Sonuç
Türkiye’nin
güvenlik stratejileri, kurulduğu tarihten itibaren daima savunmaya yönelik ve
statükonun korunması yönünde olmuştur. Bunun bir sonucu olarak, Soğuk Savaş
sona erdiği sırada, Türkiye’nin dış güvenlik durumu Yunanistan’la ilişkiler
hariç durağan bir durumdaydı. Soğuk Savaş sonrasında bu oturmuş yapı hızla
değişince buna bağlı olarak Türkiye’nin güvenlik stratejileri de değişmeye
başlamıştır.
Gelişmeler
Türkiye’nin yeni ortaya çıkan duruma pek te hazırlıklı olmadığını göstermiştir.
Türkiye, ortaya çıkan kriz ve çatışmalara karşı proaktif bir yaklaşım
geliştirememiş, bunun yerine reaksiyoner tepkilerle yolunu çizmeye çalışmıştır.
Bu sebeple Türkiye’nin güvenlik stratejileri, çevresinde meydana gelen olaylara
bağımlı olarak ve şartların zorlamasıyla oluşmuştur.
1995’e kadar olan
dönem genel olarak Türkiye’nin yeni ortama uyum sağlama çabaları ile geçmiştir.
Bu dönemdeki stratejiler; Rus tehdidinin sınırlardan olabildiğince uzaklaştırılması,
Kafkasya ve Balkanlarda güvenliğin sağlanması, Ortadoğu’da statükonun
korunması, Yunanistan’ın kurmaya çalıştığı çemberin kırılması, PKK’ya karşı
operasyonların Irak kuzeyine taşınması, NATO ve Batı savunma sistemi içinde
kalmaya çalışılması şeklinde özetlenebilir.
1995 yılından sonra
Türkiye, ortaya çıkan gelişmelerin de etkisiyle yeni güvenlik stratejileri
arayışı içine girmiş, fakat genel olarak stratejide köklü bir değişiklik
yaşanmamıştır. Bu dönemin en önemli özelliği; Ordu’nun da taraf olduğu, irtica
ile mücadele tartışmalarının, 1995’ten 1999’a kadar giderek yoğunlaşmasıdır.
1999 yılından sonra
yine iç ve dış koşulların değişmesi sonucunda Türkiye’nin güvenlik
stratejilerinde daha belirgin gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Türkiye,
NATO ve Batı’dan bağımsız olarak, kendi başına bazı uygulamalarda bulunmaya
başlamıştır. 2001 yılına gelindiğinde, 11 Eylül olayları ile birlikte, tüm
dünyada güvenlik algılarında çok köklü bir değişim yaşanınca Türkiye’nin
güvenlik stratejilerinde de değişimler ortaya çıkmıştır. 11 Eylül sonrasında,
yıllardır müttefik olarak görülen ABD ve AB ülkelerinin politikalarında ortaya
çıkan parçalanma Türkiye’yi de olumsuz etkilemiştir.
Bu dönemde
Türkiye’nin içyapısında da önemli bir kırılma ortaya çıkmıştır. Bu kırılmanın
temel sebebi; gömlek değiştirdiğini iddia eden siyasal İslamcıların, daha önce
iç tehdit olarak kabul edilen dini grupların da desteğiyle, tek başına iktidara
gelmesidir. Bunun sonucunda AKP’nin 2002 yılında tek başına iktidara gelmesiyle,
güvenlik stratejilerinde de yeni bir dönüşüme sebep olmuştur. Türkiye bundan
sonra tek bir parti tarafından idare edilmiş ve güvenlik stratejileri de bu
partinin dünya görüşü çerçevesinde yeniden şekillenmiştir. AKP iktidara
geldiğinde ülke iç güvenlik açısından sakin ve çatışmasız bir dönem
yaşamaktadır. Dış güvenlik açısından bakıldığında ise; komşu bölgelerde yaşanan
çatışmalar durmuş, Irak krizi hariç önemli krizler etkisini kaybetmiş
durumdadır.
Bu hükümet
döneminde, başbakanlık başdanışmanlığına, ‘’Stratejik Derinlik’’ isimli bir
kitap yazmış olan Ahmet Davutoğlu’nun getirilmesi bundan sonra Türk güvenlik
politikalarında köklü bir değişimi de beraberinde getirmiştir. Yeni hükümet ilk
olarak 2003’te Irak tezkeresinin reddedilmesi ile ABD-Türkiye ilişkileri
bozulmasının yarattığı sorunlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. 2003 yılından
itibaren devleti tanıma ve duruma hâkim olma süreci yaşayan yeni hükümet yavaş
yavaş ‘’Stratejik Derinlik’te’’ belirtilen Türkiye’yi merkeze koyarak çevreye hâkim
olma şeklinde özetlenebilecek stratejik vizyonu yürürlüğe koymaya başlamıştır.
Bu kapsamda en
önemli değişim, daha çok Ortadoğu’da yoğunlaşan dış güvenlik stratejilerinde
ortaya çıkmıştır. Türkiye, daha önce mümkün olduğu kadar karışmadığı
Ortadoğu’daki güvenlik sorunlarına müdahil olmaya başlamıştır. Böylece
statükonun korunması yönündeki eski güvenlik stratejileri, gerektiğinde
statükonun değişmesine destek veren politikalara dönüşmeye başlamıştır.
2010 yılında ortaya
çıkan Arap Baharını bir fırsat olarak gören hükümet bunu Türkiye’yi İslam
Dünyası’nın liderliğine taşıyacak şekilde dönüştürmeye çalışmıştır. Bir süre
başarı ile ve hükümetin arzu ettiği yönde gelişen bu hareketler Suriye’de
tıkanmış ve diğer yerlerde de yavaş yavaş güç kaybetmiştir. Bu durum ise Türkiye
için yeni güvenlik riskleri yaratmıştır. Tarihinde ilk defa Suriye’de, başka
bir devletin iç işlerine fiilen müdahale eden Türkiye, burada ortaya çıkan
gelişmeler sebebiyle, büyük risklerle karşı karşıya gelmiştir.
Tüm bunlara
bakıldığında alarak denilebilir ki; Türkiye, Soğuk Savaş’tan beri güvenlik
stratejilerinde, gelişen olaylara göre, büyük bir değişim geçirmiş ve bu
değişim halen devam etmektedir. Bu değişim belirli bir yönde olmaktan ziyade
daha çok zikzaklar çizerek ilerlemiştir. Bunda, Soğuk Savaş sonrasında çok
çeşitli sorunların ortaya çıkması kadar iktidara gelen hükümetlerin dünya
görüşleri de etkili olmuştur.
Ancak şu anda
yaşanan duruma bakıldığında, bu değişim sonucunda bugün uygulanan güvenlik
stratejilerinin Türkiye’ye güvenlikten çok güvenlik sorunu yarattığı
anlaşılmaktadır. Çünkü Türkiye, çevresinde bir güvenlik kuşağı oluşturmaya
çalışırken birden bire yanı başında her türlü çatışmaların yaşandığı bir alan
yaratılmasına katkıda bulunmuştur. Türkiye, hemen güneyinde minyatür bir dünya
savaşı ile ve çok boyutlu terörist tehditlerle karşı karşıyadır. Türk ordusu
ise; iktidar savaşlarında psikolojik olarak yıpratıldığı ve yetişmiş personeli
tasfiye edildiği için en çok ihtiyaç duyulduğu bu günlerde çok zayıf bir
durumdadır. Bu durum Türkiye için her zamankinden daha büyük güvenlik riskleri
yaratmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder