20 Aralık 2015 Pazar

Soğuk Savaş Sonrası Türkiye’nin Uyguladığı Güvenlik Stratejisi-9: Sonuç ve değerlendirme.

Sonuç
Türkiye’nin güvenlik stratejileri, kurulduğu tarihten itibaren daima savunmaya yönelik ve statükonun korunması yönünde olmuştur. Bunun bir sonucu olarak, Soğuk Savaş sona erdiği sırada, Türkiye’nin dış güvenlik durumu Yunanistan’la ilişkiler hariç durağan bir durumdaydı. Soğuk Savaş sonrasında bu oturmuş yapı hızla değişince buna bağlı olarak Türkiye’nin güvenlik stratejileri de değişmeye başlamıştır.
Gelişmeler Türkiye’nin yeni ortaya çıkan duruma pek te hazırlıklı olmadığını göstermiştir. Türkiye, ortaya çıkan kriz ve çatışmalara karşı proaktif bir yaklaşım geliştirememiş, bunun yerine reaksiyoner tepkilerle yolunu çizmeye çalışmıştır. Bu sebeple Türkiye’nin güvenlik stratejileri, çevresinde meydana gelen olaylara bağımlı olarak ve şartların zorlamasıyla oluşmuştur.
1995’e kadar olan dönem genel olarak Türkiye’nin yeni ortama uyum sağlama çabaları ile geçmiştir. Bu dönemdeki stratejiler; Rus tehdidinin sınırlardan olabildiğince uzaklaştırılması, Kafkasya ve Balkanlarda güvenliğin sağlanması, Ortadoğu’da statükonun korunması, Yunanistan’ın kurmaya çalıştığı çemberin kırılması, PKK’ya karşı operasyonların Irak kuzeyine taşınması, NATO ve Batı savunma sistemi içinde kalmaya çalışılması şeklinde özetlenebilir.
1995 yılından sonra Türkiye, ortaya çıkan gelişmelerin de etkisiyle yeni güvenlik stratejileri arayışı içine girmiş, fakat genel olarak stratejide köklü bir değişiklik yaşanmamıştır. Bu dönemin en önemli özelliği; Ordu’nun da taraf olduğu, irtica ile mücadele tartışmalarının, 1995’ten 1999’a kadar giderek yoğunlaşmasıdır.
1999 yılından sonra yine iç ve dış koşulların değişmesi sonucunda Türkiye’nin güvenlik stratejilerinde daha belirgin gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Türkiye, NATO ve Batı’dan bağımsız olarak, kendi başına bazı uygulamalarda bulunmaya başlamıştır. 2001 yılına gelindiğinde, 11 Eylül olayları ile birlikte, tüm dünyada güvenlik algılarında çok köklü bir değişim yaşanınca Türkiye’nin güvenlik stratejilerinde de değişimler ortaya çıkmıştır. 11 Eylül sonrasında, yıllardır müttefik olarak görülen ABD ve AB ülkelerinin politikalarında ortaya çıkan parçalanma Türkiye’yi de olumsuz etkilemiştir.
Bu dönemde Türkiye’nin içyapısında da önemli bir kırılma ortaya çıkmıştır. Bu kırılmanın temel sebebi; gömlek değiştirdiğini iddia eden siyasal İslamcıların, daha önce iç tehdit olarak kabul edilen dini grupların da desteğiyle, tek başına iktidara gelmesidir. Bunun sonucunda AKP’nin 2002 yılında tek başına iktidara gelmesiyle, güvenlik stratejilerinde de yeni bir dönüşüme sebep olmuştur. Türkiye bundan sonra tek bir parti tarafından idare edilmiş ve güvenlik stratejileri de bu partinin dünya görüşü çerçevesinde yeniden şekillenmiştir. AKP iktidara geldiğinde ülke iç güvenlik açısından sakin ve çatışmasız bir dönem yaşamaktadır. Dış güvenlik açısından bakıldığında ise; komşu bölgelerde yaşanan çatışmalar durmuş, Irak krizi hariç önemli krizler etkisini kaybetmiş durumdadır.
Bu hükümet döneminde, başbakanlık başdanışmanlığına, ‘’Stratejik Derinlik’’ isimli bir kitap yazmış olan Ahmet Davutoğlu’nun getirilmesi bundan sonra Türk güvenlik politikalarında köklü bir değişimi de beraberinde getirmiştir. Yeni hükümet ilk olarak 2003’te Irak tezkeresinin reddedilmesi ile ABD-Türkiye ilişkileri bozulmasının yarattığı sorunlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. 2003 yılından itibaren devleti tanıma ve duruma hâkim olma süreci yaşayan yeni hükümet yavaş yavaş ‘’Stratejik Derinlik’te’’ belirtilen Türkiye’yi merkeze koyarak çevreye hâkim olma şeklinde özetlenebilecek stratejik vizyonu yürürlüğe koymaya başlamıştır.
Bu kapsamda en önemli değişim, daha çok Ortadoğu’da yoğunlaşan dış güvenlik stratejilerinde ortaya çıkmıştır. Türkiye, daha önce mümkün olduğu kadar karışmadığı Ortadoğu’daki güvenlik sorunlarına müdahil olmaya başlamıştır. Böylece statükonun korunması yönündeki eski güvenlik stratejileri, gerektiğinde statükonun değişmesine destek veren politikalara dönüşmeye başlamıştır.
2010 yılında ortaya çıkan Arap Baharını bir fırsat olarak gören hükümet bunu Türkiye’yi İslam Dünyası’nın liderliğine taşıyacak şekilde dönüştürmeye çalışmıştır. Bir süre başarı ile ve hükümetin arzu ettiği yönde gelişen bu hareketler Suriye’de tıkanmış ve diğer yerlerde de yavaş yavaş güç kaybetmiştir. Bu durum ise Türkiye için yeni güvenlik riskleri yaratmıştır. Tarihinde ilk defa Suriye’de, başka bir devletin iç işlerine fiilen müdahale eden Türkiye, burada ortaya çıkan gelişmeler sebebiyle, büyük risklerle karşı karşıya gelmiştir.
Tüm bunlara bakıldığında alarak denilebilir ki; Türkiye, Soğuk Savaş’tan beri güvenlik stratejilerinde, gelişen olaylara göre, büyük bir değişim geçirmiş ve bu değişim halen devam etmektedir. Bu değişim belirli bir yönde olmaktan ziyade daha çok zikzaklar çizerek ilerlemiştir. Bunda, Soğuk Savaş sonrasında çok çeşitli sorunların ortaya çıkması kadar iktidara gelen hükümetlerin dünya görüşleri de etkili olmuştur.
Ancak şu anda yaşanan duruma bakıldığında, bu değişim sonucunda bugün uygulanan güvenlik stratejilerinin Türkiye’ye güvenlikten çok güvenlik sorunu yarattığı anlaşılmaktadır. Çünkü Türkiye, çevresinde bir güvenlik kuşağı oluşturmaya çalışırken birden bire yanı başında her türlü çatışmaların yaşandığı bir alan yaratılmasına katkıda bulunmuştur. Türkiye, hemen güneyinde minyatür bir dünya savaşı ile ve çok boyutlu terörist tehditlerle karşı karşıyadır. Türk ordusu ise; iktidar savaşlarında psikolojik olarak yıpratıldığı ve yetişmiş personeli tasfiye edildiği için en çok ihtiyaç duyulduğu bu günlerde çok zayıf bir durumdadır. Bu durum Türkiye için her zamankinden daha büyük güvenlik riskleri yaratmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder