30 Aralık 2015 Çarşamba

Tarım Toplumlarının Ortaya Çıkışı ve Orduların Gelişimi. The emergence of agricultural societies and the development of the armies.

4. Tarım Toplumlarının Ortaya Çıkışı ve Orduların Gelişimi. The emergence of agricultural societies and the development of the armies.
Muhtemelen bazı yabani hayvanlar tarihin en eski dönemlerinden itibaren evcilleştirilmeye başlanmıştır. Ancak şimdi, bazı bölgelerde yaşayanlar bu yabani hayvanları kontrollü bir şekilde üretmeye ve et, süt, yumurta, yün vb. ihtiyaçlarını garanti altına almak için ilk hayvancılık deneyimlerini yaşamaya başlarlar. Bu gruplardan hayvancılığı öğrenen diğer gruplar da hayvan evcilleştirme işine başlarlar. Böylece çoban toplumlar ortaya çıkar. Bundan sonra da insanlar yaşam alanı içinde sürekli hareket etmeye devam ederler ancak bu hareketlerde takip edilen yollar av hayvanlarının mevsimsel olarak takip ettikleri göç yollarından çok artık evcilleştirdikleri hayvanların mevsimlere göre ot, su ve barınak ihtiyaçlarını takip edecek şekilde; otların yeşerme, büyüme ve kuruma döngüsüne göre değişir. Ayrıca, yıl boyunca yeşil otların ve kurumayan su kaynaklarının bulunduğu bazı bölgelerde sürekli olarak kalan gruplar ortaya çıkmaya başlar. Bu döngüye uygun bölgelerin bazılarında mağaralar veya uygun barınma alanları olmadığı için insanlar böyle yerlerde kalırken sazlar ve çalılardan faydalanarak bazı basit kulübeler yapmaya başlarlar. Evcil hayvanlarını geceleyin vahşi hayvan saldırılarından koruyabilmek için onlar için de benzer şekilde ağıllar yaparlar.
Evcilleştirilen hayvanların sayısı arttıkça küçük küçük sürüler ortaya çıkar. Hayvancılık beslenme ihtiyacını her gün avlanmaya çıkmak zorunda kalmadan karşılamaya başladığından bu durum klanımıza büyük bir rahatlama sağlar. Ama bu hayvanlar, gerek vahşi hayvanların, gerekse bu hayvanları çalmak isteyen klan içi bazı insanlar ve kılan dışı bazı grupların dikkatini çeker. Bu durum hayvancılıkla uğraşmaya başlayan toplumlara karşı yapılan hırsızlık ve saldırı olaylarında artışa sebep olur. Bu da savunma ve güvenlik konusunun yine en önemli konu haline gelmesine sebep olur.
Böylece sürülerin güvenliği en önemli güvenlik konusu olur. Gerek klan içinden kiralanan gerekse savaşlarda elde edilen esir çocuklardan devşirilen bir çobanlar sınıfı oluşur. Bunlar yabani hayvanlara karşı sürünün savunması ve erken uyarı vasıtası olarak köpek cinslerini evcilleştirirler ve bu maksatlarla eğiterek kullanmaya başlarlar. Hırsızlık vb. durumlar için daha önce bazı temel konularda oluşturulan ve bu günkü kanunlar yerine geçen yeni kurallar ortaya konulur. Bunlar da töreye eklenerek yazılı olmayan hukuk kurallarında mülkiyet hukuku yönünde yeni gelişmelere sebep olur. Ailelerin eli silah tutan erkekleri, sürünün hırsızlara ve dış düşmanlara karşı korunması için teşkilatlanırlar. Kalabalık şekilde saldıran düşmanlara karşı komşu aileler ve klan lideri ile işbirliği yapılır. Bu işbirliği sonucunda, kendilerini düşmanlara karşı koruyan klan veya grup liderine, sağlanan koruma karşılığında, yıllık belirli bir oranda hayvan, deri veya yün ücret olarak verilmeye başlanır. Aynı şey sürülerini uğursuzluklardan, kötü ruhlardan vb. korumak için dua eden, hayvanların sağlıklı ve verimli olması için tanrılarla konuşan şamanlar için de uygulanır. Bu durum ilk vergi sisteminin temellerini atar.
Hayvanları evcilleştirerek beslenme sorununu kısmen de olsa çözen insanoğlu için bu hayvanların beslenmesi en önemli mesele haline gelmiştir. Bu sebeple, bol ot veren büyük düzlükler, su kaynakları, nehir ve göl kenarları gibi yerler yeni mücadelenin odak noktası haline gelir. Bu arada sürülerinin gübrelerinin atıldığı yerlerdeki otların, hele bir de yeterli su alırsa, diğer otlara göre daha fazla büyüdüğünü ve daha uzun bir süre yeşil olarak kaldığını fark etderler. Böylece daha tarım başlamadan önce ot verimini artırarak sürülerinin beslenme sorununu çözmek için birçok denemelerde bulunulur. Bu denemeler sonucunda, başakları daha fazla büyüyen ve gelişen bazı tahıllar daha sonra tarımın başlamasına da vesile olacaktır.
Hayvancılık sebebiyle artık sık sık avlanmaya gitmek zorunda kalmayan insanların daha fazla boş zamanları olmaktadır. Bu da insanların gözlem yapma, bu gözlemlerden sonuçlar çıkarma ve deneyler yapma imkânlarını artırır. Daha önce kış geldiğinde ağaçların üzerinde kalarak kuruyan bazı meyvelerin kışın yenilebilecek oldukça lezzetli yiyecekler olduklarını zaten biliyorlardı. Boş vakti artan insanlar şimdi bu meyveleri yaz mevsiminde bilinçli bir şekilde toplayarak kış için stoklamaya başlarlar. Bu meyvelerden daha verimli olanlar toplandığı ve kurutulduğu için kışın meyvesi yendikten sonra sağa sola atılan çekirdeklerden daha lezzetli ve daha fazla meyve veren yeni meyve ağaçları yetişmeye başlar. Bunun farkına varan insanlar, yemekten hoşlandıkları besleyici ve tatlı meyvelerin çekirdeklerini bilinçli olarak yaşadıkları bölgelerin çevresine ekerek bu meyvelerin yabani türlere göre sayılarının artmasını sağlarlar.
Kışın hayvanların yemesi için bazı otlaklar ayrılır ve buraları gübrelenip sulanarak daha fazla ot elde edilmeye çalışılır ve biçilen otlar kurutularak kış için depolanır. Bu işlem sırasında bazı tahıl türlerinin başaklarının daha da büyüdüğü ve bunların insan yiyeceği olarak kış için depolanabileceği fark edilir. Daha sonra bu başaklardan bazıları toprağa ekilerek daha fazla verim veren otlaklar elde edilmeye çalışılır. Bu olay zamanla geliştirilir ve sapları hayvanlar için başakları insanlar için yiyecek olarak kullanılmak maksadıyla daha fazla alan işlenerek tahıl ekilmeye başlar. Aynı şeyler bazı sebze ve meyveler için de uygulanır. Her yıl, bir önceki yıl en fazla ürün veren bitkilerin tohumları ekilerek verimli tarım bitkileri geliştirilir. Bu olay komşu bölgelere de yayılarak yavaş yavaş tarım yapan küçük topluluklar oluşmaya başlar. Geçen zaman içinde saban, çapa, un öğütme araçları gibi bazı tarım araçları icat edilir ve bunların kullanımı yaygınlaşır. Artık daha fazla alan tarım yapmak için tarla olarak kullanılmaya başlanır. Böylece tarım yapılan bölgelerde tarlalara bağımlı olarak yaşamaya başlayan insanlar yerleşik hayatın ve ilk köylerin temellerini atarlar.
İnsanoğlu daha önce günlük gıda ihtiyacını karşılamak için her gün avlanmak veya yaban meyve ve bitki köklerini toplamakla tüm vaktini geçirmek zorunda kalmasına rağmen sürekli bir açlık tehlikesi içinde yaşarken şimdi tüketebileceklerinden fazla gıda üretmeye ve bu gıdayı yıl boyunca bozulmadan depolamaya başlamıştır. Bu fazla üretim, çiftçilik veya hayvancılık yapmayan bir miktar daha insanı beslemeyi mümkün hale getirmiştir. Bu sayede tarım aletleri, savaş araç ve gereçleri ile bazı sanat objeleri üretme kabiliyeti olan ve bunları tarım ve hayvancılık ürünleri ile takas ederek yaşayan insanlar ortaya çıkmaya başlar. Hatta bunları, ilk sanayiciler diyebileceğimiz bu üreticilerden alarak civardaki diğer insanlara satan bir tüccar sınıfı da oluşmaya başlar.
Fakat yeni ortaya çıkan bu durum, bazı sorunları da beraberinde getirir. Çünkü insanlar fazla miktarda tarım ürünü üretip bunları ev olarak inşa edilmeye başlanan toprak veya taş-çamur karışımı binalarda depolamaya başlayınca bu hazır gıdaya göz koyan bazı yeni hırsızlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunların bir kısmı bazı hayvan türleriyken bazıları da hırsızlıkla geçinmeye tercih eden fırsatçı insanlardır.
Tahıl depolarına ilk dadananlar fare gibi bazı küçük hayvanlardır. Bunlar, insanlarla iç içe yaşamaya ve insanların yiyeceklerini paylaşmaya başlarlar. Bu da fare gibi her türlü pisliği yiyen ve birçok mikrobu vücudunda barındıran hayvanlar yüzünden insanlara geçen bakteri ve mikroplarla birçok yeni hastalığın ortaya çıkmasına sebep olur. Bunların bazıları salgınlara ve toplu ölümlere sebep olarak insan ırkını tehdit etmeye başlar. Uygun olmayan depolama koşulları sebebiyle tahıllarda oluşan gözle görülmeyen mantar ve toksinler sayesinde bu hastalıklar daha da artar. Ama insanoğlu göründüğünden çok daha dirençli bir canlı türüdür. Vücutları kısa sürede bu mikroplara karşı bağışıklık kazanmaya başlayınca ölüm oranları azalır. Ayrıca bitkilerden yapılan ilaçlar veya ilkel bazı tedavi yöntemleri de bulunmaya başlandığından toplu ölümler artık önemli bir tehdit olmaktan çıkmaya başlar. Gıda maddelerinin fare vb. hayvanlarca yendiğini ve hatta bunlar yüzünden bazı hastalıkların ortaya çıktığını fark eden insanlar, büyük kil çömlekler vb. icat ederek bu hayvanların giremeyeceği, nem vb. gibi sebeplerle küflenme ve bozulmaların da azaltılacağı yeni depolama yöntemleri geliştirirler.
Fakat esas tehlike bu depolarda gözü olan ve ne yapılırsa yapılsın bu depolara ulaşmanın bir yolunu bulan diğer bir canlı türünden, yani insanlardan gelmektedir. Aynı yerleşim yerindeki bazı insanlar diğerlerinin depolarını soymaya başlamıştır. Bu hırsızlıklar, sonu genellikle ölüm veya yaralanmayla biten kavgaları artırır. Artık toplumda bir güven bunalımı yaşanmaya başlanmıştır. Toplum çatırdamaya ve birbirinden uzaklaşarak parçalanmaya başlar. Evler ve ağıllar birbirinden daha uzağa yapılır. Fakat bu durumda da, ayrı ayrı küçük gruplar halinde yaşayan insanlar, dışardan gelen yabancı hırsız ve yağmacılara karşı cazip bir hedef haline gelirler. Yağma ve ölümler azalacağına artar. Bu duruma bir çözüm bulunmak zorundadır.
Sonunda bu duruma çare arayan insanlar bir araya gelip yeni tedbirler almaya karar verirler. Buna göre ev ve ağıllar bir araya toplanmaya başlanır. Evler kare veya daire şeklinde ve kapı pencere olmayan duvarları dışarıya gelecek şekilde birbirlerine yapışık şekilde yeniden inşa edilir. Tüm evlerin girişleri merkeze bakan tarafta veya çatıda yapılır Böylece dışarıdan gelecek saldırılara karşı önlem alınmış olur. Bu ilk çekirdek yerleşim yerinden dışarıya çıkış için, bir veya değişik yönlere doğru birkaç yerde ev yapılmayarak boşluk bırakılır. Merkezde insanların toplanabileceği, hayvan sürülerinin toplanıp toplu veya müstakil olarak otlak yerlerine götürüleceği ve orta yerinde bir çeşme bulunan bir meydan bırakılır. Bu meydanda gece gündüz evleri gözetleyen ve hırsızlara karşı güvenliği sağlayan bekçiler bulunmaya başlar. Bu bekçilere bir lider seçilir ve her ev, korunacak mal miktarıyla orantılı olarak bunlara belli bir miktar tahıl veya hayvan verir. Bu meydan zamanla dışarıdan kölelerin veya alınıp satılan çeşitli ürünlerin takas edildiği bir Pazar olarak ta kullanılır. Tarım ve savaş alet ve malzemeleri imal edenler de ya bu meydanda veya bu meydana bakan evlerle aynı hizada inşa edilmiş binalarda çalışırlar ve ürettiklerini takas ederler.
Bu ilk yerleşim çekirdeği için belli kuralların konması kısa sürede önemli bir ihtiyaç haline gelir. Bu kurallar toplumda en güçlü (sadece fiziksel olarak değil, mal-mülk, nüfus sayısı vb. olarak) kişiler ve yeni teşkil edilen iç güvenlik teşkilatının başı tarafından ortaya atılır. Toplumda tartışılır ve yeni kanunlar olarak kabul edilir. Fiziksel güç (yani güçlü aileler, güvenlik teşkilatı ve genel olarak halk) bu kanunların itirazsız kabul edilmesi ve uygulanması için yeterli değildir. Çünkü bu gücün göremeyeceği ve etki edemeyeceği durumlarda kötü niyetli kişiler yine ceza korkusu olmadan suç işlemeye devam ederler. Bunun için hiç kimse onları görmese bile onları görüp cezalandıracak bir güce ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı da şamanlar karşılar.
Şamanlar artık o eski göçebe döneminin ruhlarla irtibat kuran teatral dans ve gösteriler yapan basit din adamları değildir. Tarımın başlaması ve yerleşik bir hayata geçilmesiyle birlikte onlar da çok değişmişlerdir. Tapınak olarak kullanılan binalar inşa etmeye başlamışlar ve artık onlar da, gök kubbenin altında tehlike içinde ama özgür olarak dolaşan insanoğlunun güvenlik için kendisini kapalı binalar ve sınırları nispeten dar yerleşim alanlarına hapsettiği gibi, tanrıları ve ruhları aynı şekilde yerleşim yerleri içindeki binalara hapsetmeye başlamışlardır.
Uçsuz bucaksız göklerde ve yeryüzünde görünmez bir şekilde yaşayan güçlü tanrılara, doğada her yerde tapınmak ve dilekte bulunmak mümkünken artık durum oldukça değişmiştir. Açık havada yapılan törenler, ruhlar ve tanrılar tarafından kolayca duyulup görülebilirken artık törenler kapalı mekânlarda yapılmaya başlanınca doğadan kopan insan, tanrılardan ve ruhlardan da koptuğunu fark eder ama yine de değişen yaşam koşulları sebebiyle doğaya, tanrılara ve ruhlara her istediğinde gidemez. Hal böyle olunca tanrılar yeni inşa edilen tapınaklara gelmek zorunda kalırlar.
İşte bu sebeple, tanrıları temsil eden bazı heykeller yapılarak tapınaklara konulmaya başlanır. Ama bu süreçte tanrılar da değişim geçirmek zorunda kalır. Eskiden aynı soydan gelen klanın ilk atası kabul edilen kutsal ruhun veya totemin önemi azalmıştır. Çünkü bu köy belki de o büyük klanın çok küçük bir parçasıdır. Ayrıca başka klanlardan, gerek sığınmak maksadıyla, gerekse köle olarak köye gelip yerleşen insanlar da vardır. Bu yüzden soy esasına göre belirlenen totem biraz geri plana çekilir veya tamamen ortadan kalkar ya da temsil ettiği şeyler değişir. Artık esas unsur yeni kurulan köydür. Köyü koruyan ve temsil eden yeni bir totem veya tanrı yaratılır. Doğada yaşarken etkili bir tanrı olan şimşek tanrısı da değerini yitirmiştir. Çünkü yeni yerleşilen ovalık alanda şimşek daha az çakar ve kapalı evler içindeyken o kadar da korkunç görünmez. Bu gibi işlevini kaybeden tanrılar yok olur veya görevleri değişirken bazı yeni tanrılar ortaya çıkar. Mesela ürünün verimli olması ve sel, fırtına veya kuraklıktan yok olmaması için yeni tanrı veya tanrı sembolleri ortaya çıkar.
Ölen insanlar başlangıçta her evin zeminin gömülürken daha sonra mezarlık olarak belirli bir bölge oluşur. Burada, yer altına konan ölülerin ruhlarına işkence etmek isteyen ve onları koruyan yer altı ruhları ve tanrıları oluşur. Velhasıl hayat değiştikçe ve ihtiyaçlar ortaya çıktıkça bu ihtiyaçlar için tanrılar veya ruhlar yaratılır ve bunları temsil eden heykeller yapılarak tapınaklara konulur. Artık çok tanrılı bir din ortaya çıkmıştır. Bu din zaman geçtikçe daha kurumsal hale gelir. Eskiden doğa güçleriyle irtibat kuran ve onları etkileyen şaman figürü kaybolur ve tapınağa bağlı ve onu yöneten bir başrahip ve onun erkek ve kadın yardımcılarından oluşan bir din insanı sınıfı oluşmaya başlar.
Bu kişiler normal insanlar tarafından görülemeyen sonsuz güçleri kontrol ettiklerinden veya onlara aracılık ettiklerinden herhangi bir işte çalışmazlar. Tapınaklarda, toplum için yeni yeni icat ettikleri dinsel törenler yaparlar. Ama tabii ki bunlar bedavaya yapılmaz. Her törenin ve insanlarının tanrılara iletmesini istedikleri her talebin bir bedeli vardır. Bu sebeple din adamları, tapınaklarda yapılan sunağa getirilen hediye ve kurbanlarla bedavaya geçinirler ve bu hediyeler arttıkça din adamlarının refahı artar ve din kurumu gittikçe güçlenir.
Bu arada, başlangıçta merkezdeki bir meydan etrafında yapılan binalar kompleksinin etrafına yine daire veya kare şekilde aynı mantıkla yeni ev kuşakları yapılmaya devam eder. Artık yerleşim yeri giderek büyümekte ve merkez etrafında oluşan kuşaklarla daha emniyetli bir hale gelmektedir. Bu kuşaklar arasındaki mesafe; gerek doğa olaylarına (mesela sıcak ve soğuk) gerekse iç ve dış düşmanlara karşı korunmayı kolaylaştırmak için oldukça dardır.
Zaman içinde bu yerleşim yeri oldukça büyür ve gerek güvenlik, gerekse geçim koşulları ve barınma açısından geniş imkânlar sağladığından etrafta dolaşan küçük göçebe toplulukları da kendisine çeker. Bu durum küçük köyümüzün büyümesine sebep olur. Büyüme, yerleşim yerinin yönetilmesi için yeni sorunlar ortaya çıkarır. Başlangıçta bu gün doğrudan demokrasi diye tanımlanan yerleşim yerindeki işlerle ilgili tüm yetişkin erkeklerin katılımıyla oluşan bir meclisin aldığı ortak kararla yönetilirken artan nüfus ve gelişen yeni iş kollarıyla birlikte önce toplantı yapılan merkezdeki meydan küçük gelmeye başlar. Daha sonraları herkesin aynı anda toplanması mümkün olmamaya başlar ve toplananların da ortak bir karar üzerinde uzlaşması zorlaşır.
Buna bir çözüm olarak her aileyi, mahalleyi, meslek grubunu veya bunların hepsini kapsayan toplantılarla yetinilmeye başlanır. Bu toplantılar devam ederken ailesi daha kalabalık, sürüleri ve yılda ürettiği tarım ürünü daha fazla olanlar ve güçlenen dinin liderinin katıldığı daha dar kapsamlı toplantılar da yapılmaya başlanır. Bu süreç bu şekilde devam ederken giderek daha dar bir çevreden olan daha az sayıda kişi yönetimde esas güç sahibi olmaya başlar.
Tarım emek ihtiyacını artırmıştır. Eskiden küçük alanlarda yapılan tarım; tohumlukların gelişimi; toprağı sürme, çapalama ve işleme malzemelerinin geliştirilmesi ve nihayet öküz ve yaban eşeği gibi hayvanların toprağı sürme ve ürünleri taşıma gibi işlerde kullanılmaya başlanmasıyla giderek daha büyük alanlarda yapılmaya başlanır. Tarım için kullanılan toprak miktarının artması ve daha verimli tohumların geliştirilmesi, üretimin hızla artmasına sebep olur. Takas yoluyla yapılan ticaretin gelişmesiyle de daha fazla üretim daha fazla gelir getiren cazip bir faaliyet haline gelir. Bu da iş gücü ihtiyacını artırır.
Eskiden beri savaşlarda ele geçen kadın ve çocuklar köle olarak alınmaktadır. Ancak göçebe ve yarı göçebe toplumlarda emek ihtiyacı oldukça düşük olduğundan kölelik kurumsallaşmamıştır. Köleler aileye katılır ve en kötü ihtimalle kadınlar ikinci eş veya cariye, çocuklar da üvey evlat muamelesi görürler. Ancak tarımın artmasıyla birlikte köleler açısından işler değişmeye başlamıştır. Savaşlarda kadın ve çocuklardan başka savaşmayı bırakarak teslim olan ve dolayısıyla köle olmak pahasına yaşamayı seçen yetişkin erkekler de köle olarak alınır ve tarlalarda çalıştırılır. Ayrıca, aynı köydeki başka kişilerin veya başka bölgelerdeki insanların savaşlarda ele geçirdikleri köleler de satın alınmaya başlanır. Eşya ve gıda ürünleri pazarının yanında bir de köle pazarı oluşur. Dışarıdan gelen köle tacirleri düzenli olarak köleler getirerek köyün meydanında satarlar. Bu köleler eski zamanlardaki köleler gibi aileye katılarak eve alınmazlar. Aksine kaçmamaları için çalışmadıkları zamanlarda bir yere kapatılırlar ve özgür insanlarla aynı haklara sahip olmazlar. Şiddet uygulamaya meyilli ve savaşkan insanlar daha üstün insan, savaşamayan veya ölmek yerine kısıtlı da olsa yaşamayı seçen kişiler de daha alt seviyede bir insan durumuna düşer.
Köyümüz artık oldukça büyümüş ve gerek yakın bölgelerde hala göçebe/yarı göçebe yaşayarak hayvancılıkla geçinen insan grupları tarafından, gerekse köyümüz gibi yakın bölgelerde oluşmaya başlayan diğer köyler tarafından, bol ganimet elde edilecek cazip bir hedef olarak görülmeye başlanır. Bu sebeple bazı küçük saldırılar gecikmez. Bu saldırılar iç güvenliği sağlayan daimi silahlı kişiler ile silahlarını alarak evlerini ve köylerini korumak için savaşan köy halkı tarafından karşılanır ve püskürtülür.
Ancak saldırılar arttıkça ve baskın şeklinde kalabalık gruplar tarafından saldırılar yapıldıkça bunlara karşı savunma yapmak daha da zor hale gelir. Silah ve teçhizat temin edebilen halk köyün küçük ordusunu teşkil edecek şekilde gruplanır ve örgütlenir. Kölelere şehrin tamamını çepeçevre koruyacak şekilde bir dış duvar inşa ettirilmeye başlanır. Gözetleme kuleleri yapılarak daimi bir nöbet sistemi kurulur.
Artık bazı madenler işlenebildiğinden bu madenlerden yeni silahlar yapılır. Kılıç, mızrak ve bıçak gibi silahlar surların üzerinden fırlatılacak şekilde hafif ve düşman içeri girmeyi başarırsa dar sokaklarda rahatça onlarla çarpışılacak şekilde kısadır. Surlardan içeri girmek için surların altında toplanan saldırganlara karşı ağır taşlar ve sıcak su kapları temin edilerek kullanılır. Ağaç dallarından yapılan kuşatma kuleleri ve merdivenlerini yakmak için hayvansal ve bitkisel yağlar bazı bitki liflerinden ve hayvan tüy/yünlerinden örülerek yapılan bezlere emdirilerek yakılır ve düşmana atılır. Ok, uzun süre önce keşfedilmiş olduğundan daha uzağa atılacak şekilde yeni yaylar yapılır ve artık metallerle de kaplanan zırhları delebilecek şekilde metal uçlu yeni oklar geliştirilir. Uzun süreli bir kuşatmaya dayanacak şekilde içeride büyük tahıl ve diğer yiyecek depoları yapılır.
Fakat saldırıların şehre hiçbir engelle karşılaşmadan yaklaşmasının uygun olmadığı fark edilince komşu bölgelerden bir ordunun yola çıktığı haberi alınır alınmaz hazırlanan bir ordu düşman ordusunu, yaklaşma istikametlerinde dar boğaz, geçit ve gediklerde, savunmaya uygun diğer yerlerde durdurmak için şehir dışına gönderilir. Bazen de uygun bir bölgede bulunan düzlükte düzen alınarak açık alanda düşmanla savaşılır. Eğer bunda başarılı olunmazsa surların arkasına çekilerek burada savunmaya devam edilir.
Savaşlar arttıkça savaş organizasyonu ve askeri teşkilatlanma da gelişir. Tarım toplumu olan köy halkı yılın değişik zamanlarında değişik işlerle uğraştıklarından savaş durumunda aniden toplanmada sorunlar yaşamaktadır. Bu mahsuru gidermek için küçük te olsa bir daimi ordu oluşturulur. Zamanla bu orduya kölelerden de yetenekli savaşçılar dâhil edilir. Bunlar kendi sahiplerinin komutasında veya onun adına savaştığından bu orduya daha fazla asker sağlayan ailelerin toplum üzerindeki etkileri artar. Daha fazla üretim yapma kapasitesi olan ve daha fazla savaşçıyı donatıp besleyebilen aileler ayrı bir sınıf oluştururlar. Nihayetinde bunlardan en güçlü olanı köyün yöneticisi yetkisini ele geçirir ve ilk krallıkların temeli atılır.
Yönetimi ele geçiren kral, köy içinde kendinden sonra en güçlü ailelerden alt seviye yönetim kadrosunu kurar. Bazı temel devlet kurumlarını oluşturmaya veya daha önceden var olanları geliştirmeye başlar. Bunlardan en önemlisi de doğal olarak güvenlik teşkilatı ve ordudur. Mevcut iç güvenlik sistemi yeni personel ve yeni kurallarla yeniden teşkilatlandırılır. Ancak bu teşkilat artık sadece köyü ve köyün vatandaşlarını köy içindeki hırsızlık ve çatışmalara karşı korumakla sorumlu değildir. Bu teşkilat kralın ve onun altında çalışan yönetim kadrosunun da, yani devletin ve düzenin de koruyucusudur. Ordu ise giderek daha büyür ve daha profesyonel hale gelir. Vatandaşlar hala şehir savunmasına katılmaktadır. Ancak şehir dışına yapılan akınlar ve şehrin daimi savunma tedbirlerinin yürütülmesi esas olarak en azından çekirdeği sürekli bir profesyonel kadrodan oluşan yeni ordu tarafından yerine getirilir.
Tabii bu kadar askerin ve diğer devlet görevlilerinin beslenmesinin bir kişi tarafından karşılanması mümkün değildir. Bunun için vatandaşlardan artan oranlarda yeni vergiler alınır. Eskiden beri var olan bazı kurallara, ihtiyaç duyulan bazı yeni kurallar eklenerek bir hukuk sistemi geliştirilir. Hukuk işleri ile ilgilenen kişiler başlangıçta genellikle din adamları sınıfından iken zamanla sadece bu işlerle uğraşan devlet görevlileri de ortaya çıkar.
Vergi sistemi ile gelirlerini artıran, din adamları ve üst sınıfların da desteğini sağlayan yeni kralın ekonomik ve siyasi gücü giderek arttığından, artık; satın alınmış veya savaşlarda ele geçirilmiş kölelerin de katılımıyla daha büyük bir ordusu vardır. Daha önce saldırganlara karşı hedef konumunda olan yeni krallığımız bu saldırıları etkisiz hale getirebilecek kadar güçlendiğinde krallığın çevresindeki diğer köylere, şehirlere ve krallıklara saldırmaya karar verir. Böylece tehdidi kaynağında ortadan kaldıracak ve egemenlik alanını genişletecektir. Civardaki diğer yerleşim yerlerinden kabul edenler kendi rızalarıyla, etmeyenler de orduyla dize getirilir ve kralın egemenliğine sokulur.
Krallık haline gelmiş olan küçük köyümüzün sınırları her geçen gün genişler. Bu sebeple daha gelişmiş bir devlet teşkilatına, daha büyük ve teşkilatlı bir orduya, daha gelişmiş silah ve teçhizata ihtiyaç vardır. İşgal edilen yeni topraklarda yaşayan insanlar kraliyete karşı en azından başlangıçta, bir aidiyet duygusu taşımadığı için iç karışıklıklara ve dış saldırılara karşı ne devlet sistemini, ne de devletin sınırlarını korumaya gönüllü değildirler. Bunun için işgal edilen toprakları koruyacak ve bu toprakların devletin egemenliğine saygı duymasını sağlayacak ilave askeri güce ihtiyaç vardır. Devlet her yeni işgal ettiği bölgeye bir askeri birlik yerleştirir. Orada kısmen de olsa kendine bağlı bir nüfus oluşturmak için krallığın eski topraklarından yeni işgal edilen topraklara bir miktar nüfusu göç ettirir. Böylece giderek kalabalıklaşan merkezi yerleşim yerinin bu nüfus artışının sebep olabileceği sosyal ve ekonomik sorunlara da çare bulunmuş olur.
Yeni işgal edilen yerlere din adamları gönderilerek krallığın dininin, dolayısıyla da kültürünün yayılmasına böylece yeni halk kesimlerinden en azından bir kısmının kurucu halkın kültürü içinde asimile edilmesine çalışılır. İşgal edilen yerlerdeki eski yöneticilerin bazılarının bağlılığı sağlanır ve bu bölgelerdeki yönetim kadrolarında kullanılır. İşgal edilen bölgenin yenilen ordusundaki askerlerin bir kısmı teşvik edici maaş ve ödüllerle krallığın ordusuna katılır. Gerekirse başka bölgelerden paralı askerler temin edilir ve işgal edilen bölgelere konuşlandırılır.
Bu arada askerlik teknik (silah, teçhizat ve malzeme), taktik ve stratejileri geliştirilir. Bunun için yenilen ordunun silah ve teçhizatından uygun görülenler muzaffer ordu tarafından kullanılmaya başlanır. Bunlar geliştirilerek daha gelişmiş silah ve teçhizatlar üretilir. Yetenekli mühendisler, silah üreticileri vb. devlet merkezine gönderilerek bunlardan yararlanılır. Dolayısıyla genişleme maksadıyla yapılan saldırılar ve bunun sonucunda işgal edilen yerler sadece devletin sınırlarını ve gelirlerini artırmakla kalmaz, her açıdan olduğu gibi askerlik açısından da belli bir gelişme ve dönüşmeye sebep olur. Böylece devlet sadece kendi birikimleri ile değil işgal edilen bölgelerdeki insanların birikimleri ile de, diğer devletçik veya insan topluluklarına göre giderek hızlanan bir gelişme sağlar. Bu da şiddet kullanımını daha da cazip bir hale getirir. Savaş, bireysel bazda daha fazla saygınlık, ganimet ve güç anlamına geldiğinden orduya işgal edilen eski topraklar dâhil her bölgeden katılımlar artmaya başlar.
Ordu büyüdükçe ve profesyonelleştikçe mevcut silah ve teçhizatta olduğu gibi kıyafet ve eğitimde de bir standartlaşma ve gelişme ortaya çıkar. Her askeri gruba bir flama veya sancak verilir. Orduda konuşulan değişik dillere bağlı olmayan ortak bir haberleşme sistemi kurulur. Bunun için borular, davullar, duman işaretleri vb. kullanılır ve geniş bir alana dağılan ordu artık bir komuta merkezinden verilen emirleri takip edip uygulayacak hale gelir. Kalkanlar daha dayanıklı ve standart bir hale gelir. Standart sayıda personelden oluşan birlik teşkilatları kurulur. Ordu içinde komuta seviyelerinin dışarıdan da anlaşılmasını sağlayan rütbe işaretleri belirlenir ve elbiselere takılır. Artık elbiseler de standart bir üniforma haline gelmeye başlamıştır. Kılıç, ok-yay, mızrak vb. silahlarda da bir standartlaşma ortaya çıkar. Benzer silahlarla ve teçhizatla donatılmış, benzer kıyafetler giyen ve tek elden sevk ve idare edilen, benzer eğitimleri yaparak eğitilen askerlerden oluşan ordu artık kendi içinde ayrı bir ruh, kültür ve felsefe kazanmaya başlar. Ordu mensupları kendi etnik ve dini kökenlerinden olanlardan çok içinde yaşadıkları orduya karşı bağlılık hissetmeye başlarlar. Ordu artık yeni bir ruh kazanmış ve yeni bir canlı organizma haline gelmiştir. Öyle ki ordu personeli herkesten çok (ve hatta kraldan bile çok) kendi liderlerine karşı bağlılık hissetmeye başlar. Bu durum zayıf kişilikli ve orduyla pek fazla ilgilenmeyen kralların bir askeri darbeyle tahttan indirilerek yerine ordu komutanlarından yeni kral seçilmesi gibi olaylara sebep olmaya başlar.
Artık dini hiyerarşinin yanında askeri bir hiyerarşi de oluşmuş ve devlet daha çok dini veya askeri bağları olan bir kral ile onun altında yine bu sınıflardan oluşan bir alt bürokratik grup tarafından yönetilmektedir. Devlet genişledikçe mevcut toprakların yönetimi bu kişiler arasında paylaştırılarak yürütülmeye başlanır. Nitekim günümüze kadar gelmeyi başaran bazı aristokrat/soylu ailelere bakılınca bu durumun yakın zamanlara kadar etkili olduğu görülebilir. Osmanlının bazıları bu gün de aile varlığını sürdüren ayan kökenli köklü ailelerinin kurucuları ya asker veya din adamı kişiler tarafından kurulmuştur. Örnek verecek olursak Alemdar Mustafa Paşa, Karaosmanoğluları Ailesinin kurucusu Yeniçeri kökenli Kara Osman gibi kişiler hep asker kökenlidir. Bu günkü Ürdün krallığının kurucusu kendisinin peygamberimizin soyundan geldiği ve onun aşiretinden olduğu iddiasıyla bu devleti kurmuş, Mevlana’nın torunları, eğer Osmanlı soyu tükenirse onların yerini almaya halef bir soy olarak kabul edilmiş, bütün Türk devletlerinin kurucuları gök tanrının kendisine gönderdiği kadınlarla evlenerek kutsal bir soyun temelini atmış olan Oğuz Han’ın torunlarından olduğunu iddia etmişlerdir. Üstelik bu hakanlar hep bir kutsal kişilik edinmeye çalışmışlar, isimleri bile Tanrıda Kut Bulmuş Ulu Bilge Kağan gibi dini bir anlam ifade etmiştir.
Tekrar konumuza dönecek olursak, ordular büyüyüp savaşlar arttıkça yeni yeni taktik ve teknikler ortaya çıkmaya başlamış ve üst seviyede stratejiler oluşturulmuştur. Savaş artık devletin ve onun kontrolündeki insanlardan oluşan ulusun temel varoluş ve gelişme vesilesi olunca orduda profesyonelleşme daha fazla artmıştır. Eskiden hayvan sürülerine karşı uygulanan sürek avlarından geliştirilen savaş taktik ve stratejileri, zaman, mekân ve kuvvet üçgeninde yeni silahlara ve yeni ihtiyaçlara göre sürekli olarak yenilenmiş ve geliştirilmiştir.
Sınırları genişlemiş, içerde belli bir düzen kurmuş, iç ve dış düşmanlara karşı her an hazır güçlü bir ordu teşkil etmiş olan yeni siyasi yapı sayesinde artık üretim tekniklerinde de değişme ve ürünlerde çeşitlenme ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda tarım aletlerinin yansıra harp silah ve araçlarını da üreten gelişmiş bir sanayi kolu oluşmuş, bu sanayi kolunda yetişmiş becerikli ustalardan oluşan yeni bir sınıf ortaya çıkmıştır. Bu sınıfın bazı mensupları orduya, çiftçilere ve hayvancılık yapanlara üretim yapan bağımsız girişimciler olmakla birlikte, yiyecekleri halk tarafından karşılanan, bir işkolunda çalışmadığı için oldukça fazla boş vakti olan din adamları sınıfı da bazı bilimsel ve teknolojik konularda ustalaşmış veya yetenekli kişileri kendi bünyelerine almışlardır. Mesela Etrüsklerde inşaat işleri genelde din adamları sınıfının tekelinde kalmış ve elde ettikleri bilgi ve tecrübeleri bir sır gibi saklayıp sadece kendi sınıfları içindeki kişilere öğretmişlerdir. Böylece toplumda etkinlikleri daima üst seviyelerde kalmıştır. Bu geleneği Etrüsklerden alan Romalılar da aynı geleneğe uzun süre bağlı kalmış, hatta Roma’da Hristiyanlık etkin din olduktan sonra Papalar da bu eski unvanları kullanmaya devam etmişlerdir. Bu gün Papaların kullandığı en önemli unvan ‘’Pontifex Maksimus’’ unvanıdır ve bu unvan ‘’Büyük Köprü Mimarı’’ anlamına gelmektedir. Öte yandan bu gün tüm dünyada yaygın olan Masonluk, antik dönemde başlayan Musevi dinine mensup bazı inşaat ustalarının gizli mimari ve mühendislik sırlarını sadece kendi mensuplarına öğrettikleri bir gruba köken olarak kendini bağlamaktadır.
Şimdiye kadar açıklamaya çalıştığımız bu gelişmeler, dolaylı yönden, daha insanların mağaralarda yaşadıkları dönemlerde mağara duvarlarına çizdikleri basit resimler, şamanların dini törenlerde tahta ve taşları kullanarak yapmaya başlanan ilkel ve esas olarak ritme dayanan müzik, kabile toteminin simgelemek için ağaç kütüklerinde yapılan basit heykellerle başlayan sanat yaşamını da hızlı bir ilerlemeye zorlamışlardır.
Bunu örneklerle açıklamaya çalışalım. Nüfus arttıkça ve devletin sınırları genişledikçe mevcut dinin din adamları sınıfı da artmış ve tapınaklar büyüyerek yerleşim yerlerinin en görkemli yapılarının başında gelmeye başlamıştır. Bu yapıların duvarlarına taş ve ahşap oyma süslemeler, tanrıları ve dinsel yaşamı simgeleyen resimler, tanrıları simgeleyen putlar ve eski dönemlerin önemli din adamlarının heykel ve resimlerinin yapımında bir artış meydana gelmiştir. Bu da sanat objelerine ve sanatçıya olan talebi artırmıştır. Yetenekli ressam, heykeltıraş ve oymacılar artık sadece bu işleri yaparak yaşamlarını sürdürebilecek duruma gelmiştir. Öte yandan kralların ve önemli devlet adamlarının sarayları ve büyük evleri de artmış ve bu durum yine sanat objelerine karşı olan talebi artırıcı bir unsur olmuştur.
Tapınaklarda ayinler sırasında müzik aletlerinin ve ilahilerin kullanılması ile saray ve ordunun törenler ve eğlenceler için müzik talebi müzisyenlerde de diğer sanat kollarındaki gibi gelişmelere sebep olmuştur. Öte yandan krallar ve din adamları ile başlayan gösterişli mezarlar ve anıtlar yaptırma geleneği sanat insanlarına talebi artırmakla kalmamış, onları seçkin bir konuma da yükseltmiştir. Talebin artmasıyla bu sanatçılar talebi karşılamakta zorlanınca yine yetenekli gençleri yanlarına çırak olarak almışlar, din konularından sonra sanat konuları da sistemli bir eğitim ve öğretim yapısı geliştirmeye başlamıştır. Mimarlar ve mühendisler gibi din adamları ve sanatçılar da ordu ile seferlere katılmaya başlayınca hem bu seferlerin sanatsal üretimlerinin yapılması, hem de bu sanatçılar ile mimar, mühendis ve din adamlarının sefere gidilen yerlerde kendileri ile ilgili yerel çalışmaları inceleme imkânları bulmalarını sağlamıştır. Bunların bazılarının kendi yeteneğini gösteren eserleri işgal edilen yeni yerleşim yerlerinde de meydana getirmeleri sayesinde sanat, bilim ve din yeni topraklara yayılmıştır. Bir yandan da yerel unsurlardan işlevsel ve ilgi çekici olanlar merkeze taşınarak bilgi, inanç ve sanat daha kozmopolit unsurlar taşıyan ancak daha geniş alanlarda ortak unsurlar meydana getiren bir hale gelmiştir.
Tanrı heykelleri ve resimleri, sıradan insanlar tarafından da evlerine koymak için talep edilmeye başlayınca pazar iyice büyümüş, daha üst sınıflara üretim yapan büyük yeteneklerin yanında sanatla geçinen daha az yetenekli geniş bir kitle oluşmuştur. Böylece sanat yaygınlaşmış, kademelenmiş ve derinleşmiştir. Seçkinler için daha seçkinci tarzlar oluşurken halk sanatı da bu gelişmeyi takip etmiştir.
Asker, din adamı, yönetici, sanatçı, çiftçi ve hayvancılardan oluşan sınıfların oluşması ile birlikte bu sınıfların yeni ihtiyaçlarının da ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Bu durumda, bu ihtiyaçların birileri tarafından karşılanması gerekmektedir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi bunların üretimi, ilk sanayiciler diyebileceğimiz esnaf sınıfı tarafından yapılmıştır. Ancak üreticilerin ürettikleri ürünleri yaşadıkları yerlerden uzaklara taşımaları zordur. Muhtemelen bir köyde yaşayan insanlar bu ürünleri doğrudan üreticilerin dükkânından almaktadırlar. Ancak her yerde her türlü ürün üretilmemektedir. Bunun başlıca iki sebebi vardır. Bazı malzemelerin üretimi için gerekli hammadde her yerde yoktur ya da olsa bile miktar veya kalite olarak yetersizdir. Diğer sebep ise bu hammaddeleri kullanarak yeni ürünler üretmeyi sağlayacak teknoloji her yerde bulunmamaktadır. Bu duruma bir örnek verecek olursak bakır ve kalaydan oluşan bronz çok eski dönemlerden beri Mısır’da üretilmekteydi. Çünkü bu madenler Mısır ve civarında elde edilebilmekteydi. Bu metalin üretilmesi nispeten kolay olduğundan dünyanın birçok yerinde de erken dönemlerde kullanılmaya başlanmıştı. Böylece bronz ile; zırhlar, tarım aletleri, kılıçlar, mızrak uçları vb. üretimi her yerde yaygın hale gelmişti. Fakat diğer madenler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Örneğin ilk olarak, Anadolu topraklarında yaşayan Hititler demir madenini topraktan çıkarmayı ve işlemeyi öğrenerek üretimine başladılar. Çünkü demir Anadolu’da bol miktarda bulunuyordu. Demir, bronza göre daha sert ve dayanıklı olduğundan bu madenden yapılan araç ve silahlar daha fazla talep edilir hale geldi. Fakat bu madenden alet ve silahları talep edenler için daha önce bahsettiğimiz iki sebepten dolayı bu iş o kadar kolay değildi. Çünkü demir onların yaşadığı bölgede bulunmuyordu, bölgelerinde demir olanlar da bu demiri nasıl bulup işleteceklerini bilmiyorlardı.
Bu durum özellikle askeri alanda önemini hemen ortaya koydu. Demirden yapılma kılıç, bıçak, ok ve mızrak uçları kullanan Hititler, bronzdan silahlar kullanan Mısırlılara karşı üstünlük sağlamaya başladılar. Doğal olarak Mısır hükümdarları ve ordusu bu tür silah ve araçları elde etmek istediler. Ancak ne maden bulabilmeleri nede bu madeni işletebilmeleri imkânsızdı. Çünkü o zamanlar henüz hammadde ticareti gelişmemiş olduğu gibi yeni bir teknoloji keşfedenler bu üstünlüklerini kaybetmemek için bu teknolojinin başkaları tarafından öğrenilmemesi için sıkı tedbirler alıyorlardı. Mesela demir işçiliği ustaları dar ve sırcı bir tarikat gibi örgütlendiler. Bu sanat sadece bu örgüte üye olanlar ve onların çocuklarına öğretildi. Bu üründen yapılan silah, araç ve gereçler üzerinde devlet sıkı bir kontrol uyguladı. Bu silahlar, askeri birlikler hariç sıradan halka verilmedi. Bunların ülke dışına satışı ve demirci ustalarının ülkeden ayrılmaları yasaklandı.
İşte bu durum karşısında, demirden silah ve araçlar için Mısırlılar yüksek fiyatlar ödemeye başladılar. Bu da silah kaçakçılığını ortaya çıkardı. Demir ustalarına da yüksek ücretler önerince bazı demir ustaları gizlice Mısır’a kaçtı. Böylece demirden silahlar Mısır ordusuna da girmiş oldu. Böylece daha sonra gelen ustalarla Mısır’da da demircilik teknolojisi de edinilmiş oldu.
Bu durum uluslararası ticaret diyebileceğimiz yeni bir duruma sebep oldu. Fakat başlarda henüz yeterli yol ve araç olmadığından bu ticaret çok hızlı gelişemedi. Bunda henüz ticareti yapılmaya değer çok az ürünün olması da etkili oldu. Fakat her şeye rağmen, gerek ülke içinde, gerekse ülkeler arasında ticaret yapan bir tüccar sınıfı ortaya çıkmaya başladı. Daha en baştan beri, her türlü faaliyetten vergi alarak ortaya çıkan ve gittikçe gelişen devlet mekanizması getirdiği gelir miktarının çokluğunun farkına varınca ticareti teşvik etmeye, bazı ticaret merkezleri kurmaya, yollar ve bu yollar üzerinde konaklama yerleri tesis etmeye, ticaretin güvenliği için emniyet teşkilatı oluşturmaya başladı. Konumu itibarıyla önemli yolların kesişim noktalarında olduğundan ticaret merkezi olmuş komşu ülkelerdeki şehirler de artık en önemli askeri hedef haline geldi.
Böylece toplumda üretenler ve üretenlerin ürettiklerinden pay alarak yaşayanlar olarak genel iki insan türü ortaya çıktı. Üretenler her şeyin gerçek sahibi ve tüm gelişmelerin gerçek nedeni olmasına rağmen bunun farkına varamadıklarından güç üretmeyenlerin elinde toplandı. Bunlardan din adamları, fiziksel hiçbir güçleri olmamasına rağmen, kendilerini tanrıların temsilcisi olarak göstererek toplumu psikolojik olarak kontrol altına almaya çalıştılar. Bunun aksine askerler kaba kuvvete sahip olarak ve bu kuvveti sınırsız şiddet uygulamak için kullanabileceklerini göstererek hem fiziksel hem de psikolojik kuvveti ele geçirdiler. Bu sebeple, yönetim daima, bu iki meslek grubunun birinden seçilen kişi veya kişilerce ya da bu iki kesimin desteğini almış/liderliğini kazanmış kişilerin eline geçti. Bu sebeple, erken dönem krallarının her zaman askeri kişiliğinin yanında dini bir kişiliği de olmuş, hatta bunlar tanrı krallar olarak kutsallığı sömürmenin en uç noktalarına kadar gidebilmişlerdir. Öte yandan bu krallar daima ordunun başında olmuşlar, ordunun kontrolünü ellerinde tutmaya çalışmışlar ve devlet kurumsallaşıp köklendikten sonra ayrıca, sadece kendilerine bağlı profesyonel ordular beslemişlerdir.
Tüm bu faaliyetlerin yürütülebilmesi için tek kaynak halktan toplanan vergiler olmuştur. Devlet mekanizması ve onun başında bulunan krallar bu vergileri, onların sadakatini satın alarak kendi iktidarlarını ayakta tutacak şekilde, dini kurumlar ve ordu arasında paylaştırmışlardır. Eğer dirayetsiz bir kral gelir de vergileri uygun toplatamaz ve bunları bu iki sınıf arasında dağıtamazsa, ya da dağıtım işinde birini diğerine göre kayırırsa bu iki sınıf tarafından ya tek başlarına ama genellikle de işbirliği içinde iktidardan indirilmiş ve yerine kendilerinden birini veya kraliyet ailesinden kendi isteklerini yerine getirecek birini yeni kral seçmişlerdir. Bu durum yakın tarihlere kadar böyle devam edegelmiştir. Örnek verecek olursak Osmanlı’da Yeniçeri veya Sipahi isyanları daima meydana sancak açılarak bunun altına din adamlarının kışkırtması ile büyük halk kitlelerinin toplanması şeklinde başlamıştırr. Hatta Yeniçeriler, dini gruplarla o kadar iç içe girmişlerdir ki Bektaşilik tarikatı bu askeri grubun resmi dini yaklaşımı olarak kabul edilmiştir. Öte yandan İstanbul’daki dini medreselerde eğitim gören talebeler de daima bu isyanların ön saflarında yer almışlardır.
Zaman zaman kral, din adamları ve ordu sacayağında dengesizlikler de ortaya çıkmıştır. Bu durumda diğerlerine göre daha fazla büyüyen ve yükselen ayak dengeyi bozmaya başlar başlamaz geri planda kalan iki taraf birleşerek güçlenen tarafı geri çekilmek zorunda bırakmıştır. Mesela Cengiz Han, kendisini Cengiz Han’dan üstün görmeye ve Cengiz Han’ın otoritesini küçük düşürmeye başlayan şamanı, bundan rahatsız olan yakınlarının teşviki ve ordu mensuplarının desteğiyle, şamanın kendi ailesinin de bulunduğu bir törende boynunu kırdırarak öldürtmüş ve tanrıdan önce kendisine bağlı olacak ve onun emirlerini yerine getirecek bir kişiyi yeni şaman olarak atamıştır. Böylece, durumu doğru dürüst değerlendirmeden kendini fazla yüksek gören bir din adamının kafası koparılarak; din adamları, askerler ve krala göre uygun konumuna geri getirilmiştir.
Fakat zaman zaman zayıf kişilikli liderlerin de iktidara geldiği olmuştur. O zaman da askerler veya din adamları beraberce veya tek başlarına iktidarı ele geçirmişlerdir. Bu konuda din, orduya göre daha uzun süreli iktidarlar kurabilmiştir. Çünkü kurumsallaşan ve sıkıca örgütlenen dinler, halkın dini duygularını sömürerek iyice güçlenince, piyasadaki paranın ve değerli madenlerle arazilerin çoğunu kolayca ele geçirebilmişlerdir. Böylece, din adamları orduların ve kralların üzerine çıkmışlardır. Bu duruma en iyi örnek; Katolik Kilisesi’nin Avrupa’da yüzyıllar boyunca kurduğu hâkimiyettir. Papalık zamanla o kadar güçlenmiştir ki krallar gücü ellerinde bulunduran ve istediği gibi kullanan kişiler olmaktan çıkmış, Papa’nın onayı olmadan tahta geçemeyen basit vasallar haline gelmişlerdir. Bu durumun günümüzde bile etkinliğini sürdürdüğü ülkeler vardır. Mesela İran’da Ayetullah’lar halkın oylarıyla seçilen devlet başkanlarının üzerindedirler. Devletin gerçek anlamda kontrolü de bunların elindedir.
Bu gelişmeler devam ederken küçük krallığımız çevresindeki göçebe/yarı göçebe toplulukları ve zayıf krallıkları da egemenliği altına alarak büyümeye devam eder. Bu sistemli şiddet kullanarak, yani savaşla gerçekleştirilir. Bu sebeple ordu her zaman önemini korur. Öyle ki, tarih boyunca zaman zaman dinsiz veya kralsız devletler ortaya çıksa bile ordusuz bir devlet hiçbir zaman olmamış, ordu her zaman var olmuştur.
Krallığımız büyüdükçe yeni ele geçirdiği yerlerde merkezdeki teşkilatın küçük birer kopyası olan yeni yönetim yapılanmaları kurar. Buralara bürokratlar göndererek devlet otoritesi tesis eder. Devletin desteklediği dinin ibadethanelerini inşa ettirir ve bunlara din adamları gönderir. İç güvenlik ve dış saldırılara karşı korunmak için yeni garnizonlar kurar ve bu garnizonlara askeri birlikler yerleştirir. Genel hatlarıyla yeni sınırlarını belirler ve bu sınırları korumak için küçük kaleler ve askeri garnizonlar inşa edilir. Bu kale ve garnizonlar sadece dış ülkelerin veya kabilelerin saldırılarına karşı ülkeyi savunmakla uğraşmazlar, ülkeye insan ve mal giriş çıkışını da kontrol ve denetim altına alırlar. Dışarıdan gelen tüccarlardan ve dışarıya çıkan tüccarlardan devlet adına vergi toplarlar.
Vergi toplama ve fazla üretilen malların ihtiyaç duyulan başka mallar ile takası şeklinde başlayan ticaretin gelişmesi yeni ihtiyaçları ortaya çıkarır. Öncelikle bu mal ve hizmet değişiminin standartlaştırılması ve kolaylaştırılmasına ihtiyaç duyulur. Bu maksatla para icat edilir. Önceleri altın ve gümüş gibi doğada az bulunan metallerden yapılan bu paralar zamanla bakır vb. maddelerden de yapılmaya başlanır. Para aynı zamanda devletin varlığının bir göstergesi olarak algılandığından her devlet üzerinde kendi kralının kabartması olan kendi parasını kullanmaya başlar.
Vergi toplanması ve ticaretin gelişmesi toplanan verginin ve eldeki mal ve paranın kayıt altına alınması ihtiyacını doğurur. Çünkü yeni seferler, yeni harcamalar vb. için devlet elindeki para miktarını ve gelecekte elde edeceği gelir miktarını bilmek zorundadır. Böylece yazı ve rakamlar bulunup kullanılmaya başlanır. Fakat her mal ve hizmetin değeri her bölgede o mal ve hizmetin bolluk ve kıtlığı ile talep oranına göre değişik değerler kazanır. Ayrıca komşu bölgelerden ülkeye ticaret için gelen insanlarda mevcut resmi para yoktur. Ülke içinde ve dışında bazı göçebe kabileler ise henüz para kullanmayı bilmemektedir. Bu sebeple eski usul takas şeklinde ticaret uzun bir süre parayla ticaretle birlikte yapılmaya devam edilir. Bu tür insanlardan, vergiler de, ayni vergi (mal şeklinde vergi) olarak alınır.
Ticaret ve savaşlar arttıkça yeni ticaret ve ulaşım yolları oluşur. Bu yollar üzerinde yıl boyunca sürekli bir mal ve hizmet akışı olur. Yazı ve paranın bulunması ile birlikte çevrede toplanan vergilerin bir kısmının merkeze taşınması, merkezin emir ve kanunlarının çevreye dağıtılması, aynı şekilde raporların merkeze gönderilmesi için bir haberleşme ulaşım ve sistemi kurulur. Bu iş için bazı hayvanlar kullanılmaya başlanır. Tekerlek çok eskiden beri bilinse de; mal, evrak ve insan taşımak için hayvanların ve bu hayvanların arkasında çekilen arabaların kullanımı yaygınlaşır.
Ülke içindeki geniş nehirler ve göller de ulaşım ve savaş maksadıyla kullanılmaya başlanır. Bu nehir ve göllere uygun kayıklar, sallar ve küçük gemiler inşa edilir. Deniz kenarında yaşayan insanlar ise sığ sularda ve Kızıldeniz gibi iki kıyısı birbirine yakın sularda giderek artan bir oranda ticaret ve ulaştırma için küçük deniz araçları kullanmaya başlarlar. Başlangıçta bu araçların yolculuk esnasında saldırılara karşı savunması kendi mürettebatları tarafından yapılırken denizdeki araç sayısı arttıkça saldırganların miktarı da arttığından devletler kendi ticaret gemilerini korumak için içine asker yerleştirdikleri gemilerden oluşan deniz filoları teşkil etmeye başlarlar. Zamanla bu askeri gemiler, denizdeki diğer düşmanlarla mücadeleye uygun gemiler ile asker ve personeli karşı kıyılara taşıyan personel gemileri, kıyıda hareket eden ordunun ikmal maddelerini nakletmeye uygun yük gemileri şeklinde çeşitlenmeye başlar. Savaş artık karalardan denizlere yayılmış ve ilk deniz kuvvetleri oluşmaya başlamıştır.
Savaşın kültürel, ekonomik ve teknolojik gelişme üzerine hızlandıran etkisinden daha önce kısaca bahsetmiştik. Ancak bu etki ticaretin yaygınlaşmasıyla daha da hızlanır.  Sürekli olarak şehirler ve ülkeler arasında gidip gelen tüccarların ortaya çıkmasıyla artık sadece başka bölgelerdeki malların diğer ülkelere taşınmasıyla kalınmaz, yeni icat edilen bir yenilik, yeni ortaya çıkan bir din veya düşünce sistemi, yeni geliştirilen silahlar, savaş taktik ve teknikleri ile stratejiler kısa sürede geniş bölgelere yayılarak eğer faydalı görülürse kalıcı hale gelmeye başlar. Bu değişim sonucunda yakın bölgelerde yaşayan toplumlar arasındaki ortak bir yaşam bicimi ve ortak bir kültür oluşmaya başlar. Böylece, yakın bölgeler arasında temaslar arttıkça din, dil vb. birliği ile birlikte kendilerini aynı milletten hisseden toplumlar uluşur.
Bu yakınlaşmaların sonucu herkes için hayırlı olmaz. Tüccarların gidip gelirken getirdiği bilgilerden yakın bölgelerde verimli topraklar, zengin ticaret limanları veya bol doğal kaynaklar olduğunu öğrenen krallık idaresi bu zenginlikleri nasıl ele geçirebileceğini düşünmeye başlar. Tüccar kılığında casuslar gönderilerek bu bölgelerde yaşayan toplum ve devletlerin güçlü ve zayıf tarafları araştırılır. Yaklaşma yolları, şehirler, asker miktarı ve ordunun durumu, uygun savunma yerleri ve yaklaşma istikametleri konusunda bilgiler toplanır. Bu bilgiler ışığında ordu yeniden düzenlenerek planlanan saldırı için hazırlanır.
Casuslardan hedef ülke veya bölgenin iç karışıklık yaşadığı veya komşuları ile çatışma içinde olduğu, dolayısıyla saldırı için şartların uygun olduğu haberi gelince kral ordusunun başında sefere çıkar ve saldırı sonucunda hedef bölgeyi ele geçirir. Gerek ticaret gerekse savaşlarla krallığımızın gücü ve zenginliği artarken daha geniş alanlarda yeni bilgilere ulaşılır. Bu da devleti daha güçlü hale getirir. Gelir artışı ve genişleyen sınırlarla birlikte daha büyük bir ordu kurulur. Zenginleşen kral daha büyük bir saray yaptırarak gerek kendi şahsi hizmetleri, gerekse devlet hizmetleri için daha fazla personel istihdam etmeye başlar. Dini kurumlar da bu gelişmeden payını alır ve büyük tapınaklar, yeni tanrı heykelleri ve hatta yeni üretilen tanrı figürleri inşa ettirirler. Başkent artan zenginlik ve iş imkânlarıyla bir çekim alanı haline gelir ve giderek büyür. Büyük bir yönetim, din ve ticaret merkezi haline gelen başkentin nüfusu her geçen gün daha da artar. Başkentin savunması için daha büyük surlar inşa edilir ve giriş çıkışlar kontrol altına alınır. Şehirde düzeni korumak için daha büyük bir kolluk sistemi ve suçun önlenmesi için de muhtemelen din adamlarından oluşan mahkemeler ve gelişkin bir hukuk sistemi kurulur. Yeni kanunlar, kral, bürokrasi ve din adamları tarafından ortaya atılır ve gelişmiş hukuk metinleri oluşmaya başlar.
Şehirde giderek artan nüfusu beslemek için tahıl depoları, halkı barındırmak için yeni yeni evlerden oluşan mahalleler, içme suyu ve kanalizasyon sistemi, temizlik teşkilatı vb. yapılır. Hastalıkların yayılmasına karşı hastaneler, şehrin kokmasını önlemek için kanalizasyon sistemleri, hamamlar vb. inşa edilir.
Ülkenin genişlemesi, gelişmesi ve zenginleşmesi, hele de büyük bir orduya sahip olması öncelikle komşularını, daha sonra bu devlete göreceli de olsa yakın olan devletlerin dikkatini çeker ve bu devletler de bizim bahsettiğimiz devleti takip etmeye başlarlar. Bu ilginin temel olarak iki sebebi vardır. Birincisi giderek gelişen ve büyük bir orduya sahip olan bu devletin onlara da saldırabilecek ve topraklarını ele geçirebilecek olmasına karşı duyulan korku ve endişeden kaynaklanır. İkincisi ise bu devletin zenginlikleri, saldırgan devletlerin iştahını kamçılayıp onun kaynaklarını ele geçirmek için muhtemel bir hedef olarak görülmesinden kaynaklanır. Aslında bu devletin tehdidini doğrudan hissetmeyen devletler için üçüncü bir ilgi konusu daha vardır. Bu devlet bazı devletler için kendi düşmanlarına karşı beraber hareket edilebilecek muhtemel bir müttefik olabilir.
Görüldüğü gibi bir devlet diğer devleti ya bir tehdit, ya bir hedef veya bir müttefik olarak görmektedir. Hal böyle olunca bu devletin diğer devletlerle ilişkileri daima askeri bir boyut taşıyacaktır. Böylece devletler doğuşlarından itibaren sürekli olarak savaşmak zorunda kalırlar. Savaşta kesin sonuçlu başarı ise, daima taarruzla alınır. Dolayısıyla var olan her devlet saldırgan bir karakter taşımak zorunda kalmıştır. Bazen güçlü bir komşuya karşı bir süre savunma durumunda kalmak gerekse bile, bu devletle mücadele edebilecek güce erişmek için kendisinden zayıf devletlere saldırarak büyümeye çalışır. Güçlü komşu iç karışıklıklar yaşayarak veya güçlü düşmanlarla savaşarak zayıflama emaresi gösterirse, zayıf bir devlet o zaman tek başına veya başka devletlerle ittifak halinde bu güçlü devlete saldırabilir.
Bizim şimdiye kadar anlattığımız, insanoğlunun varoluşundan itibaren tüm gelişme safhalarını yaşayarak artık güçlü bir krallık haline gelen devlet; diğer devletlerin kendisine karşı hissettiği kaygılara benzer şekilde komşularına karşı kaygıyla baktığından, düşmanları artık kendisine düşmanlık edemeyecek kadar zayıflayana ve mevcut gücünün devamlılığını sağlayabilecek kadar arazi ve kaynaklara sahip oluncaya kadar saldırgan politikalarına devam eder. Ancak zaman zaman zorunlu kaldıkça savunma da yapar ve ittifak ilişkileri içine de girer.
Bu durum da, sürekli büyüyen bir ordu ve sürekli yapılan askeri seferleri gerektirir. Bu seferler ile bazı küçük komşuların tamamı, bazılarının bir bölümü ele geçirilir. Bazı devletler ise savaşı göze alamayıp krallığın bir vasalı olmayı ve ona bağlanmayı tercih ederler. Bu durum devletin aldığı vergileri, dolayısıyla gelirleri artırdığından zaferle sonuçlandığı müddetçe savaşların finansmanında sorun yaşanmaz. Sürekli elde edilen zaferler ülkenin iç istikrarını da güçlendirir.
Fakat sürekli genişlemenin bazı sıkıntıları da zamanla ortaya çıkmaya başlar. Giderek genişleyen devlet, yeni aldığı bölgelerdeki insanları vergi almak amacıyla, ilk dönemlerdeki gibi tamamen yok edip kadın ve çocuklarını esir almamaya başladığından, devletin kurucu unsuru zamanla devlet içinde hızla azınlık durumuna düşebilir. Devletin resmi dini, dili ve kültürü kısa zamanda yeni alınan topraklarda yaşayan insanlara benimsetilemediğinden yeni alınan yerlerdeki insanların sadakatini sağlamak başlangıçta oldukça güç olabilir. Bu sebeple genellikle büyük toprak parçaları işgal edildikten sonra aylarca ve hatta bazen yıllarca bu bölgelerde isyanlar çıkar ve bu durum devleti oldukça yorar.

Sadakat sağlansa ve isyanlar bastırılsa bile genişleyen devletin zayıflıkları kolayca ortadan kalkmaz. Çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü bu yapı her zaman için bu dil, kültür ve dinlerin yoğunlaştıkları bölgelerin sınırlarından bölünme potansiyeli taşır. Bu parçalanmayı önlemenin tek yolu; güçlü bir orduya sahip olmak, bu orduyu finanse edebilecek ve ülkede göreceli bir refah sağlayabilecek ekonomik güce sahip olmak, taşra ile merkez arasında sıkı bağlar kuracak ve bu bölgelerin merkezden yönetilmesini sağlayacak idari ve bürokratik bir devlet mekanizmasına sahip olmaktır. Eğer bunlarda başarılı olunabilirse devletin resmi dini ve dilinin yayılmasını sağlamak sayesinde uzun vadede bazı yeni unsurlar devletin kurucu unsuru arasında asimile olabilir. Asimile olmayanlar da büyük bir kültürel benzeşme yaşadıklarından devlete karşı daha az yabancılık hissetmeye başlarlar. Ayrıca değişik ırk, din ve kültürler bir siyasi örgüt, yani devletin potasında birbirleri içinde eriyince o zamana kadar geliştirdikleri din, kültür, sanat ve diğer yetenekler bir araya gelerek çok daha zengin yeni bir kültür oluştururlar. Bu da devleti daha da güçlendirir.

30.12.2015.  M.Ç.


1. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/savas-bir-tercih-degil-bir.html
2.  http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insanoglunun-ortaya-cks-ve-silah.html
3. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/insan-topluluklarnn-cogalmas-ve.html
4. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tarm-toplumlarnn-ortaya-cks-ve-ordularn.html
5.http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/farkl-cografyalara-goc-ve-bu-bolgelerde.html
6. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/cografyann-savas-ve-askerlik-uzerindeki.html
7. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/ortadogu-ve-anadoludaki-tarm.html
8. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/daglk-bolgelerde-yasayan-tolumlarda.html
9. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/steplerde-yasayan-gocebe-topluluklarda.html
10. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/tecrit-edilmis-buyuk-bolgelerde.html
11. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/dsa-ksmen-ack-buyuk-bolgelerde-ordularn.html

12. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/denizci-uluslarda-ordularn-olusumu-ve.html
13. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/diger-bolgelerde-ordularn-olusumu-ve.html
14. http://sisteorileri.blogspot.com/2015/12/sonuclar-results.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder