlarından
oluşan mahkemeler ve gelişkin bir hukuk sistemi kurulur. Yeni kanunlar, kral,
bürokrasi ve din adamları tarafından ortaya atılır ve gelişmiş hukuk metinleri
oluşmaya başlar.
Şehirde
giderek artan nüfusu beslemek için tahıl depoları, halkı barındırmak için yeni
yeni evlerden oluşan mahalleler, içme suyu ve kanalizasyon sistemi, temizlik
teşkilatı vb. yapılır. Hastalıkların yayılmasına karşı hastaneler, şehrin
kokmasını önlemek için kanalizasyon sistemleri, hamamlar vb. inşa edilir.
Ülkenin
genişlemesi, gelişmesi ve zenginleşmesi, hele de büyük bir orduya sahip olması
öncelikle komşularını, daha sonra bu devlete göreceli de olsa yakın olan
devletlerin dikkatini çeker ve bu devletler de bizim bahsettiğimiz devleti
takip etmeye başlarlar. Bu ilginin temel olarak iki sebebi vardır. Birincisi
giderek gelişen ve büyük bir orduya sahip olan bu devletin onlara da
saldırabilecek ve topraklarını ele geçirebilecek olmasına karşı duyulan korku
ve endişeden kaynaklanır. İkincisi ise bu devletin zenginlikleri, saldırgan
devletlerin iştahını kamçılayıp onun kaynaklarını ele geçirmek için muhtemel
bir hedef olarak görülmesinden kaynaklanır. Aslında bu devletin tehdidini
doğrudan hissetmeyen devletler için üçüncü bir ilgi konusu daha vardır. Bu
devlet bazı devletler için kendi düşmanlarına karşı beraber hareket
edilebilecek muhtemel bir müttefik olabilir.
Görüldüğü
gibi bir devlet diğer devleti ya bir tehdit, ya bir hedef veya bir müttefik
olarak görmektedir. Hal böyle olunca bu devletin diğer devletlerle ilişkileri
daima askeri bir boyut taşıyacaktır. Böylece devletler doğuşlarından itibaren
sürekli olarak savaşmak zorunda kalırlar. Savaşta kesin sonuçlu başarı ise,
daima taarruzla alınır. Dolayısıyla var olan her devlet saldırgan bir karakter
taşımak zorunda kalmıştır. Bazen güçlü bir komşuya karşı bir süre savunma
durumunda kalmak gerekse bile, bu devletle mücadele edebilecek güce erişmek
için kendisinden zayıf devletlere saldırarak büyümeye çalışır. Güçlü komşu iç
karışıklıklar yaşayarak veya güçlü düşmanlarla savaşarak zayıflama emaresi
gösterirse, zayıf bir devlet o zaman tek başına veya başka devletlerle ittifak
halinde bu güçlü devlete saldırabilir.
Bizim
şimdiye kadar anlattığımız, insanoğlunun varoluşundan itibaren tüm gelişme
safhalarını yaşayarak artık güçlü bir krallık haline gelen devlet; diğer
devletlerin kendisine karşı hissettiği kaygılara benzer şekilde komşularına
karşı kaygıyla baktığından, düşmanları artık kendisine düşmanlık edemeyecek
kadar zayıflayana ve mevcut gücünün devamlılığını sağlayabilecek kadar arazi ve
kaynaklara sahip oluncaya kadar saldırgan politikalarına devam eder. Ancak
zaman zaman zorunlu kaldıkça savunma da yapar ve ittifak ilişkileri içine de
girer.
Bu
durum da, sürekli büyüyen bir ordu ve sürekli yapılan askeri seferleri
gerektirir. Bu seferler ile bazı küçük komşuların tamamı, bazılarının bir
bölümü ele geçirilir. Bazı devletler ise savaşı göze alamayıp krallığın bir
vasalı olmayı ve ona bağlanmayı tercih ederler. Bu durum devletin aldığı
vergileri, dolayısıyla gelirleri artırdığından zaferle sonuçlandığı müddetçe
savaşların finansmanında sorun yaşanmaz. Sürekli elde edilen zaferler ülkenin
iç istikrarını da güçlendirir.
Fakat
sürekli genişlemenin bazı sıkıntıları da zamanla ortaya çıkmaya başlar. Giderek
genişleyen devlet, yeni aldığı bölgelerdeki insanları vergi almak amacıyla, ilk
dönemlerdeki gibi tamamen yok edip kadın ve çocuklarını esir almamaya
başladığından, devletin kurucu unsuru zamanla devlet içinde hızla azınlık durumuna
düşebilir. Devletin resmi dini, dili ve kültürü kısa zamanda yeni alınan
topraklarda yaşayan insanlara benimsetilemediğinden yeni alınan yerlerdeki
insanların sadakatini sağlamak başlangıçta oldukça güç olabilir. Bu sebeple
genellikle büyük toprak parçaları işgal edildikten sonra aylarca ve hatta bazen
yıllarca bu bölgelerde isyanlar çıkar ve bu durum devleti oldukça yorar.
Sadakat
sağlansa ve isyanlar bastırılsa bile genişleyen devletin zayıflıkları kolayca
ortadan kalkmaz. Çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü bu yapı her zaman için bu
dil, kültür ve dinlerin yoğunlaştıkları bölgelerin sınırlarından bölünme
potansiyeli taşır. Bu parçalanmayı önlemenin tek yolu; güçlü bir orduya sahip
olmak, bu orduyu finanse edebilecek ve ülkede göreceli bir refah sağlayabilecek
ekonomik güce sahip olmak, taşra ile merkez arasında sıkı bağlar kuracak ve bu
bölgelerin merkezden yönetilmesini sağlayacak idari ve bürokratik bir devlet
mekanizmasına sahip olmaktır. Eğer bunlarda başarılı olunabilirse devletin
resmi dini ve dilinin yayılmasını sağlamak sayesinde uzun vadede bazı yeni
unsurlar devletin kurucu unsuru arasında asimile olabilir. Asimile olmayanlar
da büyük bir kültürel benzeşme yaşadıklarından devlete karşı daha az yabancılık
hissetmeye başlarlar. Ayrıca değişik ırk, din ve kültürler bir siyasi örgüt,
yani devletin potasında birbirleri içinde eriyince o zamana kadar
geliştirdikleri din, kültür, sanat ve diğer yetenekler bir araya gelerek çok
daha zengin yeni bir kültür oluştururlar. Bu da devleti daha da güçlendirir.
30.12.2015. M.Ç.
1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html
12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html
14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html
30.12.2015. M.Ç.
1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html
12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html
14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder